Kader Ortakaya

Kader Ortakaya

Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi (TÖPG) üyesi Kader Ortakaya, 6 Kasım 2014 Perşembe günü halkların özgürlük mücadelesine omuz vermek için gittiği Kobanê’de, Suruç sınır noktasından Kobanê sınırını geçmesinin hemen ardından devletin kolluk güçleri tarafından hedef gözetilerek katledildi.
Kader Ortakaya, yoldaşlarına bıraktığı son mektubunda da kendi sözleriyle belirttiği gibi, “Kürt Özgürlük Hareketi ve işçi sınıfının tarihsel ittifakının inşasını, enternasyonalist bir zeminde yükseltmek için, komünist kimliğinin bir gereği olarak” Kobanê’ye geçmek istemiş, lakin kafasından vurularak infaz edilmiştir.
Emekçi bir ailenin çocuğu olarak, Urfa’nın Siverek ilçesinde doğan 27 yaşındaki Kader Ortakaya, küçük yaşlardan itibaren işçilik yaparak ailesine katkı sunmaya çalışan emekçi bir kadındı.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra, Marmara Üniversitesi Kalkınma İktisadı ve Çalışma Ekonomisi bölümünde yüksek lisans öğrencisi olan Kader Ortakaya, işçi sınıfı üzerine yazacak, içinden çıkıp geldiği işçi sınıfına ve onun hareketine akademik alandan da destek olacaktı.
Kader Kürt, komünist ve işçi bir kadın olarak, içinde oluştuğu toplumsal zeminin bütün özgürlük olasılıklarını zorlayan, iflah olmaz bir özgürlük serüvencisi ve hakikat savaşçısıydı.
Yenilgi döneminin “umutları çalınmış” 90 kuşağına doğan Kader, o muazzam Haziran ayaklanmasının cüretli direnişçilerinden, boyun eğmez kadınlarındandı.
Haziran direnişinin bayrağını Taksim’de en ön saflarda dalgalandırırken, Ali İsmail’in dövülerek katledildiği Eskişehir’de isyanın inatçı sesini haykırmış, Armutlu direnişinde Armutlu barikatlarında katledilen Gezi direnişçileriyle siper yoldaşlığı yapmıştı.
Kader Ortakaya, yaşamının son günlerinde IŞİD çetelerine karşı Kobanê’de süregelen tarihsel direnişin kadın iradesiyle ortaklaşıyordu.
IŞİD çetelerinin yoğunlaşan saldırılarına sessiz kalmayarak, Kobanê direnişiyle ve Kobanê’den sürgün edilen halklarla dayanışmak için 25 gündür Kobanê sınırında nöbet tutuyordu. Kadınların öncüleşmesiyle sürdürülen direnişin sesini daha fazla duyurmak için yerel ve uluslararası basına röportajlar veriyor, belgesel çekimlerinde yer alıyor, Kobanê’yi anlatıyordu. Cinayetinden hemen iki gün önce katıldığı Sterk TV programında, “Özgürlük tohumlarının yükseldiği yeri, kanımızın son damlasına kadar korumaya ve orada savaşmaya ve orayı özgürleştirene kadar mücadele etmeye devam edeceğiz” demişti.
Ancak Suruç’ta Kobanê ile dayanışma içinde olmak Kader’e yetmedi. 25 günlük sınır nöbetinin ardından, enternasyonalist bir zeminden yola çıkarak, Kürt Özgürlük Hareketi ve işçi sınıfın tarihsel ittifakının inşası paradigmasına olan inancıyla Kobanê direnişinin saflarına, YPG/YPJ’ye katılma kararı aldı.
6 Kasım günü, Suruç’un Boydê köyündeki sınır hattında Özgür Sanat Girişimi sanatçıları insan zinciri yapmak istiyordu. Tam o anda, bir uyarı anonsu bile yapılmadan devletin kolluk güçleri, grubun üzerine gerçek mermi ve gaz bombalarıyla saldırdı.
TSK’ya ait panzerlerin ve askerlerin açtığı ateş sonucu, sanatçıların eylemi sırasında sınırdan geçiş yapan 44 kişilik grubun içinde tek kadın olan Kader, başından vurularak katledildi.
