Demokratik cumhuriyet için!

Cumhuriyet 100 yaşına kurucu Kemalist iradesinden kopmuş, ama kendisine dayatılan yeni Erdoğanist iradeyi de henüz anayasal bir statü olarak kabul etmemiş olarak girdi. O, şimdiler de, 100. yaşında ama sarsıntılı ve gerilimli bir zeminde tutunup ayakta kalmaya çalışıyor.

Bu kaotik ara dönem, küresel hegemonya krizinin tetiklediği savaşların ön cephesindeki bir coğrafyada konumlanan ülkemizde yaşanınca, her an kaos durumuna sıçrama riskiyle yükleniyor.

Neden? Çünkü bütün dünyaya yayılma eğiliminde olan küresel hegemonya krizi özel olarak Ukrayna-Irak hattında en yüksek gerilimini biriktiriyor ve bu hattın etrafındaki ülkeleri çözüp dağıtacak çapta anaforlar yaratıyor. Anafor, sanki aynı zamanda bir kara delik, etrafındakileri yutuyor!

Ukrayna, Azerbaycan, Ermenistan, Irak ve Suriye’nin durumuna ek olarak, son günlerde bir anda Gazze’de esmeye başlayan anafor, sadece Gazze’nin yıkımını değil aynı zamanda zaten bir devlet krizi içinde olan İsrail devletinin varlığını da riske sürüklüyor. Anaforun içine almaya çalıştığı aday ülkeler Polonya, Litvanya, Beyaz Rusya, Gürcistan, İran ve Türkiye!

Devlet krizini gayri meşru seçim sonuçları başta olmak üzere türlü çeşitli çete yöntemleriyle şimdilik ötelemiş görünen iktidar, tasfiye ettiği Kemalist kurucu iradenin bir nüansı olan mevcut anayasanın yerine yeni bir anayasa da yapamıyor. Hukuk sistemi artık yok, keyfilik hukukun yerine geçti. Mafia, yerel çeteler ve tarikatlar devletle iç içe geçerek sürekli güç kazanıyor. Toplum yoksullaştırılıyor ve çürütülüyor.

Üstelik, toplumun epey güçlü bir kesimi de kendisini dayatan yeni Erdoğanist iradeyi kabul etmiyor. Bu o düzeyde bir kabul etmeme ki, farklı toplumsal güçlere dayanıyor ve çözülen topluma herkes kendi iradesi yönünde müdahale etmeye başlıyor. Yani, sadece iktidar değil, başka güçler de yeni bir cumhuriyet kurma iradesinde; yollar kimi yerde kesişiyor bazen ayrışıyor, özel ve parçalama eğilimindeki bir ulus krizi güç biriktiriyor.

Anayasası fiilen olmayan, yasaların değil keyfiliğin hakim olduğu, toplumsal bütünlüğün çözüldüğü böylesi bir ülkede küresel savaşın anaforu eserse, hatta sadece esmeye başlarsa ne olacağı belli değil mi?

xxxxxxxxxxx

Cumhuriyet 100 yıl önce çözülüp dağılan Osmanlı’nın enkazının üstünde kurulmuştu.

Batı’da hızla gelişen kapitalizm edindiği muazzam güçle Osmanlı’yı delik deşik edip yarı-sömürge konumuna sokmuştu ve Osmanlı kendisini toparlayamadıkça onu tümüyle sömürgeleştirme süreci başlamıştı.

Komprador burjuvazi Batı’nın mallarını ülkeye sokup pazarlıyor ülkenin doğal zenginliklerini de hammadde olarak Batı’ya pazarlıyordu. Bu yolla hem kendi birikimini yapıyor, ama daha önemlisi yerel  kapitalizmin gelişimini Batı’nın kendi çıkarları temelinde belirlediği bir zemine sıkıştırıyordu. Batı’nın tekniğine sahip olmadığı için onun mallarıyla rekabet edemeyen Anadolu burjuvazisi gelişememe yönünde baskılanıyordu.

