Taşra’da Öncü Olmak – Ferhat Toros

Taşra merkezin dışında olan, merkezi çevreleyendir. Taşra, taşralı olmak kapitalist toplumda burjuvazinin yuvalandığı şehirlerin dışında kalan bölgeler için kullanılan bir deyim olagelmiştir. Günümüzde bu gelişmiş kapitalizm merkezleri (metropol), azgelişmiş (taşra) karşılaşmasıyla adlandırılmaktadır. Adana, İstanbul’a göre taşrada kalır. İstanbul’a göre Gazi Mahallesi taşradadır.

Gelişmiş büyük şehirlerde (metropol) egemen olan hem alt yapıda hem üst yapıda burjuva- kapitalist ilişkilerdir. Taşrada alt yapıda kapitalist ilişkiler hâkimken üst yapıda eski feodal değerler hala tam olarak kaybolmamıştır. Metropollerde egemen insan ilişkileri; para, kariyer, yarışma ve bencilliktir. Taşrada toplumsal duygular, dayanışma, insancıl ahlak varlığını sürdürür. Toplumsal maddi yaşam koşulları bireyin bilincine psikolojisine duygularına, ideolojiyi kavrayış biçimine etki ederek kişilikleri ona göre şekillendirmektedir.

Esas konumuz taşralı, düzene muhalif önder kişiliklerin özellikleri. Açıklamalarımı bu temelde yapacağım. Hepimiz taşra çocuğuyuz. Kökenlerimiz köylere, kasabalara dayanır. Bundan dolayıdır ki şu anda bile ortamın, mücadelemiz içinde bize hangi frenleyici kişilik normlarını kazandırdığını bilince çıkarmak zorundayız. Bu yazıda taşralılık değerlerinin olumsuz yönlerine değinilecektir. Bu taşralılığın olumlu, mücadele içinde avantaj olan değer ve özelliklerin reddedildiği anlamına gelmemeli.

Taşralı, yaşamıyla kapitalist düzene muhaliftir. Sadece ekonomik olarak yoksullaşma ile değil, insanlık- kültürel değerlerin yozlaşması tek başına taşralıyı muhalif olmaya itebilir. Düzene karşı olma tepkisel de olsa yaşam biçimidir. Bu özellikler özgürlük ve demokrasi mücadelesi öncülerinin kişiliklerine de yansır. Mücadele vermek günlük olağan bir görünüm arz eder. Olağanüstülükler ortadan kalkmıştır. Bu temelde yürütülen bir öncü mücadele sadece düzenin uygulamalarına göre konumlanmadır. Bu durum öncü kişilerde iktidar ufkunun, köklü değişimler yaratma ufkunun, kaybolmasına neden olabilmektedir. Kişiliklerimizde öyle bir yön var ki bizi kemiren, o da; ömrümüz boyunca düzene karşı mücadele veririz. Hep muhalefetiz. Ama sadece o kadar.

Taşralı öncülerde çilecilik vardır. Arabesklik değildir. Ama harekete geçiren hep acılardır sanki. En büyük gücünü acılardan alır. Dayanıklılığını, geçmişte yaşadığı acıları aşma becerisini düşünerek ölçer. “Göğsümüzde acılara daha çok yer var” diyerek acılara davet çıkarır. Kendisinin ve toplumun acılarını ta iliklerinde hisseder. Bu durum kişiyi bencillikten uzaklaştırır. Hep toplumcu kılar. O yanık türküleri dinleyenin kalbine kötülük giremez elbette. Ama taşralı öncü, düzenin bütün darbelerini yüreğiyle karşılar, düşünceler, mantık baskılanır. Bencilliğe varan bir duygusallıkla yürekler adeta nasırlaşır. Öncüler en cesur eylemlere girişir, ölümü göze alır, zorlukları tereddütsüz karşılar. Ama hep içi eziktir. Mazlum bir mizacı vardır. Çünkü çileci bakış açısı iç özgürlüğünü engellemektedir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi içindeki öncüler kadere inanmaz ateisttir. Gel gör ki ne il ar omla iner bir ku dere Ilık ağı örer. Kaderciliğin en tehlikeli olanı budur.

Taşralı öncünün, savunduğu ideolojiyi kavrayışı ahlakçıdır, hümanisttir. Bu durum politik bakış açısından uzaklaştırmıştır. Herkesin sevdiği, dürüst iyi bir insandır, öncüler. Bizler derviş ocakları değil politik örgütlülük yaratmak zorundayız. Esas olarak düzen değişmeden, birey sadece kentli onurunu, ahlakını, insanlık değerlerini sadece kendi kişiliğinde muhafaza etmesi bencilliğin bir başka yüzüdür. Bu da, bireysel bir kurtuluştur.

Toplumsal değerlere biçtiği misyon öncüleri mücadeleye sürükler. Elbette ki bir kişi halkı için fedakârca davranıyorsa, toplumsal değerleri birincil önemde tutmaktadır. Öncülerde hiç mi bireysellik (bencillik demiyorum) olmaz. İşte taşralıda eksik olan bu olumlu anlamdaki bireyselliktir. Taşralı koskoca düzene karşı savaşır, bireylere karşı savaşımaz. Bugünün kapitalizm koşullarında sadece toplumsal değerlerde güç bulamayız. Bireysellik (çok yönlü yetenekler, ustalık, bilgi-beceri vb.) olduğu sürece mücadele sürekli kılınabilir. Bireysellik olmadığından öncü kendi değerini bilmemektedir. Mazlumca “aşırı, alçak gönüllüce” yaklaşımlarla birleşince en cesur, bilgili, tecrübeli, insanlık değerlerinin esas savunucuları biz öncüler meydanı kariyerist bencil bireylere bırakabilmekteyiz. Kişinin kendi değerini bilmemesi, küçümsemesi, değerleri harcamak kadar tehlikelidir.

Taşralı’da “değişim korkusu” vardır. Kapalı, yavaş bir yaşama biçimi dolayısıyla en ufak değişimlere şüpheyle yaklaşır mutlak güven arar. Bir kere güvenirse çabuk vazgeçmez, ideolojide dogmatikleşir, hep değerleri koruma psikolojisiyle hareket eder. Direnme zeminine sıkıca tutunur. Zor günlerde çoğunlukla taşralı öncüler ayakta kalır. Mücadele biraz ivmelenince öncü misyonu tamamlanır. Atak dönemin esas sürükleyicisi olamaz. Mücadelenin en ağır yükünü omuzunda taşımıştır ama hakkı olan öncülüğü metropol aydınlarına bırakır.

Sonuç olarak, yaşadığımız ortamdan bütünüyle soyutlayarak kişiliğimizi şekillendiremeyiz. Önderlikte bölgesellik-yerellikten sıyrılabilmemiz içinse kendimizle derin hesaplaşmaya girmemiz zorunludur. Bir anlamıyla yaşadıklarımız ustaların, deyimiyle “insanlık kapitalizmin azgelişmişliğinden çektiği kadar kapitalizmin doğal gelişmişliğinden çekmemiştir” gerçeğidir. Bu tarihsel gerçeklik taşralı özgürlük ve demokrasi öncülerinde çok daha keskin, çok daha amansız irade gücünü dayatmaktadır.