Batan Gemi OPEC – Evrim Muştu

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ile ilgili yaşanan gelişmeler Aralık ayında dünya kamuoyunun oldukça dikkatini çekti. Bir yandan Viyana’da toplanan OPEC iki aydır serbest düşüşte olan ham petrol fiyatlarını stabilize etmek için bir araya gelip yaşanan krize çözüm üretmeye çalışırken diğer yandan Katar bu fırsatı değerlendirerek sene sonunda OPEC’den çekileceğini ilan etti.

Suudi Arabistan müzakerelere öncülük yaptı ve Rusya gibi petrol üreticisi olan fakat OPEC’e dahil olmayan ülkelerle “OPEC+” ittifakını kurup bir karar çıkarabildiler. Bu karara göre OPEC+ ittifakı, Ocak 2019 itibariyle petrol üretimini azaltarak fiyatların yeniden yükselmesini sağlayacak. Dünya çapında 82 milyon varil/gün olan petrol üretimini 1.2 milyon varil az üretmekten bahsediyorlar. Genelde böyle durumlarda anında tepki veren piyasalar şimdiye kadar suskun, hatta tam aksine fiyatlar düşmeye devam ediyor.

Katar’ın bu kararı ise -ambargo bağlamında- siyasi ve ekonomik bağımsızlığını vurguluyor. Peki kriz esnasında OPEC’ten ayrılmasını “batan gemiyi terk eden fareler”e benzetmemek mümkün mü? Özellikle de OPEC krizinin hayati bir kriz olduğu düşünüldüğünde…

OPEC’in aslî günahı

1960’da, yani soğuk savaş sürecinde OPEC, emperyalist düzenin tekelci petrol sömürüsünü alt etmek için üretici ülkeler tarafından oluşturulmuştu. Bu hamle, yani çevre ülkelerin büyük petrol şirketlerinin mirasına konması, emperyalist merkezler ve çevreler arasındaki güç dengesini ciddi boyutta değiştirmişti.

Merkezler, kapitalizm için hayati olan enerji sorununda bundan sonra çevrelere muhtaçtı. 1973 Petrol Krizinde ise; merkezler muhtaç olmanın ne anlama geldiğini daha yakıcı bir şekilde hissettiler.

Kaya petrolü ve imparatorun dönüşü

Bu kritik durumun merkezlerde gerilim ve tepki yaratacağı kesindi. 1977’de ABD’nin ilk hamlesi “Enerji Bağımsızlığı Programını” başlatıp, Enerji Bakanlığını ve Sentetik Yakıt Kurumunu kurmak olmuştu. Ondan beri hükümetler milyonlarca dolar harcayarak yeni teknolojiler üretip bu sorunu çözmeye çalıştı. Çalışmaların odak noktası ise varlığı bilinen, fakat henüz değerlendirilemeyen kaya petrolüydü.

Kaya petrolü ile ilgili gelişmelerin yavaş ilerlemesinden ötürü bağımsızlığa doğru atılan başka adımlar da oldu. En önemlisi petrolün finansallaşmasıydı: 90’lardan itibaren ham petrol bir finans ürünü oldu. Finans kapitalin müdahalesiyle petrol fiyatları, kısmen de olsa, belirlenebilirdi.

Bağımsızlık programı

“Bağımsızlık Programı” kapsamında yapılan yatırımlar ve geliştirilen üretim teknolojileri ise son senelerde başarılı sonuçlar elde etti. On yıllar boyunca petrol ithalatçısı olan ABD, hidrolik kırılma teknolojisinin verimliliğini yükseltip üretim maliyetlerini aynı oranda düşürebildi. Neticede, ABD bu senenin sonundan itibaren yeniden petrol ihracatında bağımsız konuma gelmeyi başardı. Güç dengesi yeniden merkeze doğru kaymış oldu.

Bu ne anlama geliyor? OPEC+ ittifakının fiyatları yükseltmek suretiyle üretmediği ham petrolü, ABD şirketleri üretecek. Yani ittifak petrol üretmediği sürece piyasa gücünü gittikçe ABD’ye devredecek. Tam da bu yüzden, Trump’ın son günlerde “OPEC kartelini yok etmek” üzerine yaptığı çıkışların arkası boş değil. Dolayısıyla ittifakın geleceği de o kadar parlak görünmüyor.