O arada, Osmanlı devlet sistemi ve şeriat odaklı hukuk sistemi orasından burasından delinerek kapitalizmin gelişimine uyum göstermeye zorlansa da, olmuyor, olamıyordu; Osmanlı kapitalizmin gelişimine ayak bağı oluyordu. Dolayısıyla, kapitalizmin durdurulamayan gelişimi, sadece ekonomi alanında değil, bütün Osmanlı coğrafyasında yarattığı toplumsal sonuçlarla Osmanlı’yı çözülmeye zorluyor, çözüyordu.

Çözülme sürecinde oluşan türbülansta, “devleti koruma” bilinciyle eğitilen ve ülkenin en iyi eğitimini alan Osmanlı ordusunun genç subayları, çözülen Osmanlı’yı yeniden ayağa kaldırmak için inisiyatif alıp, iktidar gücünü kaybeden padişahlık kurumunun yarattığı boşluğu doldurma çabası içindeydi. Aslında kökünü Tanzimat’a kadar uzatabileceğimiz bu girişimler, İttihatçıların iktidar denemesiyle başarısız kaldı ve Osmanlı devletini daha da zayıflattı.

Fırsattan faydalanarak ülke coğrafyasını işgal eden emperyalist devletlerin sömürgeleştirme dayatmasına karşı direniş zemini oluştu. M. Kemal bu direnişin içindeki öncü adaylarından birisiydi ve olayların akışı içinde kendi öncülüğünü herkese kabul ettirdi.

Sonuçta, emperyalist işgal ve sömürgeleştirme dayatması püskürtüldü ve “devleti koruma” amacıyla çıkılan yolda, Osmanlı’nın enkazı üstüne yeni bir devlet kuruldu. Bu yeni devlet, Batı’da kapitalizmin kendi gelişimi için uygun bir biçim olarak uyguladığı ulus-devlet/cumhuriyet biçiminde gerçekleşti. Kapitalizmin gelişimine uygun olmayan şeriat lağvedildi, laiklik kurucu ilkelerden birisi olarak kabul edildi.

İlk bakışta ve elbette belli oranda gerçeklik payı taşıyarak, Cumhuriyetin ilanı Osmanlının çözülerek sömürgeleştirilmesini engelleyen bir adımdır. Her şeyden önce kapitalizmin gelişimi için uygun bir ortam yaratılmış, sömürge dayatmasının önü kesilmiştir.

Ancak, ilk bakıştan öteye geçip biraz yoğunlaştığımız zaman hemen aslında yüzeydeki olumlu görünümün altında bugünkü emperyalizme bağımlı, ırkçı/dinbaz yeni devlet girişimine yol veren tohumları da rahatça görebiliriz.

İlkin, Osmanlı devleti evet lağvedilip yeni bir devlet kurulmuş, cumhuriyet ilan edilmiştir, ama lağvedilen sadece Osmanlı’nın zaten güçten düşüp çözülen maddi yapısıdır. Osmanlı devletinin “ruhu” olan despotizm yeni cumhuriyette kapitalizme uygun biçimlere büründürülerek sürdürülmüş, kaldırılan padişahlık kurumunun yerine Ordu kurumu getirilmiş, yeni devlet ordunun himayesinde yapılandırılmıştır. Cumhuriyet, yani halkın yönetimi sözde kalmış, devlet fiilen ordunun emrine bağımlı hale sokulmuştur.

Dolayısıyla, yeni devlet demokratik olmayan bir cumhuriyet olarak yapılandırılmıştır.

O arada, dünya çapında tekelci- emperyalist aşamasına sıçrayan kapitalizm, yeni cumhuriyete kendisini dayatmış, kapıdan kovulduğu ülkeye bacadan parasıyla ve üretim teknikleriyle girip kendisine bağımlı bir yeni-sömürge statüsünü dayatmıştır. Yerli sermaye de Batı ile iç içe geçerek kendisini var etmiş, halen de aynı yapıdadır. Kemalizmin anti-emperyalizminin sınırı sömürgeleşmeyi önlemekle sınırlıdır, emperyalizmin ülkeyi kapitalist ilişkiler yoluyla fethetmesine karşı çıkmamış, tersine ön açmıştır.

