ROTA: Nisan buluşması ve baskın seçimler

Ancak kurucu bir irade yüklenilirse ve gündelik mücadelelerin önünü aydınlatacak-yolunu kaybetmesini engelleyecek bir umut ışığı yakılabilirse sonuç alınabilir. Umut ışığı, kazanımların anayasal güvenceye kavuşacağı bir demokratik anayasa ve bu anayasanın omurgası olacağı demokratik bir cumhuriyettir.

 

Kaotik bir ortamda sarsılan Türkiye’de siyasal gündem sürekli ve hızla değişiyor.

22 Nisan’daki Özgürlük Buluşması’na hazırlanırken, adeta baskın yapılarak seçimlerin 24 Haziran’da yapılacağı açıklandı. Aldıkları karar, iktidarın içerisinde bulunduğu açmazın göstergesi olmasının yanı sıra “gizli” bir planı olduğunu da gösteriyor. Tutup tutmayacağını kısa sürede göreceğiz, ama elbette halk güçleri de kendi tutumlarıyla sürecin akışında etkili olacaklar.

Önümüze koyduğumuz işler ise, işleyen süreç seçim gündemine hapsedilemeyecek kadar önemli. Bu bakımdan, kurultay vesilesiyle öne çıkan ve sadece seçim tartışmalarına hapsedilemeyecek görevlerimizi ısrarla vurgulamak ve hayata geçirmek gerekiyor.

Elbette, biliyoruz, seçim gündemi şimdi sahnenin önünde. Ve sıradan değil belirleyici bir seçimle yüzleşeceğiz. Ama yine de, bizzat seçim sürecinin yarattığı olanakları ve onun özel gündemini neden halk güçlerinin kendi gündemlerine hizmet edecek bir özel tarzda kullanmayalım?

Sadece seçim hesabı mı?

Muhtemelen siyasi tarihin en gergin zamanları arasında sayılacak bir özel dönem bizleri bekliyor. Ancak, önümüzdeki günlerde şimdikinden daha da yükselecek olan kaotik gerginliğin solun zaten pek de olmayan soğukkanlılığını yok etmesini engellemeliyiz.

Doğması muhtemel olan ve sağa ya da sola sıçrama biçiminde kendisini gösterecek her türden panikçi tutumun önünü kesmenin en iyi yolu, yapılması gerekenleri yapmaktan geçiyor. Seyirci ya da yorumcu-siyasal trafik polisliği konumlarının konformist “doğrucu Davut” rolü yerine, baskın biçiminde dayatılan seçim koşullarının içinde nasıl yol alınabileceğine odaklanmak gerekiyor.

Ancak, hemen yaşadığımız şu 2-3 gün bile gösteriyor ki, seçim hesapları büyük oranda günü kurtarma amacı üzerinden yapılıyor. Seçimler süreci, aslında tümüyle destek olabilecekken, çoğunlukla toplumsal dinamiklerin kalıcı ihtiyaçlarını dillendirmekten imtina eden bir şekilde yaşanıyor. Tüm hesaplar seçim sonuçlarına endeksli olunca da, sandıktan çıkan sonuçlar fazladan umutlanma ya da hızla moral bozukluğu ve çökkünlük yaratıyor.

Üstelik şimdi baskın misali ilan edilen seçim tarihi de solun elini ayağını bağlar nitelikte. Halk güçleri, sadece iki aylık bir sürece sıkıştırılan seçim takvimine hızla refleks üretecek bir örgütlenme ağına sahip henüz sahip değil. Asıl görevi/halkı onun ihtiyaçları üzerinden örgütlenmeyi yapmazsak zaten hiçbir zaman da öyle bir konuma yerleşemeyeceğiz.

Peki, önümüzdeki 64 gün neden böyle bir konuma yerleşme ve üstelik seçimlerde de sonuç almayla yaşanmasın, bizi kim tutabilir?

Meclisleri kuralım

İşe nereden başlayabiliriz?

Günü kurtarma paniğini aşacak ve halkı uzun soluklu mücadeleye hazırlayacak, halk güçlerinin özne olma kapasitesini arttıracak araçlara ihtiyacımız var.

Halk güçlerinin umut ve morale ihtiyaçları var. Türkiye’nin içinde çırpındığı olağanüstü koşullarda umut ve moral sadece seçim sonuçlarıyla gelmez, gelemez. Seçim sonuçları kısmi olumluluklar taşısa bile, ülkenin sürüp giden karmaşası, uzun soluklu ve karmaşık bir mücadeleyi zorunlu kılıyor.

