Bir koltukta iki karpuz: F-35 ve S-400 – Erkan Gökber

Öyle bir zaman ki yurttaşların hayatı açlık sınırının altına itilirken, ülkenin gündemi dönüp dolanıp silaha bağlanıyor. Aynı zaman içinde bir yanda patates krizi yaşanırken, diğer yanda F-35 ve S-400 krizi çıkıyor.

Biz pazarda patatesin, biberin tane hesabını yaparken, Erdoğan diyor ki: “Domates, patlıcan, sivri biber’ diyorlar. Düşünün, bir merminin fiyatı nedir?”

Peki o zaman, geçim derdini ve seçim derdini bir anlığına unutalım ve bu silah meselesi neymiş bakalım?

Her şey silah için…

Türkiye devleti ve sermayesi, bölgesel etkinliğini geliştiriyor. Bölgede başa güreşmekse güce bakıyor. Gücü belirleyen önemli faktörse kimin hangi silaha sahip olduğu…

Türkiye devleti kendi toprakları dışında operasyonlar yapan, başka ülke topraklarında işgale girişen bir konuma yerleşiyor. 2019 bütçesinde, savunma ve güvenlik kurumlarına (MSB, Jandarma, Polis ve MİT gibi) ayrılan pay yüzde 21,5 artarak 102,8 milyar lira oluyor.

Milli Savunma Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Savunma Sanayi Başkanlığı silahlanma ve yerli savaş sanayinin geliştirilmesi konusunda özel bir yönelim içinde… Özellikle hükümete yakın sermaye gruplarından BMC, Baykar, Katmerciler, Kalkavanlar, Kale Grup gibileri ve SSB / TSK ortaklıklı Aselsan, Havelsan, Roketsan, TUSAŞ gibi şirketler, Altay tankı, Atak helikopteri, -yerli uçak gemisi de denilen- Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi, Cruise/seyir füzesi, Silahlı İHA yapımı ve geliştirmesi projelerinde sınırsız teşvik görüyor.

Ayrıca, 2014-2018 yılları arasında Türkiye silah ihracatında yüzde 170 artışla, başı çeken ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin gibi ülkelerin ardından 14’üncü sırada yer aldı. 2018’de Türkiye silah/savunma sanayisi kârını yüzde 24 artırdı.

Sadece Mart 2019’da gerçekleşen silah sanayi ihracatı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 95,5 artarak 289 milyon 224 bin dolara ulaştı. En önemli ihracat 106 milyon 733 bin dolarla Katar’a oldu.

F-35 ve S-400 ikisi bir arada?!

Türkiye 5. nesil savaş uçaklarıyla hava filosunu yenilemeyi planlıyor. Bu kapsamda 116 adet F-35 sipariş etmiş ve toplamda 25 milyar dolar ödeme taahhüdü vermişti. 2002’den bu yana F-35 üretim projesi içinde yer alıyor ve savaş uçaklarının bazı parçalarını üretiyor.

Çevresiyle hasımlığı arttıkça, Türkiye havadan gelecek saldırılara karşı hava savunma sistemlerine de sahip olmak istiyor. NATO Patriotlarının yaşanan siyasi uyuşmazlıklar sonucu çekilmesi ve ABD’yle Patriot alımına dair, teknik donanım paylaşımında anlaşma sağlanamaması sonucu Türkiye devleti Rusya’dan S-400 almaya karar verdi.

Hem ABD yapımı F-35, hem Rus yapımı S-400 karadan havaya füze savunma sistemine aynı anda sahip olma isteği Türkiye, NATO/ABD ilişkilerinde bir krize yol açtı. F-35 yeni nesil savaş uçağını düşürebilecek şekilde tasarlanan Rus yapımı S-400 hava savunma sistemini satın alması halinde ABD tarafının Türkiye’ye mümkün olan her türlü yaptırımın uygulanacağı söylendi.

Bu açıklamalar sonrası ASELSAN hisseleri yüzde 40’a yakın değer kaybetti. Ki ASELSAN, F-35 projesine dahil olmasının ardından yüzde 1400’ün üzerinde değer kazanmıştı. Ayrıca yerli TF-X savaş uçağı motorunun geliştirilmesi için kurulan Kale Grup ile İngiliz Rolls-Royce ortaklığı da bozulma noktasına geldi.

Şark kurnazlığı ile yol almak mümkün mü?

Silah sistemleri satın almanın, marketten “saçına uygun bir şampuanı almak” kadar basit bir süreç olmadığını anlamış olduk. Emperyalist dünya sistemi içindeki angajman kurallarının üzerinden Şark’a has bir “kurnazlık ile” atlamanın, bölgede inisiyatif alanını genişletmeye çalışırken pek de mümkün olmadığını gördük. Türkiye devletinin ne kadar bağımsız tutum takınabileceği, Rusya ile geliştirdiği ilişkilerde ne kadar ileriye gidebileceğini izleyeceğiz.

Erdoğan’ın “S-400 işi bitmiştir, geri adım “atmayız”, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nın “F-35’i vermezlerse, Rus yapımı SU-57 almayı düşünürüz” açıklamalarından öteye yol alınabilecek mi?

Devlet örgüsünün ana deseni NATO ekseni ile iç içe geçerek şekillendiği için, 70 yıldır bağlı olduğu ABD/NATO ekseniyle Türkiye arasında bir kırılmanın gerçekleşmesi önemli kopuşların ve kaotik süreçlerin göze alınmış olmasını gerektiriyor.

Bu hususta aklımıza “cin olmadan adam çarpmak” ve “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak” gibi halkımızın bilgelikle damıttığı kimi deyimler geliyor.