16 Nisan dönemeci ve tarihin “Demokratik Cumhuriyet” çağrısı – Perihan KOCA

16 Nisan Referandum takvimi, ülkenin içerisinden geçtiği olağanüstü sürece yeni bir parametre eklemiş oldu.

Öyle ki, 16 Nisan takvimi, artık ülkenin gidişatı açısından yeni bir başlangıç ivmesini, hareket noktasını ve hatta yeni bir devrimci mayalanma sürecini işaret ediyor.

“Kazandığımızı biliyoruz, kaybettiklerini biliyorlar”

  1. OHAL koşullarında, devletin tüm imkânları seferber edilerek yürütülen referandum, iktidarın YSK eliyle gerçekleştirdiği bir seçim darbesidir, gayri meşrudur, çalıntıdır ve toplum nezdinde hükümsüzdür.
  2. Çalıntı referandumun yüzde 51’e yüzde 49’luk  sandık matematiği sonuçlarının verilerine baktığımızda bile, büyükşehirlerde ve Kürdistan’da Hayır’ın kazanmış olması, 18-25 yaş arası gençlerin, Alevilerin, kadınların ezici çoğunluğunun ve hatta AKP oy tabanının yüzde 10’u aşan önemli bir kesiminin Hayır’a oy vermiş olması, iktidarın mevcut kırılganlığına çarpan oranda etkisi olacak, dengeleri değiştiren çarpıcı sonuçlardır.
  3. Mevcut kriz dinamiklerinin devlet içerisinde alabildiğine boy verdiği ve çatlakların derinleştiği bir düzlemde, referandum sonuçları, yeni bir kriz dinamiği olarak ciddi bir “meşruiyet krizini” doğurmuş oldu.

Sağda parçalanma

Referandum sandık sonuçları, Türkiye sağ siyasetinde alışık olduğumuz muhafazakar milliyetçi sağ blok hattını içeriden ve tabandan alabildiğine sarstı. MHP’den BBP’ye Saadet Partisi’ne değin sağ kesime gelip çarpan ve kriz dinamiklerini harekete geçiren bir referandum süreci gerçekleşmiş oldu.

Özellikle MHP’de kazanlar kaynıyor. Bahçeli’nin, AKP/Erdoğan ile kurduğu ittifak ve iktidara koltuk değneği olma misyonunu yürüttüğü siyasal çizgi dolayısıyla içerideki çatlak, parçalanmanın eşiğine gelecek kadar derinleşti. MHP’nin milliyetçi taban nezdinde meşruluğu ve güveni ciddi hasar almış oldu.

Olasılıklar, sağda yeni bir inşa sürecine işaret ediyor. Zira, 16 Nisan sonrası şekillenen yeni süreç sağda yeni bir siyasal arayış mahiyetini taşıyor. Önümüzdeki dönemde sağda yeni ittifakların, yeni merkezlerin inşa olacağı bir düzleme doğru evrilebilir.

AKP’nin emniyet supabı CHP

CHP, Kılıçdaroğlu öncülüğünde yürüttüğü basiretsizlik siyasetini, 16 Nisan ve sonrasında da iktidara oksijen taşıyarak devam ettiriyor. Hayır’a sahip çıkmak şöyle dursun 2019’a randevu keserek süreci geçiştiriyor.

Elbette ki, Kılıçdaroğlu’nun söylem ve siyasetini, burjuvaziden ve TÜSİAD’den azade bir yerde konumlandırmıyoruz. Kılıçdaroğlu’nun kulağına fısıldıyanlar hangi örtük anlaşmalarla karşımıza çıkacaklar zaman gösterecek. Lakin MHP’de olduğu gibi CHP’de de kazanlar kaynıyor.

Kılıçdaroğlu’nun, Hayır’ına sahip çıkmak için sokaklara dökülen kitlelerin direnişini bulandırmaya çalışan açıklamalar ve AKP’lilerle verdiği “kahkahalı” pozlar, tabanda CHP’ye güven ve itibar krizi olarak geri döndü.

CHP Gençlik Kolları’ndan ardı ardına gelen açıklamalar, Deniz Baykal’ın Başkanlık açıklamaları, Fikri Sağlar’ın disipline gönderilmesi, Selin Sayek Böke’nin istifası ve nihayet CHP içinden yükselen olağanüstü kurultay açıklamaları da su alan gemide yeni delikler açmaya devam ediyor.

AKP’nin akıbeti

Hakeza, AKP iktidarının kendi iç çatışmaları ve saflaşmaları da, giderek belirginleşiyor. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu’nun arkasından ittiren güçlerin yönlendirmesiyle Başkanlık tartışmalarında tutacağı saflar ve alacakları pozisyonlar, AKP ve özellikle Erdoğan’ın akıbetini doğrudan etkileyecektir.

Öte yandan, ulusalararası areneda, egemen güçlerin Türkiye’yi kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde hizaya sokma manevraları hızlanıyor. Şimdiden işaretleri görüldüğü üzere, Türkiye’nin ABD-Rusya eksen krizinde ve AB ile ilişkilenişlerinde, ekonomik askeri ve diplomatik yeni denklemler şekillenecektir.

Türkiye’nin gidişatı ve de özellikle Erdoğan iktidarının geleceği açısından başkanlık gündemi şüphesiz yön tayin edici olacak.

Zira, belli ki, sermaye yeni bir resterasyon zeminini yokluyor. Ve sermayenin restorasyon arayışında, Erdoğan’ı, Başkanlık projesi içerisinde büyük bir parantezin içerisine içerebilirler. Ergenekonculardan, Perinçekçilere, devlet altı ve üstündeki tüm kurumlar ve güçler sahneye çıkmak için fırsat kolluyor, ki her an arkadaki güçler tarafından sahnenin önüne doğru itelenebilirler.

