Latin Amerika’da halkçı güçlerin atağı – Max Zirngast

Ekim ayında halkların, bir hafta arayla önce Bolivya’da sonra Şili’de elde ettikleri zaferler, kıtanın geleceğini, hatta dünyadaki toplumsal ve siyasi mücadelelerin seyrini ciddi ölçüde etkileyebilecek vaziyette.

Latin Amerika epey bir süredir yoğun ve çoğu zaman şiddetli toplumsal mücadelelerin sahnesiydi. Doksanlarda yayılan halkçı-sol “pembe dalga” Venezuela’dan Arjantin’e kadar birçok ülkeyi kapsadı. Sol hükümetler siyasi anlamda kısmen başarılı bir antiemperyalist duruşla ve ekonomik anlamda dünya konjonktüründen faydalanıp, hammadde çıkarıp ihraç etmeye dayalı modelleriyle kısmi bir kalkınma gerçekleştirip, elde edilen kârlarla yoksullukla mücadele bağlamında büyük adımlar atabildiler. Bu modelleri aşamadıkları için dünya ekonomik krizinde zorlanmaya başladılar. Krizde sağ tekrar yükseldi, kimi yerlerde iktidara geldi.

Bolivya’da darbeci güçler püskürtüldü

Ekim ayında, faşizan darbeden bir yıl sonra yapılan başkanlık seçimlerinde Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) ilk turda galip geldi. Luis Arce -eski başkan Evo Morales’in kabinelerinde maliye bakanıydı- oyların yüzde 55’iyle yeni başkan seçildi. 2003-5 arasında başkan olan muhafazakâr-neoliberal Carlos Mesa yaklaşık yüzde 29, aşırı sağcı ve Santa Cruz eyaletinde belli bir güce sahip olan Fernando Camacho ise yüzde 14 ile geride kaldı.

Hatırlayalım, 2019 Ekim ayında Evo Morales yüzde 47 civarında oy almış, ikinci sırada gelen Carlos Mesa ise oyların yüzde 36,5’ini almıştı. Bolivya sağı seçimde hile yapıldığı iddialarıyla protestolar örgütleyip sonra da kimi ordu ve polis güçleriyle fiili bir darbe gerçekleştirmişti.


Darbe kurumsallaşamadı ve yeni bir seçime izin vermek zorunda kaldı. MAS’ın katılımını da engelleyemediler. Bunun ana sebebi yerel halkların, işçilerin, köylülerin ilk günden beri sergilediği büyük direniştir. Bu seçimi yaptıran ve MAS’a bu seçimi kazandıran halkın direnişidir.

Şili’de halk otoriter neoliberalizme karşı isyanda

11 Eylül 1973 Şili sosyalist başkanı Salvador Allende askerî darbe yoluyla iktidardan düşürüldü. O günden bu yana diktatör Augusto Pinochet tarafından yönetilen Şili neoliberalizmin laboratuvarı olageldi.

Pinochet ve danışmanları tarafından yazılan anayasa ise 25 Ekim referandumuyla yenik düştü. 2019 son baharında toplu taşıma fiyatlarına planlanan zamlar nedeniyle başlayan ve bütün neoliberal sistemi karşısına alan protestolar hızla yayılmıştı. Bunun üzerine sağcı devlet başkanı Pinera halkı sakinleştirmek için anayasayı referanduma sunacağını söyledi. Referandumda oy kullananların yüzde 78’i yeni bir anayasa istiyor. Dahası, yüzde 79’u da yeni anayasanın bağımsız bir kurucu meclis tarafından yazılmasını istedi. Diğer seçenek ise milletvekillerinin de içinde oldukları bir komite olacaktı. Böylece halk tercihini kurucu meclisten yana koymuş oldu.

Şimdi ne olacak?

Bu son gelişmelerin bize gösterdiği şudur: Kıtanın geleceği üzerine yürütülen tartışma ve toplumsal mücadeleler devam edecektir. Küresel hegemonya krizinde Latin Amerika’da da bir hegemonya mücadelesi sürmektedir. Ve Bolivya ve Şili gibi güzel başarıların ardından Peru’daki darbe girişimi bize gösteriyor ki yerel oligarşi ve sağ güçler pes etmedi. Fakat halkların büyük direnişleri ve Bolivya’dan Şili’ye gördüğümüz (öz) örgütlenme çabaları mevcut siyasi iklimde adeta ışık saçan yıldızlardır.