Vurulmasının hemen ardından ilk müdahaleyi Kobanê’de gerçekleştiren doktorlar, Ortakaya’nın kurşunun isabet etmesiyle öldüğünü tespit edip, tutanak tuttular. Urfa Devlet Hastanesi’nde ve adli tıptaki T.C resmi görevlileri tarafından yapılan ön otopsi raporunda ise, şarapnel parçasının isabet etmesi sonucu öldüğü açıklaması yapıldı.
Kader Ortakaya’nın Kobane’ye gitmeden önce ailesine yazdığı mektup şöyle:
“Değerli ailem
Ben Kobanê’deyim. Bu savaş sadece Kobanê’de yaşayan insanların değil, hepimizin savaşı. Bende çok sevdiğim ailem ve tüm insanlık için bu savaşa katılıyorum. Eğer bu savaşı kendi savaşımız olarak görmezsek, yarın bombalar bizim evimize düştüğünde yalnız kalırız. Bu savaşın kazanılması bu yoksulların ve sömürülenlerin de kazanmasıdır. Ben bu savaşa katılarak aileme ve tüm insanlığa memur olmaktan daha çok fayda sağlayacağıma inanıyorum. Sizi üzdüğüm için bana belki kızacaksınız ama haklı olduğumu er ya da geç anlayacaksınız.
Ben istiyorum ki bütün insanlar özgür ve eşit bir şekilde yaşasın. Hiç kimse bir lokma ekmek, başını sokacak bir ev için ömrü boyunca sömürülmesin. Bunların olabilmesi içinde savaşmak ve mücadele etmek gerekiyor.
Savaş bitince Kobanê kazanılınca geri geleceğim. Geldiğimde arkadaşlarıma güzel davranın. Beni bulmaya çalışmayın. Bu çabanızın sonuç vermesi mümkün değildir. Size bu mektubu yazmamın en önemli sebeplerinden biri de beni arama yollarına düşüp yorulmanızı, yıpranmanızı, istemeyişimdir. Eğer başıma bir şey gelirse mutlaka haberiniz olur zaten.
Döndüğümde hapse girmemi, hapishanede işkence görmemi istemiyorsanız sakın polise ya da devletin herhangi bir kurumuna başvurmayın. Eğer böyle bir şey yaparsanız bundan hem ben hem ailem hem de bütün arkadaşlarım zarar görecektir. Benim Kobanê’ye gittiğimi akrabalarımız dahil kimseye söylemen ki geldiğimde hapse girmeyeyim. Bu notu okuduktan sonra yırtıp atın mutlaka.
Benim için bir şey yapmak isterseniz mücadelemi sahiplenin. Yıllardır devletin bütün yaptığı olumsuzluklara sessiz kaldınız. İnsanların öldürülmesine sokak ortasında gazlanmasına, Roboskî’deki gibi bombalanmasına buna artık yeter deyin. Ben yanınızda olsaydım eylemlere katılmaya ve derneklere gitmeye devam edecektim. Ben gelene kadar mücadelemi size emanet ediyorum.
Başta Annem ve Babam olmak üzere Ada, Deniz, Zelal ve doğacak Mahir’i ve hepinizi kucaklıyorum. Kadri kardeşime özel selamlar. O kendine yakışır gibi davranacaktır.
Hepinizi devrimci duygularımla kucaklıyorum.
Telefon abimin hediyesiydi. İçinde fotoğraflarımız var. Burs kartımı anneme yolluyorum. Ben gelene kadar ilaçlarını alsın.
Hepinizi çok seviyorum.
Şimdilik hoşça kalın.”
Kader Ortakaya’nın yoldaşlarına bıraktığı son mektubu:
“Değerli yoldaşlar,
Kobanê’de verilen mücadeleyi halkların özgürlüğü açısından enternasyonalist bir mücadele olarak değerlendiriyor, komünist kimliğimin bir gereği olarak da saflarda mücadeleyi etmeyi görev olarak görüyorum.
Devrimci kimliğimin inşa olduğu gelenek Kıvılcımlı geleneği ve onun sınıf örgütü Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi’dir. Bu inşa zemininin mücadeleye başladığım günden bugüne dek, ben de oluşturduğu kimlik, böylesi bir sürece iradeleşmeyle cevap vermemi sağlamıştır.
Çeşitli tıkanmalar sonucu örgütsel olarak yollarımızın ayrılmış olması bu durumu değiştirmemektedir.*
Bütün yoldaşlarımı devrimci duygularımla selamlıyorum.
