ROTA: Halk güçlerinin iki yolu*

Türkiye’de uzun süredir egemenler arasında, devlet işleyişi ve sermaye birikiminin yönetilmesi üzerine bir çatışma yaşanmaktadır. Sürekli derinleşen devlet ve hegemonya krizleri içerisinde, AKP/Erdoğan rejiminin meşruiyeti, hileli referandum ardından büyük bir darbe almış durumda.

Rejim kendisini kurtarmak adına devreye sokulan “başkanlık diktatörlüğü”nün inşası yolunda, gitgide zora ve baskıya başvurmak zorunda. Nitekim her gün yeni bir operasyon, tutuklama, gözaltı, infaz, siyasi linç olaylarına tanık oluyoruz. Görünen o ki; baskı politikaları sermaye güçlerinde de panik yaratmış. Bu yüzden sermaye dolaşımının güvenliğini garantiye alan bir toplumsal restorasyon hamlesi devreye sokuluyor. Evet, Batı destekli finans-kapital Akşener/CHP merkezli açık bir restorasyon hamlesi için düğmeye bastı.

Restorasyon hamlesi bolca “demokrasi, adalet, hukuk devleti, AB ile daha iyi ilişkiler, insan hakları” gibi  söylemler içeriyor.

Fakat amaçlanan elbette bunlar değil. Amaçlanan şey, 2019’da Erdoğan’dan kurtulup,“ılımlı”, sermayenin çıkarlarına daha uyumlu ve nihayetinde TC devletini “kurtaran/koruyan” bir geniş merkezi, iktidara getirmek.

Demokratik Devrimi tamamlamak

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu esnasında gerçekleştirilmemiş ya da yarım bırakılmış bir demokratik devrimden söz edilebilir. Oldukça cılız bir sanayileşme gerçekleşse de, tasfiye edilmeyen vurguncu tefeci-bezirgan sermaye ile uluslararası finans kapital, yeni Türk Devletinin iktidar koltuğunu çoğunluğunu askerlerin oluşturduğu devlet sınıflarıyla paylaştı. Üstelik devralınan bu antika devletin temel niteliklerinde pek fazla değişikliğe gidilmedi.

Halkın kendisi de bu sürecin tam bir öznesi olamadı. Çünkü kurucu irade halkı koyun sürüsü olarak gören ve onun örgütlü gücünden ödü kopan bir sınıfsal geleneği bünyesinde barındırıyordu.

Ortaya çıkan rejim oligarşik-totaliter bir despotik cumhuriyet oldu. İçinde halkın zoruyla zorla sokulmuş olan kimi demokratik kazanımlar olsa da, bu kazanımlar kurumsal bir işleyişle korunmadığı için sık sık yok olmakla karşı karşıya kalabiliyor. Ve her dönemde bütün o kazanımları bir çırpıda atmaya-tasfiye etmeye hazır bir devlet sistemi var.

Mecburen kısaca ve kabaca yapılan bu giriş, sadece tarihsel bilgi vermek amacıyla yapılmadı. Devletin despotik yapısı ve sermayenin asalak karakteri bugün halen sürmektedir. Bu olgular bugün, siyasi ve toplumsal mücadeleyi şekillendiren, aynı zamanda siyasi ve toplumsal mücadelenin çerçevesini oluşturan koşulları yaratmaktadır.

Bu despotik koalisyon yıllar içerisinde çeşitli darbeler alsa da, en büyük darbeleri son beş altı yıldır yaşıyor. Devlet içi hizip savaşlarının yanı sıra kendisini çeşitli biçim ve koşullarda ifade eden halk güçlerinin radikal muhalefeti bu asalak koalisyonu sürekli darbeliyor.

Evet, Erdoğan/AKP iktidarının devralıp geliştirdiği despotik gelenek şimdi ciddi bir halk muhalefetiyle sarılmış durumda.

Halkçı-demokratik güçlerin bugünkü görevi (söylem ve eylemlerine de yansıdığı gibi), demokratik devrimi “alttan”, halkın kendisinin özne olduğu bir biçimde gerçekleştirmektir.

Bu görev gerçekleştirilirken restorasyon hareketinin, söylemsel düzeyde demokratik halk hareketinden rol çalmasının da önüne geçmek gerekiyor. Evet, arada öznel ve niteliksel farklar olsa da, söylemler bir şekilde ortaklaştırılarak halkın meşru zeminde yürüyen mücadelesi restorasyon hareketine dolgu malzemesi olarak kullanılmak isteniyor.

CHP ile yan yana gelişlerde, halkçı-demokratik güçler bunu dikkate almalı. Elbette, CHP dediğimizde başta Kılıçdaroğlu ve parti yönetimini kastediyoruz. Ayrıca yapısal olarak CHP böyle bir tavra da yatkın. CHP’nin genetik kodları halkın kendisini özne olarak tanımaz.

Kaotik durumdan bir an evvel kurtulalım mı?

Kimi demokratik, sol oluşumlar “nolur, bir an önce bitsin şu karmaşa” tarzında hareket etmekte. Kaotik durumdan çekinip “normalleşme”yi istiyorlar.