Ülkede kapitalizm serbest rekabetçi aşamayı yaşamadan doğrudan tekelci aşamada/İş Bankası’nın etrafında toplaşarak inşa edilmiştir. Zayıf Anadolu burjuvazisi devlet fideliklerinde korunarak ve başta işçi sınıfı olmak üzere halkın zenginlikleri sermaye birikiminin hizmetine sunularak güçlendirilmiş, bugünün Koç ve Sabancı gibi sermaye gruplarının temeli o günlerde atılmıştır.

Tekelci sermaye azınlığın azınlığı olan yapısıyla demokrasiye değil demokrasi düşmanlığına eğilimlidir ve nitekim şimdi de aynı yapısını korumaktadır. Bugün 5’li çeteye atıp tutanlar Koç ve Sabancı gibi Kemalist cumhuriyet içinde temelleri atılan sermaye gruplarının tarihlerine baktıkları takdirde, neredeyse aynı vurgunculuğu göreceklerdir.

Çok bahsi edilen laikliğe gelirsek, evet laiklik ilan edilerek önemli bir kazanım için yola çıkılmıştır, ama gelin görün ki, ilk olarak,  üretimden kopuk vurgunculukla semiren tefeci-bezirgan toprak ağaları toprak reformu yoluyla tasfiye edilmeyip tam tersine iktidara ortak edildiği için, bugünkü dinbaz şarlatanlığın iktidarının temelleri daha o zamandan atılmıştır.

Tefeci bezirgan toprak ağaları, kendi üretimden kopuk vurguncu sömürülerini üretici köylülerden gizleyebilmek için binlerce yıldır dini inançları kullanarak ördükleri toplumsal ağların merkezinde konumlanıyordu. Binlerce yılda edindikleri siniklikle önce boynunu eğen bu güçler, şimdi kapitalizmin gelişimine uyum sağlayarak dönüştükleri yeni/“modern” halleriyle Kemalizmi tasfiye etti ve Erdoğan’ın şahsında iktidara gelebildi.

İkinci olarak, laiklik ancak halkın özneleşip iktidara/sermayeye onu dayatmasıyla ve halkın sürekli kendisini korumasıyla kalıcılık kazabilir. Oysa, despotizm tarafından sürekli baskılanan halk güçsüz kalıp özneleşememiştir. Dolayısıyla laiklik süreç içinde dini kullanarak halkı uysallaştırmak isteyen egemenler tarafından sadece biçime indirgenmiş, günümüzde de büsbütün yok edilme baskısı altındadır.

Uygulandığı haliyle de, laiklik ülkede demokratik değil despotik bir laiklik olarak gerçekleştirilmiş, devletin dini Sünni/Hanefi olarak kabul edilip topluma dayatılmış, başta Alevilik olmak üzere diğer inançlar ya da mezhepler baskı altına alınmıştır. Laik bir devlet bütün inançlara kördür, o yurttaşlarıyla sadece anayasal yurttaşlık esasıyla ilişki kurar.

İnanç sorununda atılan gerici tohum etnik kimlik konusunda da atılmış, devletin etnisitesi Türklük olarak belirlenmiş ve başta Kürtler olmak üzere Türk olmayanlara dayatılmıştır. Demokratik bir devletin etnisitesi olmaz, anayasal yurttaşlık bağı yeterlidir; herkes inancını olduğu gibi etnik kimliğini de eşit ve özgür koşullarda yaşayabilmelidir.

Görüldüğü üzere, Cumhuriyet daha kurulurken attığı tohumlarla bugün yaşadığımız bütün gerilimlerin ve egemenlik sisteminin içine düştüğü açmazın temellerini de inşa etmiştir.

