Feminizm ve eylem birliktelikleri – Meral Çınar

Söz konusu “örgütlenme pratiklerimiz olunca” Türkiye’de kadın hareketinin en azından yakın tarihine bir göz atmak elzem duruyor. Üstelik bu yakın tarih, kadın mücadelesine çokça olumlu ve/veya olumsuz etkiler bırakmışsa ya da bu etkilerin derinlemesine analizleri bugünü anlamak ve yarını örgütleyebilmek açısından tarihsel bir öneme sahipse.

Bunlardan ilki; uzun bir durgunluk sürecinden sonra, kürtajı yasaklayan yasa değişikliği ile kadın hareketini yeniden sokaklara döken, “Kürtaj eylemlilikleri”. Hatırlatmış olalım, bu uzun soluklu sokak eylemlilikleri sonrasında AKP hükümeti geri adım atmak zorunda kalmıştı.

Elbette yasal olarak hakkımız olan “kürtajı” yaptırmak, bu süreçten sonra fiili olarak çokça zor bir hal aldı. Devlet hastanelerinde kürtaj yaptırmak ve gebelik izleme uygulamasıyla doğum kontrol yöntemlerine ulaşmak zorlaştı. Fakat kürtajın yasaklanmamış olması bir kazanımdı. Ayrıca bu sokak eylemlilikleriyle birçok farklı deneyim edinmekle birlikte kadın hareketinin görünürlüğünü de arttırmıştık.

Gezi’den Özgecan’a, yükselen dalga

Bir diğeri, toplumsal yaşama yönelik artan muhafazakâr ve neoliberal politikalara karşı Türkiye’nin sokaklara döküldüğü, “Gezi direnişi”.

Gezi direnişinde kadınların barikatların en ön saflarında yaşamlarına ve mücadeleye nasıl sahip çıktıklarını gördük. Gezi parkında alternatif bir yaşamın temellerinin atıldığı o bir hafta içerisinde, başka bir dünyanın ne kadar mümkün olduğunu da gördük.

Bu yüzden Gezi’nin en önemli simgeleri kadınlar oldu. Kırmızılı kadın, siyahlı kadın, sapanlı teyze…

Üçüncüsü; Mersin’de Özgecan’ın öldürülmesiyle Türkiye’nin dört bir yanında kadınların sokaklara çıkmasıydı. Yıllardır artan kadın cinayetlerine karşı birikmiş olan öfkenin sokakları sarması, erkek egemen kurumların temsilcilerinin dizlerini nasıl da titretmişti.

Tüm bu gelişmeler, Türkiye kadın hareketinin hızla yaygınlaşmasına, örgütlenmesine ve politik atmosferin tüm gerginliğine, karmaşasına ve yaydığı korkuya rağmen, sokakları aktif bir şekilde kullanmasına neden oldu.

Öyle ki, Türkiye’deki baskı, şiddet, tedirginlik ve panik ortamını dağıtan, bu süreçte hareket edemeyen devrimci demokrat güçleri “sokağı kullanmaya” çağıran, kadın hareketinin o muazzam “cüretinin” örgütlediği, “6-8 Mart 2016” eylemlilikleriydi.

“Hayır” ve sonrası

Çok yönlü kriz dinamikleri içerisinde, 16 Nisan’da “Diktatörlük” anayasası oylamasına sürüklenen Türkiye’de, “Hayır” çalışmalarına neşe ve cesaret katan da kadınların ta kendisidir.

Bu krizlerin derinleşmesiyle birlikte, kadın bedeni ve emeği üzerindeki politikalar giderek sertleştiği için, “Hayır’a” en çok kadınlar sahip çıktı. Karma örgütlenen “Hayır Meclisleri” içerisinde yer almaları dışında, kendi “Hayır” eylemlerini ve çalışmalarını da gerçekleştirebildiler.

Kadın hareketi biriktirdiği deneyimleri, “Hayır” çalışmalarına oldukça başarılı bir şekilde taşıyabildi, bu da hareketin sürekli ivmelenen bir çizgi üzerinde tutulabileceğini gösteriyor.

“Hayır” çalışmalarına bu kadar aktif katılan, AKP/Erdoğan iktidarıyla kıyasıya mücadele yürüten en etkin muhalefet kadınlar olduğu için, iktidarın saldırı politikalarında kantarın topuzu da bu yöne doğru kaydı.

Anayasa değişikliği kabul edilir edilmez çıkarılmaya çalışılan Cinsel İstismar Kanunu, kabul edilen Müftülük Yasası, Boşanma Kanununda yapılan değişiklikler, kadınların “Hayır” da neden bu kadar ısrar ettiğini de tesciller nitelikteydi.

Peki, şimdi nereye?