Umut ve moral, değiştirme gücünü yüklenmiş bir özneleşme ve sorumlu bir iradi duruşun yürüteceği mücadelenin içinden çıkıp gelecektir. Umut ve moralin, şimdi ve bu ülkede, gün be gün, hatta seçim sürecinin politik hassasiyetleri yükseltmesinden faydalanarak dakika dakika tüm yaşam alanlarında sabırla, inatla ve bedel ödemeyi göze alarak inşa edilmesi gerekiyor.

Bunun aracı ise, irili ufaklı, sürekli ya da kurulup-dağılan bin bir biçime bürünecek meclis örgütlenmeleridir. Halkın kendi kaderinin kendi ellerinde olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi gerekiyor.
Meclisler, iktidarın artık süreklileşen şok darbelerine karşı halkın moralini yüksek tutacak, uzun bir sürece yayılan ve yaşamın derinliklerine dek nüfuz edebilecek bir yapıda olmalıdır. Onlar, öyle bir içerik ve biçimle kendisini inşa etmelidir ki, halkın siyasete yabancılaşmasını sağaltım yoluyla aşabilsin.

Meclisler, halkın özgürlüğe ve refah içinde yaşamaya duyduğu özlemin büründüğü farklı hallerin ortaklaşma mekânlarıdır. Hatta kaotik ortamın yarattığı baş dönmesi ve paniğin zorlamasıyla bastırılmış, gizli kalmış, görülmeyen-görülemeyen özgürlük ve refah ihtiyaçlarının açığa çıkarılma ve inşa edilme atölyeleridir.

Meclisler, halkın çıkarlarını savunan ama günümüzde dağınık ve etki gücü düşük olan halkçı-devrimci örgütlerin sınırlarını kat be kat aşan bir güçle ortaya çıkabilecek yeni özgürlükçü-halkçı alanın muazzam gücünü görüp-keşfeden ve bu potansiyeli gerçekleştirmeye kilitlenen bir yapıda olmalıdır. Didişmeci sol alışkanlıkların reddi, küçük dükkân kaygılarının dışında bir kaygıyı güder: Halkın ortak çıkarları!

Meclisler, gelecekte hedeflediğimiz toplumun tohumlarını barındırırlar. Geleceğin toplumu orada inşa edilir.

Meclisler, diktatörlüğe karşı halkın ihtiyaçlarını kendisine rehber edinecek bir demokratik cumhuriyetin inşa çalışmasıdır.

Gündelik hayat politiktir

Elbette devlet, devletin merkezinde olduğu bir özel alanın etrafında oluşturulan burjuva siyasal düzen ve onun sahnesi parlamento gerçekliğini de gören bir konuma yerleşmek kaydıyla, sermaye düzeninin en önemli güç kaynaklarından biri de, gündelik hayatın akışında nüanslar düzeyine dek yayılmış kapsayıp-içerme yeteneğidir.

Öyle olur ki, “gözükmeyen bir el” günlük yaşamımızı tüm ayrıntılarını kapsar ve sermayenin ihtiyaçlarıyla uyumlu bir yapıya sokar.

Tam da bu gerçeklik üzerinden, siyasal mücadeleyle eş zamanlı bir mücadele de, aslında onun başka bir yüzü olarak toplumsal alanda akıp giden günlük yaşamın içinde yaşanır, yaşanmalıdır.
Gündelik hayat bireyin bütün yaşamını kapsar.

O, üretim, yeniden üretim, tüketim, geçim derdi, işyeri, medya, eğlence dünyası, sinema, televizyon, yeme, içme, giyinme, barınma, okuma, yazma ve daha bir sürü faaliyetimizi içerir.
Gündelik hayat, sermaye ile devletin kapsayıp içererek tümüyle kendisine uyumlu hale sokmayı hedeflediği, düzenin kalp atışlarının yaşanıp- hissedildiği yerdir. Karşı koyuş olmadığı sürece de, sermaye ve devlet tarafından fethedilip özel bir tarzda damgalanır.

Sermaye düzeni, gündelik yaşam üzerinden kendiliğinden yaşanan, öyle gelmiş böyle gidecek doğal bir “şeymiş gibi” sunulur. Gündelik hayat, çoğunlukla politik olmaktan çok uzak bir gerçeklik gibi öylesine yaşanır. O, işte öyledir ve öylesine akıp gider!

İşte, sermaye düzeninin en büyük gücü, politika ile gündelik hayat arasındaki bağı yabancılaşma dolayımıyla koparabilmiş olmasında yatar. Oysa tersi doğrudur. Gündelik hayatta yaşanan her problem aynı zamanda politiktir.