Serkeftin
Kader”
31.10.2014
Dipnot: Kader Ortakaya yoldaşımız, 7 yıldır Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi üyesi, 4 yıldır da TÖPG Merkezi Koordinasyon üyesi idi. Kader yoldaş, Temmuz 2014 tarihli TÖPG Merkezi Koordinasyon toplantısında, “Koordinasyon üyeliğinin gereklerini bir süredir yerine getiremediği” gerekçesiyle Koordinasyondan çekilmek ve faaliyetlerini üyelik statüsü içinde yürütmek talebinde bulunmuş ve önerisi kabul edilmiştir. Yoldaşımız, isteğini resmen talep etmeden önce “Bu önerimin harekete bir zararı olacaksa yapmayabilirim” diyerek hassasiyetini göstermişti.
Kader’in Kuşağının Öyküsü – H.Durkal
Rastlantı bu ya, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yılını geride bıraktığımız bu günlerde, bambaşka bir acıyla hemhal olmuşuz. Kader yoldaşımızı sonsuzluğa uğurladık. Kader’in öldürülmesiyle birlikte, ait olduğu kuşağın kısa bir öyküsünü hatırlamak, buraya nasıl geldiğimizi bilmek açısından önemli.
O duvarın yıkılışının bizim kuşağımızın (85-90) devrimci harekete katılmasını nasıl etkilediğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Dünya genelinde çift kutuplu bir dünyadan tek kutuplu bir dünyaya geçiliyordu. Artık “sosyalizm” yoktu. Umutlar, hayaller duvarın altında kalmıştı.
Ard arda türeyen yeni teorisyenler tarihin sonunu müjdelerken, daha da küstahlaşarak işçi sınıfının bir öneminin kalmadığını söyleyecek kadar ileri gidebiliyorlardı. Sosyalist sol eriyordu, ancak bitmiyordu. İnat ve ısrar en bariz özellikleri değil midir bizim mahallenin çocuklarının? Karşı teoriler de hemen üretildi. Ama söz dinleyen çok azdı.
Bütün bu kavga ve gürültüden bihaber geçen çocukluğumuz aslında olan bitenden fazlasıyla etkileniyordu. Bunu çok sonra anladık. Tek kutuplu bir dünyada, liberalizmin iliklerimize kadar işlediği bir dünyada, yaşıyorduk, her gün zehirli hava soluyorduk, ve en kötüsü bunun arkında değildik.
Öte yandan 12 Eylül de Türkiye’yi tek kutuplu bir ülke haline getiriyordu. Aynı zamanda bir darbe nesliydik biz. Solu budayan bir darbenin yarattığı nesil. Duvarlardaki yazılamaların yavaş yavaş yaşam alanlarından çekildiği, kavganın etkisizleştiği, meydanların tenhalaştığı bu dönemde doğan kuşağın talihsiz bireyleriydik. Doğanın canlılığını yitirmeye başladığı ay olan Eylül, tarihin hiçbir döneminde bu kadar uzun sürmemiştir herhalde.
12 Eylül bir dönemin kapanışıdır. 68 hareketiyle başlayan, Türkiye devrimci hareketini yüksek bir “reyting”e taşıyan sonra da bıçakla kesilmiş gibi kapanan bir dönem sona eriyordu. Bir dönem kapanınca yeni bir dönem açılır mı? Bazen açılmaz. Tarih mola verir. İşte o “mola” döneminde doğduk, büyüdük, genç olduk ve mücadeleye atıldık. İşte o mola döneminde liberalizmin en katısına maruz kaldık. İşte o mola döneminde savrulduk.
Molanın bitmesini bekleyen, bir kıpırtı, bir kıvılcım, bir hareket arayan, soldan umudunu kesmeyen insanlarla yolumuzun kesişmesi bizim üniversite yıllarımıza rastlar. O yıllar solun ölgün yılları olduğu gibi, aynı zamanda tartışma yıllarıdır. Yeni paradigmalar bu dönemlerde vücut bulur. Bizim kuşak, işte o yeni paradigmalarla buluşan ilk kuşaktır. Zengin bir teorik mirasa karşın, etkisiz bir kitlesellikle yola devam eden yeni dönemin özneleriyle buluşan ilk kuşak! Açılması olası yeni bir dönemin özneleri de hazırdı. Eğitimlerle, donanımlarla geçti o zamanlar. Çünkü okumaya ve gelişmeye çok zaman vardı.