Bu açmazının en önemli sebeplerinden birisi, henüz kuruluş sürecinde, emperyalist işgale karşı mücadele etmek isteyen komünist önderler M.Suphi ve diğer yoldaşlarımızın tıpkı bugünkü gibi çeteler kullanılarak katledilmesidir. Bu katliam, halkın inisiyatif kazanmasının önünü kapatmış, ordunun sorgusuz sualsiz iktidarının önünü açmıştır.

Cumhuriyet kuruluşundan itibaren “emperyalizmin yerel şubesi” olan yerel sermayenin güçlenmesini kendi omurgası yapmış, ülkenin bütün doğal zenginliklerini ve kamu kaynaklarını adeta bedavaya sermayenin hizmetine vermiştir. Emperyalizmle iç içe olan yerli sermaye, sadece kendisi değil aynı zamanda emperyalist soygunun yerel öznesidir.

Aynı sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak, halk sürekli yoksullaştırılmıştır. Sadece Koç ve Sabancı’nın değil bugünkü yoksulluğun temelleri de henüz başlangıçta atılmıştır.

XXXXXXXXXXXX

Bugün yapılan 100. yıl kutlamaları ise utanç vericidir ve doğrusu eleştirdiğimiz cumhuriyet bile bu kadar bayağılığı hak etmiyor.

Bankaların reklamlarından duygulananlar, 100. yılın resmi kutlamasını bir gerekçeyle engellerken aynı zamanda sinsice kendilerine uygun bir tarih uydurarak ona sahip çıkan iktidar çevreleri, mezdeke müziğiyle ya da disko gürültüleriyle Cumhuriyet anması yapan CHP’li belediyeler ve en aşağılığı da korumakla görevli oldukları Kemalist devlet gözlerinin önünde tasfiye edilirken omuzlarındaki apoletleri kaybetmemek için uysalca yol verenlerin acıklı tiradları!

Hiç birisi hiçbir şey yapmasa da sadece yas tutsalar daha saygılı olmaz mı?

Her şeye rağmen cumhuriyete sahip çıkmak için sokaklara çıkan yüz binlerce yurttaşımızı anlıyoruz ve acılarını, hüzünlerini dostlukla paylaşıyoruz.

Diyoruz ki: Gerçeğe bakmaktan korkmayın, artık savunduğunuz Kemalist cumhuriyet yok!

Zamanında korkudan dizleri titreyerek Kemalizmin tasfiyesine yol veren generallerin şimdiki zavallı mızıldanmalarına, Erdoğan’ın desteğiyle milyarlarına milyarlar katan Koç ve Sabancı gibi emperyalizmin yerel uzantılarının duygularınızla oynamalarına izin vermeyin.

Şimdi, yeni bir cumhuriyet için yola çıkmanın tam zamanıdır!

Halkın halk için halk tarafından yönetildiği bir demokratik cumhuriyet!

Aslında farkında olarak ya da olmayarak Gezi isyanımızda onun için hep birlikte yola çıkmadık mı?

Gezi’den bu yana eşitsizlikler, adaletsizlikler, sömürü, baskı, çeteleşme ve katliamlara karşı sürüp gelen mücadelemiz içinde yaşadığımız bizi her gün öldüren düzene karşı değil mi?

Halkın çıkarını, insanca bir yaşamı savunan bir anayasayı ancak ve ancak biz hep birlikte yapabiliriz. İçinde bulunduğumuz bu çok özel, çok büyük yıkıcı dinamikler ama aynı zamanda çok özel halkçı-demokratik fırsatlar barındıran dönemden tek çıkış yolumuz budur.

Tekrarlayalım: Halkın halk için halk tarafından yönetildiği bir demokratik cumhuriyet!

Olması gereken değil, ütopya değil; artık ayakta kalıp yaşayabilmek için kurmak zorunda olduğumuz yeni bir düzen!