Neden Demokratik Cumhuriyet? – Kader Ortakaya

Toplumsal Özgürlük Gazetesi-Nisan 2014 Sayısı

06.04.2014

İçinde yaşadığımız süreç tarihsel değişimlere gebe.

Gezi ayaklanması, sönümlenmeyip sürerek kalıcı bir yapı kazandıkça; kendine has ve yeni birçok örgütsel formlar ortaya çıkarıyor; ruhu, farklı toplumsal ve siyasi dinamiklere saçılarak onları devrimcileştiriyor ve büyütüyor.
Anti- kapitalist ve demokratik-halkçı toplumsal dinamikler, Gezi ruhundan besleniyor.
İşçi sınıfının, zaman ayarsız bomba gibi “süprizler” patlatmaya gebe olduğuna dair alametler epeydir belirginleşiyor. Fabrika işgalleri bunu göstermiyor mu?
Kürt Özgürlük Hareketi yıllardır, inkarcı ve sömürgeci oligarşik-totaliter rejime karşı verdiği mücadelede artık yalnız değil.

Kadınlar ve gençler, artık eskisinden daha fazla kendine güvenli, inatçı ve boyun eğmeyen bir duruş içindeler.
Peki, mücadele dinamiklerinin böylesine geliştiği bir süreç, mücadelenin yönünü nasıl etkiliyor?

Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.

Mücadelenin nicel birikimlerinin Gezi ile uğradığı nitel dönüşüm, şimdiki mücadele hattını da sıçrayarak başka bir zeminde konumlanmaya zorluyor.
Günümüzde, politik süreci Gezi öncesinin “hak kazanımı” konjonktürü üzerinden ve protesto diliyle başlayarak sonunda “boşluğa” bağlanan söylemlerle yürütebilir miyiz? Öylesi bir tutum, günümüzün toplumsal gerçekliğinin gerisine düşmek olmaz mı? Yaşadığımız ve dönüştürücü gücünü hepimizin kabullendiği “Gezi” gerçekliği, yaşanmamış gibi devam edebilir miyiz?
Şimdi, Gezi’de ve sonrasında, halkın öfkesi ve bilinci yükselmişse ve harekete geçip meydanları zapt etme eşiği çıkarları her zedelendiğinde kolayca aşılabiliyorsa, bu gerçekliğin işçi sınıfının ve diğer halk güçlerinin siyasi temsilciliğine ya da öncülüğüne talip olan güçlere, yeni ve özel görevler yükleyeceği açık değil midir?

Sermayenin iktidarına “asma yaprağı” işlevi gören ya da halka baskı yapan devlet kurumlarına, halkın iradesini dayatma zemininin üstüne yerleşmenin fiilen yoklandığını ve toplumsal meşruiyetinin de epey güçlü olduğunu görmek, güçlenmeye çalışan bu toplumsal eğilime can vermek ve öncülük yapmak gerekmez mi?

Gezi’nin devrimci ruhunu arkasına alan öylesi bir mücadele yolunun toplumsal ve siyasal alanda yaratacağı “fiili iktidar” odağı; sermayenin mutlak iktidarının şimdiki oligarşik-totaliter rejimiyle savaştıkça, sermayeye karşı bir halkçı iktidar alanı inşa etmeye yazgılı değil midir? Ve hatta, giderek bir “ikili iktidar” durumu oluşamaz mı?

Oligarşik-totaliter rejime karşı, Demokratik Cumhuriyet

1871’de yaşanan Paris Komünü pratiğinin ışığında Marx-Engels’in yaptığı teorik-politik analizler, o analizlerin Lenin’de pratik olarak uygulanmış ve ülkemizde Kıvılcımlı’da bir programatik hedef olarak vurgulanmış haliyle, burjuva iktidarına karşı sosyalizme yürünen yolda işçi sınıfına sunduğu “Demokratik Cumhuriyet” perspektifi; Gezi sonrasında program sayfalarından çıkıp gerçek yaşamın içinde kendisine yaşam alanı yaratmaya çalışıyor. Sahip çıkmak, parlatmak ve önünü açmak, öncülüğünü yapmak gerekiyor.

“Demokratik Cumhuriyet”, sokaklara dökülen milyonların yürüyüşleri ve haykırışlarıyla güncellendi ve pratik bir olgu olarak kendisini dayatıyor.

Demokratik Cumhuriyet, bugünün-zamanımızın “devrimin güncelliği” arayışında, günlük-pratik mücadelenin içinde oluşacak bir “fiili iktidar” durumunda, bir nüve olarak var olacak ve o nüvenin doğal hedefinde olacaktır.

