Sivas Katliamı’nın tarihsel derinliği – Ali Haydar Arıkuşu

Sivas Katliamı’ndan sonra tam 25 yıl geçti. Unutulmadı, unutulmaz da. Aleviler var oldukça, bu katliamın acısı ve öfkesi her daim hafızalarda kalacaktır.

Yaşar Kemal, katliamdan sonra en çarpıcı soruyu sormuş; Ne kaldı utançtan başka?” diyerek, Alevilerin acısını, vicdani ve ahlaki olanı, dostun düşmanın yüzüne haykırmıştı.

Ancak Sivas Katliamı bunlardan da öte bir derinliğe sahip. Dolayısıyla, Neden Sivas katliamı?”sorusunu sormak, bizi politik, ekonomik ve tarihsel gerçekliğin derinliklerine götürecektir.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olayı münferit” göstererek, Alevilerin kaderine razı olmasını istiyordu. Bu ifade bile, devlet binalarının ortasında bulunan Madımak Oteli’nde “göstere göstere” yapılan katliamın planlı olduğunu gösteriyor. “Münferit” devlet dilinde, kimi “özel” katliamlarla ilgili tarihsel-toplumsal gerçekleri örtme çabasının işaretidir.

Neden Sivas Katliamı?

Birincisi; 12 Eylül 1980 sonrası, “kentleşen Alevilik” ve “Alevilik Aydınlanması” gerçekliğinin üretip biriktirdiği öfkenin, 12 Eylül faşizminin“Türk-İslam Sentezi” doktrinine karşı bir Alevi isyanına dönüşmesini önlemekti.

İnancını şehirlerde yaşamak, yaşatmak isteyen, ibadetini, cenazesini, cemevlerinde kendi yolu ve erkânına göre gerçekleştirmek isteyen Alevilerin, öfke dalgasını önemle tespit etmek gerekir. Öfkenin isyana, isyanında “harekete” dönüşmesini istemeyen egemen faşist güçlerin planlayarak yaptığı bir katliamdır Sivas.

Buradan hareketle Sivas ’93 ü açıklarken salt “katledilen Aleviler” ya da “kaderi kara Aleviler” duygusal zemininde hareket edemeyiz.

Aleviler, egemen güçlerin zulmü kadar isyanı ve direnişi de bağrında taşıyan bir inanç topluluğudur. Onlar, bu isyancı, direnişçi ve devrimci dinamiklerini, inançlarının özünde bulurlar. Aleviliğin, “tarihsel devrimci dinamiğinden” beslenirler.

12 Eylül ve Alevilerde kırılma dönemleri

12 Eylül 1980 faşist darbesi Alevilerin tarihinde önemli bir kırılma (Nejat Birdoğan’ın[1] tanımlamasıyla; aşılama) dönemi/evresidir. Sırasıyla 1. dönem, 1232-1239 (Seyitlik verilme ve Babai isyanı); 2. dönem, 1514-1526 (Yavuz Sultan Selim Katliamı ve Şah Kalender İsyanı); 3. dönem, 1826 Yeniçeriliğin kaldırılması ve Nakşibendi din insanlarının Alevi dergâhlarına atanması, dergâhlara camii yapılması); 4. dönem, 1921-1938 (Cumhuriyet sonrası-Dersim Katliamı); 5. dönem ise 12 Eylül darbesi sonrasını belirleyebiliriz.

Şimdilerde bir kırılma/aşılama dönemi olarak da (yani 6. dönem) AKP “açılım politikası” ve Cami-Cemevi Projesi’yle hayat buldurulmaya çalışılan dönemdir. İşte beşinci kırılma/aşılama evresi diye adlandırdığımız 12 Eylül sonrası dönem, Alevilerin yoğun olarak kırlardan kentlere göç ettiği dönemdir.

12 Eylülden sonra” zorunlu din dersleri”nde somutlaşan büyük çaplı bir asimilasyon politikası uygulandı Alevilere. Aleviler, Türk-İslam sentezi cenderesine alınarak Sünnileştirilmeye zorlandı ve kendi inanç değerlerinden uzaklaştırılmaya çabalandı. Öyle oldu ki, o zamana dek “sapkın inanç” olarak görülen Alevilik, özellikle bu dönemde İslam’ın ve dolayısıyla Sünniliğin içinde görülüp içerilmeye çalışılmıştır.

Böylesi bir politik toplumsal atmosferde, ibadet yerleri olan cemevlerini inşa ederek, zorunlu din derslerine karşı durarak, medyanın hakaret söylemine tepkiyle (Star TV’de Güner Ümit’in Kızılbaşlara hakareti) ve eşit yurttaşlık hakkı istemiyle yavaş yavaş mayalanan bir Alevi isyanı belirmeye başladı.