Politik atmosferin hızıyla birlikte unuttuğumuz birkaç önemli nokta var. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yükselen bir kadın direnişi var. Özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinde yükselen kadın direnişlerinin birçoğunda, yine özellikle sonraki kuşakların hayatında önemli etkileri olan kazanımlar elde edildi.

Faka bugün en ufak bir kriz hareketinde bu kazanımların elimizden alınmasıyla karşı karşıya kalabiliyoruz. Bu da devam etmeyen, bir hedefe doğru süreklilikle yönlendiremediğimiz durumda hiçbir kazanımın kalıcılığının olmadığını/olamayacağını gösteriyor.

Bu yüzden bugünden sormamız ve cevaplamamız gereken; şimdiye kadar yükselen bir ivme gösteren bu hareketi “nereye taşıyacağımız, nasıl taşıyacağımız” gibi sorular öne çıkıyor. Daha da gerçeği gündeliğin hayhuyunda salınıp duruyor.

Ya kendimizi bu salınımın kollarına bırakıp, bugün var olan etki alanıyla kendimizi sınırlar, kazanımların yeterliliğinde avunmayı tercih ederiz; ya da bu sorularla birlikte gelen tartışmalara gereken önemi vereceğiz.

Ben kendi üslubumla, bu soruların etrafında dönmeye, zaman zaman da derinliklerine inmeye çalıştım. Zaaflarımız, deneyimlerimiz, hedeflerimiz ve yol arkadaşlıklarımız üzerine birkaç kelamı bir arada toparlayabildiğime inanıyorum.

Deneyimlerimizi teorileştirmek

“Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır.” Bertolt Brecht

Deneyimlerimizi teorileştirmeliyiz.

Yukarıda uzun uzun bahsettiğim, Türkiye’de kadın mücadelesinin giderek yükseldiği gerçeğini açığa çıkaran eylemler ve direnişler sonrasında, hatırı sayılır bir deneyim biriktirdik.

Bu eylemlerde açığa çıkan pratikler, zaaflar, eksikler üzerine Türkiye kadın hareketinin bütün özneleriyle, hem tarihsel deneyimlerin ışığı altında hem de bugünkü deneyimlerimizi tarihselleştirebilmek bize çok şey kazandırabilir.

Bunu yapmak, adımlarımızı süreklileştirecek cüreti yaratmamızı, molalarımızda geriye dönük hafızamızı tazelememizi, ileriye dönük eleştirileri birebir göğüslememizi ve asıl önemli olan önümüzü görüp ona göre alternatifler yaratarak ilerlememizi sağlayacaktır.

Yakın tarihimizde bıraktığımız bu deneyimlerin tartışılmaması ise, belleklerimizdeki varlığı taze ve devam ediyor olsa bile tarihe bir not olarak düşülmemesi, bir biçimde kaybolup gitmesine yol açabilir.

Ayrıca kadınların tarihinin erkek egemenliğinin devamlılığı için yüzyıllarca nasıl çarpıtıldığına bugün bile şahitlik ediyoruz. Buna izin vermemek için, eylediğimize bu yönlü de sahip çıkmamız gerekiyor.

Amargi Feminizm Tartışmaları 2011-2012 ve bu tartışmaların birer kitapçığa dönüştürülmesi, metot olarak anlatmaya çalıştığım öneriyi oldukça karşılıyor.

Zaaflarımızı tespit etmek

Henüz, kampüslerden mahallelere, fabrikalardan sokaklara doğru esen bu özgürlük rüzgârlarının fırtınaya dönüşmesi için, doğru hamleleri atabildiğimizi, örgütlenme deneyimlerimizi geliştirebildiğimizi ve kadın hareketinin en temel deneyimi olan “kadın dayanışmasını” yeterince büyütebildiğimizi söyleyemeyiz.

Süreklileşen ve giderek yayılan bir hareket, kendi içerisinde çokça zaaf üretir. Bu zaaflar, hareketin en yoğun yaşandığı anlarda değil, dönem dönem yaşayacağımız durgunluk zamanlarında daha çok belirginleşir. Aynen olayın sıcaklığında yanan tenin ya da kırılan kemiğin acısını hissetmemek gibi…

Bu dönemde açığa çıkan en büyük zaaflarımızdan biri de, karma devrimci yapılarda yıllarca eleştirdiğimiz örgüt içi hegemonya ilişkilerinin; genetiğimizi ele geçirmeye çalışan “kadınlık rolleri” aracılığıyla başka biçimlere bürünüp kadın örgütlenmelerimizde ve haliyle mücadelenin genelinde var olması.