Sonunda Hareket
Yıllarca bir hareketlenme bekleyen bir neslin öyküsüdür bu. Bir rüzgâr essin, melankolimizi devrimci bir zemine kanalize edecek bir kıpırdanma olsun, anlamsızlığımız anlam bulsun. Devrimciydik ama özgüvenimiz düşüktü. Yaslanacak bir hareket, bir sosyalist devlet yoktu. Sosyalizmin “modasının” geçtiği zamanlarda örgütlenecek kadar da deliydi bu nesil.
Aldığı örgütsel donanımlarla yeni bölgelere açılan, görece yavaş örgütlenen ama hep bir arayış içerisinde olan birer devrimci olmuştuk. Yolumuz Eskişehir’de Kader’le böyle kesişti. Kütahya’dan yatay geçişle gelmişti bu bozkır diyarına. Ben de örgütsel atamayla. Nerden bilirdik ki o bozkırı tutuşturacak bir kıvılcıma dönüşeceğini yıllar sonra?
Eskişehir’de yürüttüğümüz faaliyette oldukça zor(!) bir karakterle yol yürüyeceğimizi daha ilk buluşmada anlamıştım. Uzlaşmazdı, inatçıydı, asabiydi. Bütün bu özellikleri varoluşunda vardı. İstanbul’a savaş nedeniyle göç etmiş Kürt bir ailenin çekirdekten yetişme proleter bir çocuğuydu. Küçük yaşta teksitil atölyelerinde çalışmış, okulunu dışarıdan okumuştu. Bu yüzden bizde çokça olan küçük burjuva eğilimler onda pek azdı.
Ekibimizi kurup düşük tempolu faaliyetimize başlamıştık. Süreç zamanla yükseldi. Tekel direnişi ilk işaret fişeğiydi. Bu süreçte Kader en önlerdeydi. Sonra tarih hızlandı. Ortadoğu’da halk ayaklanmaları, Yunan ayaklanmaları ve nihayet bizi silkeleyen Gezi. Ve Rojava. Talihsiz kuşağın yüzüne gülmüştü sonunda tarih. Halkçı seçenekler bir bir tarih sahnesine çıkıyordu. Halk ayaklanmalarının mit olmadığına tanık olmak kadar keyif verici bir şey var mıdır bu nesil için?
İki Uca Savrulduk
Zor bir kararsızlık yaşıyor bizim kuşak. Zamanın en durgun aktığı dönemlerde örgütlenen, kıpırtı bekleyen, tarihin birdenbire hızlanmasıyla bocalayan, kararsızlığa düşen. Kendi kişisel gözlemimdir. Tarihin birden hızlandığı dönemlerde sosyalist hareketi en çok terk eden bizim kuşaktır. Alışkın olmadığımız bir tempo birdenbire ortaya çıkınca afallayan ve savrulup giden, gemiyi terk edenler o kadar çoktur ki 86-90 kuşağı içerisinde.
Ve bir o kadar çoktur fedailerimiz övünmek gibi olmasın. Üst üste yaşanan olağan üstü gelişmeleri farklı okuyan çok özel karakterlerdir onlar. Kader gibi, Nejat gibi. Bu insanlar küçük sihirli dokunuşlarla destansı bir devrimci havanın esmesini sağladılar. Toplumsal mücadele yasaları,
Şimdi kimse Kader’in Kobani’ye gidip silah kuşanma niyetini maceracılık olarak adlandırmasın. Tarihin kendisine sunduğu iki seçenekten birisini seçti. Kendisine en uygun olanı. Başka bir yolu seçseydi onun tanıyanlar çok ama çok şaşıracaktı.
Sabırsızlıkla beklediği bir dönem açıldı. O kapıdan ilk girenlerden biri oldu. O hep önde olmayı seçerdi. Ölümü bile bizden önce seçti. Başka türlüsünü kendisine yakıştıramazdı.
Kasım 2014
O, artık bir kızıl fener, hiç sönmeyecek! – Oğuzhan Kayserilioğlu
Asi, dik başlı, inatçı, sert ve uzlaşmazdı.
Hep zirveleşmek, bayraklaşmak, önde olmak, yıldızlaşmak, yol açıcı olmak isterdi. “Kıvılcım yürekte, özgürlük sokakta” sloganını hepimizden daha güçlü haykırırdı. “Gideceğim” dedi, gitti.