Evet gemi çoktan su almaya başladı ve deniz alabildiğine dalgalı. Bakalım gemiyi terk eden fareler ve gemiden indirilen filikalarda ilk kimler olacak…

Sosyalistler, tarihin çağrısına kulak vermeli!

16 Nisan’dan 1 Mayıs’a evrilen süreçte, referandum gecesinden itibaren sokaklara akan ve Hayır talepleriyle 1 Mayıs’a çıkan devrimci demokrat halkçı güçler ve toplumsal dinamikler yeni bir devrimci mayalanma sürecini doğuruyor.

Ve her yeni doğumda olduğu gibi, içerisinden geçtiğimiz olağanüstü sürecin kaotik ikliminde, bu doğum da şüphesiz alabildiğine sancılı olacak.

16 Nisan ve sonrasında gerçekleştirilen sokak eylemlikleri, referandumda sandığa yansıyan toplumsal reddedişin sokağa evrilişiydi. Gezi’nin izlerini taşıyan ve oradan güç alan kitlesel eylemlikler iktidarın ilmek ilmek örgütlediği korku ve umutsuzluk duvarına onarılamaz gedikler açtı.

Ülkenin üzerinde konumlandığı kaotik toplumsal-politik zemin derinleşirken, bir kez daha 2013 Haziranında patlayan isyan dinamiklerinin bir biçimde hareketlilik halinde olduğu yaşamın diyalektiği tarafından bir kez daha teyit edilmiş oldu.

Lenin’in 1905 Ekim’inde söylediği gibi “Barometre fırtınayı gösteriyor….”

O halde, pergeli kitleleri sokağa çıkaran artçıllara odaklayalım ve görelim:

Yeni bir durumla karşı karşıyayız ve başka bir momente ayak basıyoruz.

Hareket halindeki demokratik devrim dinamiklerinin seslerine kulak verip, yeni durumu keşfetmeye cüret edelim.

Zira bu süreci, benzerlerinden “copy-paste” yapacağımız bir isyan nostaljisi ile kotaramayacağımız aşikar. Çünkü isyan şabloncu bir metodla, ezberlenmiş ajitasyon ve önermelerle vuku bulmaz.

Peki çubuğu nereye bükeceğiz?

Öncelikle eğri oturup doğru konuşalım:

Sosyalist solun kendi iç sesleriyle konuşup, parlak komünist lafızlarla birbirine ajitasyon çektiği “idare etmeci” ve şabloncu metottan sıyrılmak ve tarihin akışını değiştirecek devrimci bir kopuş hamlesine soyunmak zorunluluğu ile karşı karşıyayız.

Günü kurtaran alışıldık eylem biçimlerinden, yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap olacak devrimci bir metodu inşa etmeye yönelmek durumundayız.

Toplumsal dinamikler, özgürlük taleplerine cevap üretebilecek siyasal bir özne arayışındayken, sosyalist soldaki odak boşluğu ihtiyacına karşılık verememe ahvalimizin ürettiği acı sonuçla, devrimci olasılıkların berhava olma gerçeği ile hesaplaşmak durumundayız.

16 Nisan ve sonrasında vuku bulan sokak eylemliklerini ve toplumsal dinamiklerin enerjisini nereye ve hangi hedefe yönlendireceğimiz noktasında yaşadığımız sancılı süreç ve ayrıştığımız kategorizasyonlar, Türkiye solundaki paradigma ve öncülük sorununu, hayati bir biçimde bir kez daha önümüze fırlatmış oldu.

Konjonktürel süreci gören berrak bir siyasal çizgiye, asgari müştereklerde ortaklaşacağımız ortak bir hedefe ve her an yeniden güncellenen politik durumu karşılayacak taktik hamlelere ihtiyacımız var. Ki, mevcut durumu doğru tahlil edip, pratik günlük görevleri tarihsel iddiamızla birleştirdiğimiz kazanım mevzilerini örebilelim.

Nesnel koşullar tüm derinlikleri içinde kavranmadığında ve devrimci olasılıkları yani kendi olasılığımızı yaratma manevraları becerilmediğinde hedef noktasına varamayız.

Demokratik Cumhuriyet çağrısı

16 Nisan akşamından itibaren tanıklık ettiğimiz süreç, Hayır’ın potansiyelinin sokağa sıçradığı ve açığa çıkan potansiyelin her an fitili ateşlenebilecek bir kıvılcımla buluşabileceğine işaret ediyor.

Bu sürecin ana dinamiği olarak, Hayır Meclisleri, toplumsal direnç odaklarının inisiyatif kazanıp, özneleşeceği bir mekanizmayı pekala yaratabilir.

Hayır’ın taleplerinin hala geçerli olduğunu düşünürsek; Hayır Meclisleri yeni dönemin öznesi olabilecek şekilde, döneme karşılık verecek, hareketi süreklileştirip, toplumun atar damarlarına yerleşecek ve yeni kazanım odakları oluşturabilecek bir Halk Meclisleri pratiğini inşa edebilir.

Bunun için somut politiklarla dönemi kuşatacak somut bir hedefe, hareket halindeki toplumsal dinamikleri çağırabileceğimiz ve herkesin kendini ifade ederek ortaklaşabileceği ortak bir programatiğe ihtiyaç var: Demokratik Cumhuriyet…

Şayet CHP’nin yaptığı gibi 2019’a randevu keserek bugünü çöpe atmak istemiyorsak kaybedecek vakit yok, Türkiye Sosyalist Hareketi her zamankinden daha hayati bir biçimde Demokatik Cumhuriyet kavramı ve iddiasını gündemine almak ve ivedilikle inşasına soyunmak zorunda.