Alanda iktidar kurmak

Gündelik hayatta karşılaşılan her problem içerisinde politik bir nüve barındırır. Gündelik hayatın alanı ile devletin odağında olduğu siyasal alan, kapitalist sisteme özgü bir tutumla  birbirlerinden kopartılmış ve yabancılaştırılmış olsa da, gerçek yaşamın içinde birbirleriyle bin bir dolayımla ortaklaşarak bütünleşir ve sermayenin hareketine hizmet eder.

Bizim görevimiz, egemen güçler tarafından kopartılan söz konusu alanların gerçek yaşamdaki ortaklığı üzerinden konumlanmak, bilinçlerdeki yanılsamayı dağıtıp bu alanların aynı kapitalist toplumsallığın farklı parçaları olarak kavranmasını sağlamak olmalıdır.

Geçim derdi, işsizlik, eğitim sorunu, kadınlara yönelik şiddet ve aşağılama, inanç ve etnik farklılıklar üzerinden uygulanan dışlanma ve şiddet, toplumsal/bireysel depresyon ve mutsuzluk, hayvanlara yönelik eziyetler, tahrip edilen doğa, herhangi bir eğitim, sağlık, barınma ya da ulaşım sorunu vs; farklı ağırlıklar taşıyarak var olurlar; ama herkesin gündelik yaşamında karşılaştığı bu sorunlar; devlet merkezli siyasal alanla doğrudan bağlantılı değil mi?

Bu gerçekliklerin hepsi uygun örgütlenme tarzı, uygun dil ve örgütsel form bekleyen zengin toplumsal mücadele alanlarıdır. Bu alanlarda elde edilecek başarı solun toplumsal ve siyasal özne olma kapasitesini arttıracak, nüfuz alanını genişletecek ve manevra yeteneğini yükseltecek, tarih yapıcı potansiyellerle yüklü mücadele alanlarıdır.

Kurultaya giderken kendimize şunları sormamız gerekir: Bu zengin toplumsal alanların sistem tarafından belirlenen kaderlerini değiştirebilecek miyiz? Yoksa bizim dışımızda belirlenen günlük yaşama tabi mi olacağız?

Nüfuz alanını genişletmek

Solun genel olarak steril (üniversiteli/üniversite mezunu, kentli, laik orta sınıf ya da Kürt/Alevi) kitlelerden oluşan etki alanı ve politik hassasiyetleri, tam da şimdi genişletilmek zorunda. Evet, bahsi geçen tüm kesimler hareketin önemli bileşenleridir. Ama solun geleneksel tabanı olan bu güçlere yönelik her türlü kaba ve kestirmeci alışkanlıkların kesinlikle terk edilmesi, rafineleşerek yüksek hassasiyet kazanmış yeni yaklaşımlarla ilişkinin daha da derinleşmesi gerekir.

Ancak, yetmez. Sağ siyasetin güç alanının içerisine hapsedilmiş milyonlarca yoksul insana onların gündelik yaşamlarındaki ihtiyaçlarına yoğunlaşarak ulaşmanın yolları aranmalıdır. Bu başarılamadığı sürece egemen sınıflar tarafından birbirlerine yabancılaştırılmış halk güçleri arasındaki yapay bölünme karşısında tutukluk yaşar, bize dayatılan kısırlık içine hapsoluruz.

Meclisler, demokratik katılım ilkesi çerçevesinde tüm kesimlere kapılarını açmalıdır. Bu yolla sosyalistlerin kendilerini biraz da kendi yetersizlikleri yüzünden sıkıştırıp hapsettikleri güvenli (!) ama kısır ortam daha büyük bir iddiayla genişletilebilecek, kitleler ve sosyalist sol nezdinde rejimin siyaset arenasında yarattığı derin yabancılaşma aşılabilecektir.

Kurultay, siyaset, toplumsal alan

Halkın ihtiyaçları yola çıkışın ilk adımıdır.

Sermaye düzeninin Erdoğan döneminde uyguladığı ve günümüzde derinleştirerek sürdürdüğü neo-liberal soygunun yarattığı toplumsal yıkım bütün halk güçleri tarafından kendi bulunduğu yerden ve kendisine değip ezdiği noktadan net biçimde acı hissederek yaşanıyor.

O acıları özel olarak görmek, o özel noktada konumlanmak, oluşan acil ve özel ihtiyaçların sözcüsü olmak gerekiyor.

