Gelmekte olan – Hasan Durkal

Yıllara yayılan ve çözüm yerine sürekli sıkıştırılarak ertelenen krizler büyüdüler ve iktidarın şimdi bu krizleri çözmekte yeterli kapasiteye sahip olmadığı iyice anlaşılıyor.

Dar devlet merkezine kısa iple bağlı olan iktidar ve muhalefet, devlet sınıflarının kısa ipinin elverdiği ölçüde hareket edebiliyor, daha fazlasını gerçekleştirmekten aciz bir şekilde debelenip duruyor. Yalnızca iktidardakiler değil, muhalefeti elinde tutan İYİ Parti, CHP, DEVA ve Gelecek Partisi de iktidarla birlikte aynı argümanları, aynı yaklaşımları, aynı çözümleri öneriyor. CHP her seferinde tarihsel misyonunu oynarken, yeni kurulan DEVA Partisi ve Gelecek Partisi ile İBB koltuğuna oturan ama gözü daha da yukarılarda olan İmamoğlu neo-AKP görüntüsünden başka bir profil çizemiyor. Sahneye çıkar çıkmaz ilk söylemleri devletin kutsanması ve devlet adına geçmişte kabarık suçlar işleyenlere bolca rahmet dilemek olan bu yeni(!) figürler düzenin bir bütün olarak tıkandığının açık bir itirafı değil midir?

Restorasyonun biçimi ve özü

Haklarını yemeyelim. Zaman zaman biçim itibariyle kitlelerin kimi özgürlükçü taleplerine cevap üreten süslü reklam kampanyaları ile bir görüntü vermeye çalışıyorlar. “Hangi davanın savunucusu olursanız olun, bunu özgürlüğün diliyle pazarlamak zorundasınız” demiş zamanında bir Amerikalı senatör. AKP devri uzatmaları oynarken, kitleleri saran bunalım havasını fırsat bilen Babacan, İmamoğlu, Davutoğlu gibi sermayenin yeni aktörleri (ne kadar yeni oldukları tartışılır) bu taktiği kimi zaman kullanıyorlar. 

Ama biçim ve öz arasındaki fark çok bariz ve “öz” gizlenemeyecek kadar ortada. Partiyi kurar kurmaz, eli kanlı ve mezhepçi, Sivas katliamı faillerinin savunucusu eski bakan Şevket Kazan’a rahmet okuyan Babacan, yine sicili oldukça kabarık Muhsin Yazıcıoğlu’na methiyeler dizen Ekrem İmamoğlu, “HDP terörle arasında mesafe koyarsa bizim için sıradan bir partidir” diyerek HDP’ye hangi koşullarda siyasi parti muamelesi yapabileceğinin şartını koyan Davutoğlu… Hep aynı nakarat, anlat, anlat…

İktidarı saran panik

Normalde toplumsal birer şova dönüştürülen asker cenazelerinin bu seferki definlerinde gözlemlenen “olağanüstü hassasiyet”, kitlelerden ne kadar korkulduğunun bir göstergesi. Milliyetçi hezeyanı bile sağlayamadıkları açıkça görülüyor. Asker cenazelerinin savaş karşıtı birer eyleme dönüşmesinden bile çekindiler. Orada atılacak bir “hükümet istifa” sloganının nerelere evrileceğini, meselenin asker ölümlerinden çıkarak birikmiş tüm krizleri kapsayacağını iyi biliyorlardı ve bu yüzden temkinli davrandılar. İktidarı saran panik havası koronavirüs olgusunda bile görülüyor. Troller uzun uzadıya koronavirüs bahane gösterilerek “toplumsal olaylara” yol açacak bir dizi kumpastan bahsediyorlar.