İşte böylesi bir tarihsellik içinde filizlenecek Alevi isyanını/hareketini bastırmak gayretinde olan egemen güçler Sivas’ta katliam politikasına yöneldiler. Ancak başarılı olamadılar.

Sivas Katliamı’nı zalimce gerçekleştirenler “Alevi hareketinin” oluşmasını engelleyemediler. Tam tersine, Aleviler katliamdan sonra patlayan isyan dalgası içinde güçlü bir Alevi hareketi yarattılar. ’93 ruhuyla oluşan hareket, derinliği ve kararlılığıyla Alevileri bugünlere kadar getirdi.

Siyasal İslam ve Sivas ’93

İkinci hedeflenen ise, Siyasal İslam’ın önünü açmaktı.

90’lar, o günlerdeki yaygın ifadesiyle “ılımlı İslam’ın” bugünkü AKP/Erdoğan’ın milliyetçi-İslamcı iktidarın mayalandığı yıllardır. 12 Eylül faşizmiyle katmerleştirilen “Türk-İslam” ideolojisi, 90’lara gelindiğinde “siyasallaşarak” iktidar olma yoluna giriyordu.

Nitekim, önce yerel iktidarı ele geçiren “siyasal İslam” Refah Partisi’nin hükümet kurmasıyla yoluna devam etmiştir. 2001 ekonomik kriziyle, krizden çıkışın “acı reçetesi” olarak dayatılan neoliberal sömürü ve talan döneminin amansız uygulayıcısı olarak da AKP iktidarı kurulmuştur.

Neoliberal politikalar, Türkiye finans-kapitali açısından kendi krizini aşması için önemli bir hamledir. Özal dönemiyle başladığı dönemi DSP-MHP hükümeti döneminde IMF kadrosu Kemal Derviş ile yapmaya çalıştı. AKP, Derviş’in programını harfi harfine uyguladı.

Alevilerin cephesinden bakarsak, giderek faşizme evrilen AKP/Erdoğan iktidarı, Ortadoğu’da yürüttüğü savaş politikası çerçevesinde Alevileri düşmanlaştırıyor. AKP ideologlarınca, Suriye savaşı günlerinde sarf edilen; Sizin Şah İsmailleriniz varsa bizim de Yavuz Sultan Selimlerimiz vardır” söylemi, Osmanlı döneminin zulüm sopasını Alevilere göstermek anlamına geliyordu.

Egemen güçler, bugün olduğu gibi 90’lar Türkiye’sinde de kendi iktidarının önündeki her türlü devrimci demokratik dinamikleri baskı ve şiddet ile yok etme politikalarını uygulamışlardır. O dönemde başta Kürtler, Aleviler, işçiler olmak üzere bütün muhalif dinamikleri hedef almışlardı.

Sivas Katliamı’nın üçüncü nedeni; Kürt halkının özgürlük arayışıdır. Kürt halkının özgürlük arayışının, batı illerindeki işçiler ve Alevilerle buluşmasını engellemek burjuva egemen güçlerin en büyük hedefiydi. Özal’ın politikalarına isyan ederek greve giden Zonguldak maden işçilerinin yürüyüşünü 1991’de Bolu- Mengen’de durdurulmuştu. O dönemde Zonguldak-Botan el ele!” sloganı çok anlamlıdır.

Katliamların politik misyonu

Dördüncüsü ise kriz içindeki Türkiye ekonomisinin düze çıkması amacıyla uygulanacak neoliberal politikaların önünü açmaktır.

80 sonrasında dünyada, Türkiye de ise ’90 sonrasında ANAP/Özal hükümetiyle uygulanmaya başlanan özelleştirmeler, taşeronlaştırma, ticarileştirme ve sendikasızlaştırma politikaları bir bütün olarak neoliberal politikalar diye adlandırılmaktadır.

Katliamlar, sınıf savaşını engelleme bloklarıdır. Ortamı bulandırır, sorunları gerçek bağlamından uzaklaştırır. Toplumu korkutur, baskı altında tutar. Egemen güçler, ekonomik ve politik krizini katliamların bilinçlerde oluşturduğu “şok doktrini” kartını topluma uygulamaktan kaçınmaz. Bununla da halkçı-demokratik- tarihsel dinamikleri bastırmayı hedefler.

Günümüzde yaşanan Suruç ve Ankara katliamları da, tam da bu çerçeve de değerlendirilmelidir.

İşte Sivas katliamı, bu derinlik, bu tarihsel gerçeklikler içinde tezgâhlandı ve yapıldı.

[1] Nejat Birdoğan; Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı

Ali Haydar Arıkuşu Pir Sultan Abdal Kültür Derneği GYK üyesidir.

*yazı sendika.org sitesinden alınmıştır