Kayyımlar ve Türkiye’de yerel yönetimler – Meral Çınar

2016’nın Eylül ayında çıkarılan KHK ile birlikte Belediye Kanunu’nda düzenleme yapıldı. Bu düzenleme; “terör örgütü propagandası-üyeliği-yardım ve yataklığı” yapan belediye yöneticilerini görevden uzaklaştırmayı ve yerlerine 15 gün içerisinde yeni görevlendirmelerin yapılmasını ön görüyordu. Yeni görevlendirmelerden kasıt, belediye meclisinin toplanması bile doğrudan ona bağlı olan kayyımların ta kendisiydi.

2016 yılında 95 belediyeye kayyım atandı, 31 Mart 2019 yerel seçimlerine kadar bu kayyımlar görevlerine devam ettiler.

Ve bizler 31 Mart yerel seçimleri sonrası, halkın oylarıyla seçilen belediye başkanlarının teşhir ettiği kayyım gerçeğiyle yüzleştik. Kayyımlar bu iki buçuk yıl içerisinde milyarlarca lira borç bırakmakla kalmamış, halk çıkarlarını, yerel hassasiyetleri gözeten bütün çalışmaları, projeleri iptal etmiş ve yenilerini de desteklememişlerdi. Özellikle kadın çalışanları işten çıkarıp, kadın merkezlerini kapatmışlardı.  

Yine, yeniden

Şimdi aynı resme bir kez daha bakıyoruz.

Seçimlerden hemen sonra belediyenin tasarrufunda bulunan ve yapması gereken projelerin tamamı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda ilgili bir müdürlüğe bağlandı. Müdürlüğün onayı olmadan, belediyelerin kendi içinde bağımsız, halkla birlikte ve özerk proje uygulama yetkileri elinden alındı.

31 Mart’tan sonra yerel seçimlerde büyük yenilgi yaşayan AKP/MHP iktidarı her şeyi yasal kılıfına uydurup, yerel yönetimlerin halihazırda var olan azıcık özerkliğini de elinden almış oldu.

Yetmedi, halkın kendi oylarıyla seçtiği belediye yöneticilerini bir bir görevden alıp tutuklatmaya ve yerlerine kaymakam ve valileri atmaya başladı bile.

Şimdiye kadar, en son İpekyolu Belediyesine de atanan kayyımla birlikte 16 belediyeye; Şırnak, Van, Hakkari, Diyarbakır, Mardin belediyelerine kayyım atandı. Biz bu yazıyı yazarken başka bir kayyım ataması haberi almamız ise oldukça olası bir durum.

HDP’li belediyeler üzerinden gerçekleşen bu sürecin HDP ve onun etrafında şekillenen muhalefeti zayıflatmak, halihazırda Suriye’de yürütülen savaşla birlikte Türkiye’de de yaratılan Kürt düşmanlığını derinleştirmek, devlet ve Kürtler arasında süregiden savaşta psikolojik bir üstünlük kazanmak gibi amaçları var elbette.  

Fakat oldukça önemli bir diğer yönüyle de, demokrasinin kilit unsurlarından biri olarak yerel yönetim anlayışı ve kurumları ilga edilmek isteniyor.  Bu ne anlama gelir?

Türkiye’de yerel yönetim anlayışı

Osmanlı’da şimdiki anlamıyla olmasa da, vilayet, sancak ve kazaların özerk yerel yönetimini elinde bulunduranlar valiler ve sancakbeyleriydi. 3. Murat döneminde sancak beyleri (kaymakamlar) ve valiler hakkında rüşvet ve yolsuzluk iddiaları, halkın yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı ayaklanmaları ve Osmanlı Devletinin  yaşadığı çözülme ve gerileme süreci, merkezi yönetimden özerk olan valilik ve kaymakamlık kurumlarının merkeze bağlanmasıyla sonuçlandı.

O dönemden 4. Murat’a kadar halk ayaklanmalarına çözüm arayan Osmanlı Devleti; batıda gerçekleşen burjuva devrimlerinin ve demokrasi anlayışının bir parçası olan yerel yönetim fikrinden esinlenmiş ve fakat özerklik konusunda asla taviz vermemiştir. Ayrıca yerel yönetim anlayışı daha çok, zayıflayan merkezi iradeyi güçlendirecek bir araç olarak görülmüştür. İlk belediye çalışmaları ise ancak 19.yy sonralarına doğru gerçekleşmiştir.

Yani Türkiye’de yerel yönetimler merkezi güçlendirmek, halk isyanlarını bastırmak gibi nedenlerle uygulamaya konuldu ama tamamen merkeze bağlı bir biçimde. Cumhuriyet döneminde ise yerel yönetim anlayışı doğrudan Osmanlı devletinden devralındı, valilik ve kaymakamlık kurumlarıyla birlikte. Tek bir farkla, yerel yönetimler halk tarafından seçilmeye başlandı ama her daim devletin doğrudan atadığı valilik ve kaymakamlık kurumlarına bağlı olarak.   

Yerel yönetimlerin ilgası

Türkiye devleti, 1992 yılında “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” anlaşmasını imzalamış olmasına rağmen, yerel yönetimlerin özerkliğinden her zaman rahatsızlık duymuş dolayısıyla da sürekli olarak merkezi hükümete bağımlı kılmış, desteklememiştir.

Fakat bugün yapılan bunun çok daha ötesine geçmektir. Sözde bir burjuva demokrasinin en asli unsuru, seçme ve seçilme hakkı yok sayılıyor. Bugün Kürt illerinde olanın yarın bütün Türkiye’de geçerli olmaması için bir sebep mi var? Demokratik kurumların tek tek iflas ettiği ve tek bir kişinin yasama yargı ve yürütmenin bütün unsurlarını kendine bağladığı bir ortamda, seçme ve seçilme hakkı da ortadan kalkarsa, buna 21. yüzyılın faşizmi demekten başka ne çare kalır.

Ola ki, CHP bu kayyımların Kürt düşmanlığının getirdiği ortaklıkla kendisini vurmayacağını zannediyorsa büyük yanılıyor. Devletin bekası uğruna girdiği bu ortaklıkta elindekilerden de olması an meselesi. İstanbul’da yaşanan Boğaz sorunu Türkiye’nin batısına doğru bu sürecin hızlandırılacağının bir işareti değil mi?

Bizlerin ise, işlemeyen ve giderek yok edilen burjuva demokratik kurumlarını teşhir ederken; halkçı, demokratik, özerk bir yerel yönetimin önemini ve ihtiyacını daha da güçlü vurgulaması gereken özel bir dönem .