Peki, bu rejimin kurucu özneleri kimlerdir?

Sermayenin oligarşik-totaliter rejimine karşı, Taksim/Gazi-Tuzluçayır-Akkapı-Armutlu’da ve Amed’de somutlaşan zengin toplumsal mücadele özneleri, güçlerini burjuvaziye dayatarak, halkın iktidarı yolunda inşaat ve kuyumcu işçiliğini yapacak.

Normal günlük akışın dışında konumlanan bu yönelim, burjuvaziden talep ettiğimiz bir hak değildir. Aksine, sermayenin oligarsik-totaliter rejimine dayatılan, onu toplumsal bir hareketlilik-kalkışma içinde günlük olarak mevzi mevzi gerileterek, ezilenlerin ve sömürülenlerin mücadelesinin içinde ve sonucunda tohumları atılıp yeşertilecek yeni bir rejimdir.

Demokratik Cumhuriyet nereden başlayacak, nerede son bulacak?

Demokratik Cumhuriyet’in sınırlarını çizecek ve onu oluşturacak olan toplumsal ve politik mücadele dinamiklerinin gücüdür. Ama bu sınırlar durağan değil hareketlidir.
Amed ve Gezi’yi arkasına alan ezilenler ve sömürülenlerin ortak hareketi, burjuvazinin iktidar alanına sürekli hamle yaparak, onu daraltmak ve kendi bağımsız alanını genişletmek ve egemen hale gelmek isterken; tersinden, burjuvazi tam egemenliğini sağlamak için faşizmi de göze alan  bir sürekli saldırı konseptini geliştirecek, güçlendikçe daha fazla saldıracaktır.

Demokratik Cumhuriyetin kuruluş süreci, hamle yapıp kendisini oluşturabildiği kadarıyla ve egemenlere karşı kazandığı mevziler oranında güçlenip meşruiyet kazanacaktır. “Fiili meşru hat” toplumsal alanda güç kazanıp meşrulaştıkça, burjuvazi ve onun egemenlik aygıtlarını meşruiyet alanı dışına çıkaracaktır.

Kuruluş sürecinin hangi aşamasında bir siyasal devrime sıçranacağı ve Demokratik Cumhuriyet’in varlığını ve egemenliğini dayatacağı, toplumsal ve siyasal olayların akışının zenginliği içinde ve özellikle de bir güç dengesi geriliminin içinden belirlenecektir. Demokratik Cumhuriyet, halkın kendisini kendi çıkarları doğrultusunda ve kendisi olarak yönetmesinin örgütlenmiş hali olarak şekillenecektir.

Haziran ayaklanmasının armağanı forumlar, yeni toplumun doğrudan demokrasi denemeleridir.

Forumlar yerel meclislere dönüştükçe, aldıkları kararların önünde duran engellerle-egemenlerin oligarşik rejiminin temsilcileriyle karşılaşacaklar. Bu engeller başta valilik ve kaymakamlıklar ve onlara bağlı yukardan atanmış bürokratik-oligarşik kurumlardır. Bu oligarşik yapı ve yukardan aşağı örgütlenmiş kurumları, kapitalizmin ve onun siyasi rejiminin makro ihtiyaçlarını yerellere dayatmayla görevlidir. Bu yüzden çatışmaların ilk elden buralardan başlaması sürpriz olmaz. Tıpkı Gezi parkı gibi.
Forumlardan Meclislere uzanan bir eksende kendisini var edecek olan Komünlerin özgür birlikteliğinden oluşan Demokratik Cumhuriyet; imparatorsuz imparatorluk/padişahsız padişahlık gibi yönetilen şimdiki oligarşik-totaliter rejimi tasfiye edecek ve halkın doğrudan iktidar organlarını oluşturacaktır.
Üçüncü cephenin şimdilik bir bileşeni olan işçi sınıfının, mücadele içinde ve önündeki örgütlenme engellerini aştıkça kazanacağı “kendi için sınıf” olma bilinciyle, mücadeleye rengini vermesi kaçınılmazdır.

Kapitalizmin tüm saldırı alanlarından yükselen isyanın, direnişin ötesine geçerek, yaratacı-kurucu özne olacağı bir sürece giriyoruz.

İçinde yaşadığımız süreç tarihsel değişimlere gebe.

Egemenler çeşitli illüzyonlarla bu süreci engellemek ve havayı bir süre daha kendilerinden yana estirmek istiyorlar. Egemenlerin asıl hedefi sokakları öyle ya da böyle boşaltmak. Bizim için ise, hedef sadece sokağa çıkmak değil orada kalıcılaşmak olmalı.