İdlib savaşının yarattığı ortam devletin içerisindeki krizi de derinleştirdi üstelik. Devlet sınıflarının hangi ideolojik formasyonda olursa olsun üzerine yeminli oldukları devlet sırları, bizzat devlet fraksiyonları tarafından ifşa edilmeye başlandı. Libya’da ölen MİT’çilerin kimliklerinin deşifre edilmesi, Zindaşti olayındaki hâkim ifadelerinin ortaya saçılması, Kızılay belgesindeki yolsuzluklar… Bu bilgilerin şeffaf bir şekilde halk güçlerinin ilgisine sunulmadıklarını, devlet içerisindeki pozisyonlara bağlı olarak sızdırıldıklarını biliyoruz değil mi?

“FETÖ” olarak adlandırılan ve aslında kendisi de bir devlet içi hizip olan oluşum ile mücadelede kullanılan “devlete sızmış terör” argümanı şimdi AKP ve MHP’ye karşı bir silaha dönüşme potansiyeli taşıyor. Diğer devlet fraksiyonları artık daha yüksek bir perdeden “Pelikan Terör Örgütü” ifadesini cesaretle kullanmaya başladılar. Eh, siz siyaseti sürekli anti-terörizm söylemi ve pratiği üzerine inşa ederseniz, devlet hizipleri arasındaki politik çatışmalar büyüdüğünde sanık sandalyesine siz de oturabilirsiniz. Bu tehdit Erdoğan’ın ve ortaklarının uykularını kaçırıyor olmalı.

Şimdilik bu savaşın yansımaları gazeteci tutuklamalarıyla sınırlı, ancak her an devlet içi operasyonlara uyanabiliriz.

Gezi sonrası biliş ve bilinç

Halk güçleri her seferinde kısıtlı imkânlarla ve yoğun devlet şiddeti koşullarında ellerinden geleni yaptılar. Son dönemlere bakalım. Kanal İstanbul karşıtı direnişte mobilize olan on binler, Kaz Dağları direnişi ve en son savaş karşıtı muhalefet… 

Başka bir toplum fikri kitlelerde belki de yalnızca biliş düzeyinde var. Tarihsel gelişimin yansısı olarak biliş, var olanın sürdürülemeyeceği, yeni bir şeye ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Yeni olanın ne olması gerektiği ise politik bir tartışmadır. Biliş düzeyini bilinç düzeyine sıçratmak politik bir programı gerekli kılıyor.

Gezi ile birlikte despotizmin irade baskılayıcı, korku üretici mekanizması kırıldı. Özgür olma arzusu açığa çıktı. Özgür olma arzusu, despotizmi geriletme ve iradesini özgürce geliştirme arzusu kendisini çeşitli biçimlerde ifade ediyor. Kendisini doğanın bir uzantısı olarak kavrıyor ve Kaz Dağları’nın talanına, Kanal İstanbul’un yıkımına karşı harekete geçiyor. Savaşın yıkıcılığını görüyor ve savaşa karşı ses olarak ifade ediyor. Özel mülkiyetin adaletsizliğini ve soygunculuğunu görüyor, ona karşı isyan ediyor, bunu sınıf bilinci düzeyinde yapamadığı için şimdilik kendisine karşı bir yıkıma dönüştürüyor.

Bize bir program gerek

Gelmekte olan, her şeyin normalleşeceği bir durum değil. Görüldüğü gibi tüm güçler hareket halinde. Bu bir süre öyle devam edecek gibi görünüyor. Tüm çalkantılara, git gellere, bilinç bulanıklıklarına karşı soğukkanlı ve sabırlı olmak, rotayı şaşırmamak önemli olacak. Her önemli gelişmede faşizme karşı “kaybediyoruz” ruh hali, ya da restorasyoncu güçlerin her güler yüzlü söylemi karşısında yelkenleri suya indirme ruh haline karşı uyanık olmamız gereken bir dönem bu.

Bilişi bilince dönüştürmek kendiliğinden olmayacak. O ancak politik bir hamleyle mümkün. Halkçı demokratik bir programla ilerleme halinde olan faşizme ve halk güçlerini arkalarına yedekleme çabasında olan restorasyoncu güçlere karşı konulabilir. Aksi durum sosyalistler adına yalnızca tarihsel bir fırsatın kaçması değil, belki de yıllar sürecek bir başka yenilgi ruh halinin açığa çıkması olacak.