İşçilerin gasp edilen hakları, kadınların sürekli aşağılanmadan cinayetlere uzanan bir cehennemi ortama sürüklenmesi, Kürtlerin ve Alevilerin farklı etnik ve inanca dayalı varlıklarının reddi, ekolojik yıkım üzerinden yaşama hakkının gasp edilmesi, artan işsizlik ve sürekli daha da dibe itilen yoksullaşma, dinin özel/Erdoğanist bir yorumunun toplumsal ve siyasal egemenliği üzerinden özgürlükçü-demokratik bir laik yaşam hakkının gaspı, Anadolu coğrafyasını her türden emperyalist müdahaleye açık hale getiren maceracı politikaların yarattığı sürekli savaş ortamı gibi herkesin görüp-yaşadığı gerçeklikler, çok daha fazla olan diğer güncel sorunlarla iç içe geçerek sanki normal bir yaşam gibi dayatılıyor.

Ortaya çıkan ihtiyaçlara odaklanmak, oluşan tepkilerin içinde ve önünde olmak yola çıkış adımıysa, yaşanan sorunların somut sebebi olan Erdoğan odaklı iktidar alanına karşı muhalefetin örgütlenmesi, günlük yaşamdaki sorunlarla siyasal alanın arasındaki ilk köprü olacaktır.

Ama yetmez, sadece “direnmek” ya da yalnız “protesto etmek”, edilgen ve zayıf bir tutum olarak fazla sonuç yaratamaz, bağlı olarak etki alanı da yaratamaz. Sonuç alabildiği noktalarda da, iktidarın yeni hamleleriyle kazanılan hakların yeniden kaybedilmesi yaşanacaktır.

Ancak kurucu bir irade yüklenilirse ve gündelik mücadelelerin önünü aydınlatacak-yolunu kaybetmesini engelleyecek bir umut ışığı yakılabilirse sonuç alınabilir.

Umut ışığı, kazanımların anayasal güvenceye kavuşacağı bir demokratik anayasa ve bu anayasanın omurgası olacağı demokratik bir cumhuriyettir.

Örgütlenme ve propaganda hakkının herkes tarafından kullanılabileceği, halkın seçtiği yerel meclisleri yönetimin ana omurgası yapacak ve devlete ait bütün saltanat makamlarını kaldıracak, hangi etnik ya da inanç kimliğine sahip olduğuna bakılmaksızın herkesin eşit yurttaşlık hakkına sahip olacağı, şimdi erkeklerin egemenliği üzerinden yaşanan cinsiyet ayrımcılığının yasaklanıp kadın cinsine pozitif ayrımcılık tanındığı, doğanın ekolojik dengeleriyle uyumlu bir toplumsal yaşamın örgütleneceği, dolaylı değil artan oranlı servet vergisine dayalı dolaysız vergi sistemiyle yoksul bütün yurttaşların koşullarının asgari yaşam standardına yerleştirileceği ve asgari yaşam standardının toplumsal bir hak olarak kabul edileceği bir demokratik cumhuriyet!

İşte, kurultayımız, kendisini farklı halk güçlerinin olağanüstü zengin ihtiyaçlarının sözcülüğünü yapan meclisler biçiminde örgütlerse ve bu zeminden yola çıkarak Erdoğan’ın neo liberal despotizmine karşı demokratik bir anayasa ve demokratik cumhuriyet hedefine doğru yola çıkarsa, tarihsel ve sonuç alıcı bir tutum geliştirebilir.

Seçimler ve görevler

Açıktır ki, şimdi baskın yapılarak dayatılan seçim gündemi içindeyiz. Yapıp edeceklerimizi, seçim gündemi üzerinden ve seçim sürecinin yaratacağı olanakları değerlendirerek yapmak zorundayız.
Hep birlikte tartışıp en doğru yolu bularak Erdoğan diktatörlüğünü kurumsallaştırmak hedefiyle dayatılan seçimi o diktatörlüğün geriletilmesi ve demokratik bir cumhuriyete doğru yola çıkılması için bir fırsat olarak görüp kullanmalıyız.

Uzak duracağımız konumlanma ise, yaratılmak istenen panik ve solun hazırlıksızlığı üzerinden bize dayatılacak olan sistem içi güç alanlarına eklemlenme olmalıdır.

Şimdi, kurultayın yaratacağı imkânlardan faydalanarak ve hızla yeni halkçı güçlerle ortaklaşacak kurultayımızın zemini genişleterek seçim gündeminin içinde kendimizi kurmak, halkın ihtiyaçlarını seçim sürecinde dillendirmek ve oluşacak politik ortamı kendimizin bağımsız meclis örgütlenmelerini kurmak için kullanmak gerekir. O zeminde konumlanıp yol aldığımız oranda diktatörlük karşıtı bütün güçlerle dayanışmanın devrimci yolunu bulmamız kolaylaşır, gereken bütün taktik hamleleri yapabiliriz.