Üstelik feminizmin en temel ilkesi, kadın mücadelesinin en önemli pratiği “kadın dayanışması” iken…

O zaman “kadınlık rolleriyle” her gün yeniden hesaplaşarak, bir kopuş zemini yaratarak ve eski zaafları deneyimlerimizden ayıklayarak ilerlememiz gerekiyor.

Yeni dönemin yeni ihtiyaçları

Birbirini tetikleyerek ve besleyerek ilerleyen kriz dinamikleri, Türkiye’de kadın bedeni ve emeği üzerinde artan baskıların ve değişen baskı biçimlerinin ana odağını oluşturuyor.

Kriz dönemlerinde toplumsal ilişkilerin bütününde olduğu gibi kadınlar için de yaşamsal çelişkilerin üstündeki örtüler gittikçe incelir. Emek- sermaye çelişkisi, toplumsal cinsiyet çelişkileri gibi…

Bu çelişkileri kadınların nefes aldığı her ortamda; evlerde, kampüslerde, fabrikalarda, atölyelerde (…), açığa çıkarmak, teşhir etmek, erkekliğin suratına tokat gibi çarpmak giderek daha fazla önem kazanıyor.

Artan çelişkiler, çelişkilerin üstünde incelen örtüler sayesinde, kadının “ikinci cins” konumu açığa çıkıyor ve kadına yönelik şiddet giderek kritik eşiğe yaklaşıyor. Bundan bir sonrası savaş ortamı ki Türkiye’nin doğusunda kadınlar için çok da yabancı bir unsur sayılmaz.

Aslında bu durum toplumsal muhalefetin içinde kadınların neden daha fazla öne çıktığını da açıklıyor. Güne taciz, şiddet, tecavüz ve cinayet haberleriyle uyanmak ve her an kendi başına gelebileceği tedirginliğiyle yaşamak bizi buna zorunlu kılıyor.

Ne kadar ve nasıl ezildiğimizi çokça anlattık, fakat nasıl bir dünya istediğimizi ve bunun için neler yapabileceğimizi de tartışmaya ve anlatmaya ihtiyacımız var.

Çünkü kadınlar sadece tacizsiz ve şiddetsiz bir dünyanın değil, dünyanın bütün güzelliklerinin peşine düşmüş durumda. Dünyanın bütün güzelliklerinin peşine düştüğün zaman, yani çıtayı Kaf dağına yükselttiğinde, Simurg olmak şarttır.

Bugüne kadar hareketin sürekli bir ivme kazanmasının altında, yeni dönemin kendine özgü açığa çıkan coşkusu yatıyordu. Peki, neşeyle, inatla, cüretle harmanlanmış bu coşkuyu anlamayıp, bunun üzerine gitmeyen, eski alışkanlıkları devam ettiren ve eski tarzları dayatan davranış biçimleri, dönemin yeni ihtiyaçlarını karşılayabilir mi?

Her ne kadar Türkiye’de politik süreçler, dengesiz ve giderek derinleşen krizler içerisinde akıyorsa da, derin bir soluk alabilmemiz için bir duraksamaya ihtiyacımız olduğu açık.  Duraksayıp, bu sürecin “nereye doğru aktığını” tahlil etmeye, “yeni dönemin yeni ihtiyaçlarını” açığa çıkarmaya, bu döneme uygun “mücadele araçlarını” gözden geçirmeye ve inşa edeceğimiz yeni ve “alternatif yapıya” dair düşünmeye zaman ayırmamız gerekiyor.

Hareketi süreklileştirecek eylem birliktelikleri

“Yaratıcılığına rağmen Feminizm tanımı itibariyle, sadece bir cinsin deneyimlerini ifade eder ve tek cins üzerindeki baskıya karşı mücadele eder.” (Sheila Rowbothom)

Dolayısıyla “başka bir dünya mümkün” sloganını inşa etmek isteyen kadın hareketi, Feminizmi farklı eylem ve fikir birliktelikleri içerisinde var edebilmelidir.

Patriarkal ve kapitalist sistemin birbirinden farklı ezme ve ezilme ilişkileri içermelerine rağmen, birbiriyle bütünlüklü bir toplumsal hareket alanı oluşturduklarını, birbirini besleyerek ve dönüştürerek ilerlediğini; kriz zamanlarında birbirlerine tutunma çabalarında daha net görebiliyoruz. Bu da kadın hareketinin anti-kapitalist içeriğini öne çıkarıyor.

O zaman anti-kapitalist bir kadın hareketi, inşa edeceği alternatif yapıyı kurmaya doğru ilerlerken eylem birlikteliği yapması gereken mücadele dinamikleri neler olabilir?

Aynı zamanda Türkiye’nin içerisinden geçtiği bu sürecin, tüm antikapitalist dinamikler ve işçi sınıfı için tarihsel bir süreç olduğunu düşünüyorsak, cevap da kafamızda hızlıca belirebilir.