Gayet anlaşılır, fakat devrimci olmayan bir duruş bu. Bu tavır ayrıca fiilen de restorasyon güçlerine destek anlamına gelir. CHP şemsiyesi altında saklanarak “Devletimiz belki iyi bir devlet değil, ama kötü bir devlet (=düzen) devlet olmamasından (=düzensizlik) daha iyidir” diyenler de var elbette.

Devrimciler kaostan korkmamalı. Kaotik durumu kullanıp, kendi inisiyatifiyle bir çıkış yolu bulmalı. Maoist olmasak da, Mao gayet doğru söylemiş: Devrim bir ziyafet değildir. Devrim karmaşa, kaotik, hepimizi sarsan-zorlayan bir süreçtir.

Devrimci ruh, cesur, hamleci ve yaratıcı bir ruh. Fırtınalı denizleri seven, bilinmeyen toprakları keşfetmeyi isteyen ruhtur.

Halkçı dinamikleri güçlendirmek

Toplumsal alan yine tüm zenginliğiyle hareket halinde. Belki sokaklar dolup taşmıyor ama rejime karşı biriken öfke kendisini çeşitli biçimlerde ifade ediyor. Bu hareketlilik geleceği aydınlatan küçük bir meşale görevi görüyor.

400 bin Saya işçisinin iş bırakma eyleminin kazanımla sonuçlanmasıyla varlığını dosta düşmana yeniden hatırlatan işçi sınıfı, son olarak “müftülük yasası” olayında yeniden kabaran ama daha önce defalarca ön plana çıkan kadın eylemleri, bir türlü dinmeyen ve halen akacak mecra arayan Gezi muhalefeti, ekolojistler, gençler… Tüm bu güçler ve daha fazlası nesnel olarak fiili bir “ikili iktidarın” zeminini oluşturuyor.

Adım adım inşa edilen faşist düzene karşı, yeni bir hayatın inşa edilme potansiyeli bütün bu güçler tarafından taşınıyor. Ama şimdi karşımızda önemli bir soru duruyor: Halk güçleri restorasyonun yolundan mı gidecek yoksa kendi yollarını mı çizecek?

Bu soru kadar önemli bir soru daha var: Toplumsal hareketliliğin bu zenginliği eğer kendi yolundan gidecekse bunun öncülüğünü kim üstlenecek?

Özne eksikliği ve restorasyon

Halk güçlerine önderlik eden güçlü bir özne olmayınca meydan restorasyoncu güçlere kalıyor. Ve üstelik sadece halk güçleri değil, kimi politik odaklar da halkı bu noktaya çekmeye çalışıyor. Kimi sosyalist örgütlerin burada konumlanmaya hevesli olduklarını ne yazık ki görüyoruz.

Yalnızca sosyalistler değil. Ataol Behramoğlu gibi ulusalcı/sol gelenekten gelen kalemlerin Akşener’e açık desteğini açıkladığına şahit olduk. Bunun bireysel bir tavır olmadığı açık. Cumhuriyet gazetesinde sol liberal kanadın Kılıçdaroğlu’nun adalet hareketine, ulusalcı kanadın ise Akşener’in hareketine doğru meyil gösterdiği görülüyor.

Eh onları soldan zorlayan bir güç olmadıktan sonra böyle olması doğal değil mi?

Sosyalist sol ise bu durumları daha çok izlemekle yetiniyor. Pasif tutum bir yönüyle restorasyonun elini güçlendiren bir görev görmüyor mu?

Örgütlü sosyalist bir partiyi geçelim, demokratik bir program etrafında örgütlenmiş cephe hareketinin varlığı bile bugünkü toplumsal koşulların sosyalist solun lehine akmasının önünü fazlasıyla açardı.

Bir alternatifi inşa etmek

Geleceğin toplumu bugünkü koşullardan doğar. Bugünkü koşullar ise bizim örgütlenme stratejimizi belirler. Despotik cumhuriyetin alternatifi demokratik cumhuriyettir. Yaşamın tüm alanlarında gasp edileni geri almayı ve daha önce olmayanı inşa etmeyi programına dâhil eden bir demokratik cumhuriyet hareketi acil bir görev olarak karşımızda duruyor.

Örgütlenme, insanca yaşam, kendi kendini yönetme, cinsiyet eşitliği temelli yaşam, ekolojik hassasiyetleri ön planda tutan üretim ilişkileri, bilimsel ve ücretsiz eğitim hakkı, adil yargılanma hakkı, tüm etnik ve dinsel gruplara anayasal güvence hakkı, anadil hakkı, inanç özgürlüğü gibi temel konularda alternatifler yaratarak demokratik cumhuriyet inşa etmeye bugünden başlayabiliriz.

 

*Rota yazılarında binbir zorluklu devrimci serüvenimizde anın güncel değerlendirmesini yapıyoruz ve mücadelenin ihtiyaç duyduğu araçları tartışıyoruz. Biraz polemik, biraz tartışma, biraz da çağrı niteliğinde olan yazılarımız önemli gördüğümüz momentlerde yazılıp web üzerinden yayımlanacaktır.