Alevi hareketinde beşikler ve eşikler – Şilan Sürmeli

Dünyada ve Türkiye’de birçok kriz dinamiği birlikte hareket ediyor. Kapitalist sistemin yarattığı bu çoklu kriz sarmalında bireyler ve/veya topluluklar ise çoklu mücadele yöntemi geliştirme sürecini inşa ediyor.

Sözgelimi bir kadın olarak yaşama dair bir duruş sergilenirken artık bu yetmez hale geliyor, bunun yanına genç, işçi, Kürt, Alevi vs. kimliklerimiz ekleniyor ve kendimizi birden fazla duruşla bu hayattaki mücadele dinamiklerinin arasında buluyoruz.

Bu karmaşık ve belirsiz süreçte haklarımızı talep ettiğimizde ise hem Türkiye’deki mücadele süreci ve atmosferi hem de içinde bulunduğumuz özgün kimliklerimizin belli sınırlılıkları ve sorunları gündemimize giriyor.

Bu özgün kimliklerden birine sahip olan Aleviler ise uzun zamandır verdikleri varlık-yokluk mücadelesiyle hem tarihine hem inancına hem de kültürüne dair toplumsal-siyasal bir örgütlenme oluşturuyorlar. Bunun yanında uzun zamandır yarattıkları mevcut örgütlenme sürecinin yetmezliklerine dair bir dizi tartışma yürütüyorlar.

Bu tartışmalar bir taraftan sistemin ve devletin Alevilere yönelik asimilasyon politikalarıyla ilgiliyken diğer taraftan Alevilerin mevcut örgütlenmedeki yol ve yöntemlerine dair yürütülüyor.

Asimilasyon devam ediyor

Türkiye’de diğer inançlara ve etnik kimliklere dair işletilen sürecin en önemli modeli asimilasyon.

Özellikle de Alevilere yönelik asimilasyon, önceden inancı ortadan kaldırmaya yönelikken şimdi olanı kendine benzetme ya da kendi Alevisini yaratma şeklinde oluyor.

Alevilerin mücadelesinde önemli bir gündem olan asimilasyonun, Alevi hareketinde yeterli düzeyde tartışılmadığına dair bir hava oluşmakta.

Ağızlara pelesenk olmuş bu kavram, Alevilerin zorlanma noktalarında biri.

Çünkü “Kim, niye ve nasıl asimile ediyor” sorularını sormaya başladığınızda sadece cevap vermeniz değil, buna karşı nasıl mücadele edeceğinizi de tartışmanız gerekir.

Bu durumda ‘’Doğan Demir nasıl bir adammış, yola hizmet yerine yolu kendine hizmet etmiş” gibi bir tartışmanın içine girmezsiniz.

“1995’te Cem Vakfı’nı kurduran ve İzzettin Doğan’ı burada konumlandıran zihniyet ile Doğan Demir’in Gelecek Partisi’nin kurucu heyetinde olmasını ilmek ilmek işleyen süreç neden ve nasıl oluştu” sorularını sormaya başlarsınız.

İşte o zaman da sadece asimilasyon değil, ona karşı nasıl mücadele edeceğiz de demeye başlarsınız. Bu durumda sorunun muhatabı artmaya başlar. Muhatap o zaman ne tek başına Alevi toplumu olur ne de tek başına Alevi kurumlarıdır.

Aleviler hala tehdit altında

Alevi hareketi topyekûn bir muhatap ise, öncelikle Alevilere içinde bulunduğumuz sistemi yine ve yeniden anlatmalıyız.

Türkiye’de hızlı değişen siyasal atmosfer ve oluşan tepkiler bizi kaotik bir durumun içinde olduğumuz noktasında birleştiriyor. Ama bu istikrarsızlığın içindeki iki istikrarlı durumu açığa çıkartmak gerek.

Birincisi bu sistem kendisine zarar vereceğini ve ayağına pranga olacağını düşündüğü her şeyi dizayn etmek için ürettiği hiçbir yöntemden vazgeçmiş değil.

Gerekirse Alevi’yi asimile eder, gerekirse hedef gösterir, gerekirse de yeniden bir katliam yapar.

İkincisi ise Alevi toplumu da dâhil işçiler, emekçiler, Kürtler, kadınlar, ekolojistler aynı anda olmayan, kesintiye uğrayan, kendi içinde zaafları da barındıran bir direnişi ısrarla sürdürüyor. Ve Aleviler tarihten aldığı toplumcu-komünal yapıdan dolayı sistemle yan yana gelme veya sistemle uzlaşma zemini üretme durumunu meşrulaştıramaz. Bunu yaptığı an kendisi olmaktan vazgeçer.

Alevi Hareketi nerede tıkanıyor?

Öncelikle, Alevilerin yaşayışından tutalım da kurumlarına kadar içinde bulunduğu tıkanıklık halini, belirsiz ve tek bir sebebe bağlayan bir değerlendirmeden uzaklaşmalıyız. Bu süreci, “Yol”un gösterdiği açıklık ve şeffaflıkla tanımlamalıyız.

Yani mesele ne tek başına komünal-eşitlikçi-özgürlükçü yapısını devam ettirmeyen Alevi toplumunda ne de bir dönem tıkanan Alevi mücadelesinde tıkanıklığı açma yöntemi olan Alevi kurumlarının artık işlevsiz hale gelmesinde ne de Alevi inancını devam ettirememe veyahut inanç kurumunun inşa edilmesinde.

Mesele bunların hepsini içine alan bütünlüklü bir değerlendirmeden geçiyor.

Aleviler, Gezi ile birlikte Alevi hareketine sinyal verdi. Aleviler değişen dünya atmosferinde olduğu yerde durmuyor, onlar da değişiyor. Talepleri, refleksleri, ihtiyaçları farklılaşıyor ve bunlar sistem içine kanalize olabileceği gibi, tarihsel toplumcu-komünal yapısını devam ettiren biçimde de olabilir. Burada belirleyici olan Alevilerin ütopyalarıyla, komünal yapısıyla yani Alevilik’in yol ve yöntemleriyle bu tıkanıklığı aşabilme kabiliyeti ve esnekliğinde olmaktadır.

Hangisi doğru soru?

Aleviler çocuklarına inancını aktarıyor mu? Alevi kurumları “Yol”un içindeki demokrasiyi kendi kurumlarında inşa ediyor mu? Aleviler eşitlik kavramını sadece söylemde mi bırakıyor, yoksa evinde de inşa ediyor mu? Alevilerin inanç kurumu olmalı mıydı? Cemevleri olmalı mıydı? Aleviler siyaset yapar mı?

Bu sorulara vereceğimiz cevaplar, tıkanmayı iyi değerlendirmemizi sağlayacaktır. Tıkanmaya karşı vereceğimiz cevaplar, öğretinin ve inancın eşitlikçi-demokratik-komünal yapısından da uzak değil.

Aleviler yeni bir perspektifi kendi yol ve yönteminde bulacak. Belki ‘can’ kavramı üzerine düşünerek, belki ‘Rıza şehri’ ütopyasında, belki öğretinin mütevaziliğinde belki de ‘Yol bir sürek bin bir’ çoğulculuğunda ama uzakta değil, kendi demokratik/direnişçi/bilge tarihinde.