Kadın hareketi olarak, bugüne kadar biriktirdiğimiz deneyimleri ve değişik direniş biçimlerini somutlayıp, daha stratejik bir muhalefet ve ittifak anlayışına doğru yönelmemiz gerekiyor.

Karma örgütlerle özellikle belirli dönemlerde yaşadığımız deneyimlerin hiç de iç açıcı deneyimler olmadığının farkındayım. Fakat bu dönemleri ve deneyimleri kendi içerisinden çıkardığımız derslerle birlikte kapatmamızın da zamanı geliyor.

Çünkü hem dünya konjonktüründe yaşanan gelişmeler hem de feminizm ideolojisi ve bu ideoloji çerçevesinde hareket eden kadın mücadelesinin geldiği konum itibariyle yeni bir dönemin kapıları açılıyor.

O zaman vakitlice, geçmiş deneyimlerimizi bir süzgeçten geçirip, bizi önyargılara ve stratejik hatalara sürüklemesine izin vermeden, yeni stratejik ittifaklar ve yeni örgütlenme deneyimlerinin peşine düşebiliriz.

Bunu yapmadığımız takdirde hareket olarak dönemin ihtiyaçlarına cevap üretmekte atıl kalacağız ve yükselen bu kadın özgürlük dalgasını karşılamakta geç kalacağız.

Şu anki örgütlenme deneyimlerimizin, gelecek olan dalgayı karşılayacak nitelikte olmadığı, bugünü idare etmekten öteye geçemeyeceği çok açık değil mi? Öyle olmasaydı, Özgecan eylemleri ve 6-8 Mart eylemleriyle kazanılan inisiyatiflerin karşısında kadınlara yönelik saldırılar bu kadar şiddetli bir şekilde devam etme cesaretini bulabilir miydi?

Müftülük yasası, cinsel istismar yasası, arabuluculuk hikâyeleri, neoliberal saldırılar, gün günden, dur durak bilmeden artıyor.

Hayır” çalışmalarının deneyimlerine odaklanalım

Referandumda “Hayır” örgütlenmesiyle birlikte yeni görevlerin bize dayattığı ilk adımları attığımızı düşünüyorum.

Kadın hareketi yıllardan sonra ilk defa, doğrudan “kadın” gündemli olmayan politik bir faaliyetin örgütlenmesinde “Hayır” çalışmaları ile birlikte yer aldı.

Bu çalışmaları “Hayır Meclisleriyle” birlikte ve ayrı bir odakta yürüten kadın hareketi, buralarda açığa çıkardığı deneyimleri önemsemeli. Çünkü “Hayır’ın” örgütlenme süreci Türkiye’de Gezi’den sonraki en önemli çıkış oldu.

“Hayır Meclisleri” çok farklı bir toplamı tek bir genel hedefe, ortak paydalar yaratarak ilerletebildi. Peki, farklı nedenlerden bir araya gelen bu karma toplamın içerisinde Feminist politikanın varlığının, bütün bir “Hayır” çalışmasının dilini, tarzını, araçlarını ve elbette referandumun sonucunu etkilemediğini söyleyebilir miyiz?

O halde, “Hayır Meclisleri” sadece ülkenin yönetim şekliyle ilgili değil de, mahallesindeki yeşil alan sorunuyla, ilçesindeki ulaşım sorunuyla, ülkesindeki kadına yönelik şiddet sorunuyla ve işsizlik sorunuyla ilgilenebilen ve bunları iktidara dayatabilen bir yapıya dönüşse mesela… Kadınlar olarak böyle bir örgütlenmenin öznesi olmaz mıyız?

Anti-kapitalist toplumsal dinamikleri ve işçi sınıfını ortak paydalarda bir araya getiren örgütlenmelerin içerisinde biz neden ortak paydalar bulamayalım?

Sınıfsal, cinsel ve ırksal her türlü ayrımcılık “proleterin de proleteri“ kadınlar için katlanılmaz sınırlara yaklaşmışken 20.yy feminist teorilerini arkamıza alarak, yeni yelkenlerle yeni keşifler yapmaya ve yeni haritalar yazmaya da bir an önce başlamamız gerekiyor.

Elbette erkek egemenliğinin binlerce yıldır adım adım inşa ettiği hücreleri parçalamayı hedefleyen zorlu bir yolda, karşımıza yüzlerce engel ve yokuş çıkması kaçınılmazdır.

Fakat bu zorlukların bilincinde sürekli ama soluk alarak ilerlemek, önünü görebilmek ve asla yalnız yürümemek için, yol haritamız “teori”, rehberimiz “deneyimler”, yol arkadaşımız “kadın dayanışması” olduğunda engeller kayda değer olmayacaktır.