Yüreğindeki kıvılcım öyle güçlüymüş ki; bir çaktı, parlaklığı tüm ülkeyi aydınlattı. Böyle güçlü bir kıvılcım her zaman çakmaz.
Bazen öyle olur ki, koca dünya bir bölgeye o bölge de küçük bir kasabaya sıkışır.
Öyle bir yoğunlaşma, öyle bir gerginlik birikir ki o küçük kasabada; etrafında güçlü bir çekim alanı oluşur. Küresel ve bölgesel güç dengeleri o küçücük alanda bir karara varma arayışına girer.
Öylesi bir yoğunlaşma ve gerginlik kendisini nasıl gösterebilir?
İşte, bir pırlanta soğukluğu ve parlaklığı o küçük Kobanê kasabasından tüm Dünya’ya yayılıyorsa eğer; işte tam da orada, gökyüzünde yıldızlar kaymaya yeryüzünde kıvılcımlar çakmaya başlar.
Bütün rasyoneller dağılır, normal zamanların hesapları bozulur, beklenenlerin değil umulmayanların zamanı başlamıştır.
İstanbul’un kütüphanelerini mesken edinmiş olan Kader, kitaplarını çantasına onu da evine koyar ve yollara düşer. Tarih onu çağırır, O bir “serüvenci” bir “özgürlük savaşçısı” olarak o çağrıyı duyar. Herkes duymaz, O duyar.
Tarih ve Kader
Evet, savaş muazzam bir karmaşadır. Hele bir dizi savaşın iç içe yaşandığı Kobanê!
Ama, an gelir bütün karmaşa sadeleşip, tek bir kişinin bir duruşunda, bir bakışında, bir tutumunda, bir adımında toplanıverir. Ve, karmaşanın tümünü içerecek yoğunluk ve parlaklık oraya birikir.
İşte, tam da o anda çakan kıvılcım karmaşayı aydınlatır, bir yöne doğru ışık tutar. O büyük aydınlanma kısa sürse de, karanlıktaki gerçekleri netçe gösterir, bilinçleri sarsar, etkisi müthiştir.
İşte, Kader yoldaşımızın yolu Tarih’le kesişti. O, bu büyük buluşmanın ağırlığını küçücük omuzlarında taşıyabildi.
Bir kez Tarih’le kesişebilecek bir konuma yerleşebilen, Kader olur bir kıvılcım da kendisi çakar, yıldızlaşır.
O, yıldızlaşarak, Tarih’in olası akış kanallarından birinin, halkların devrimci-demokratik yolunun önünü açtı.
Komünist, Kadın ve Kürt olmak
O, bir komünistti. İşçilikle geçen çocukluğu ve ilk gençliği sırasında zorluklar içinde liseyi bitirebildi ve üniversite öğrencisi olarak devrimci hareketle tanıştı. Son dönemde, yüksek lisans öğrencisi olarak Marksizm’in teorik derinliğini kavramaya çalışıyordu.
O, bir komünist olarak, işçi sınıfının tarihsel hareketiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kesişme noktasının peşine düşmüş olmalı.
O, bir “serüvenci” olarak, kim bilir, belki de, “Tarihin zirvesi şu günlerde acaba neresi?” diye merak etti; belki de “Yoldaşlarıma nasıl ışık yakabilirim?” diye düşündü.
O, bir kadındı. Özgürlük arayışını kendi cinsel kimliğinin üzerindeki ataerkil baskıyla hesaplaşma noktasına kadar yayabilmişti.
Tavizsiz bir kadın kurtuluş savaşçısı olarak, kadınlara yönelik bütün baskılara karşı direnişlerde ön saflarda yer almıştı. IŞİD’in kadınlara yönelik vahşetine öfke duymakla rahatlamadığı ve öfkesini savaşçı bir tutuma dönüştürmeye karar verdiğini anlıyoruz.
O, bir Kürdistan’lı ve Kürt’tü. İşçi sınıfının tarihsel hareketinde yer almakla birlikte, yüreği hep Özgürlük Hareketi ile birlikte atardı. Yüreğinin sesine kulak verdiği, en zor zamanda en zor yerde olmayı kararlaştırdığı anlaşılıyor.
Kızıl Gül
O, şimdi bir kızıl gül! Hiç solmayacak!
O, şimdi bir kızıl meşale! Hiç sönmeyecek!
O, şimdi bir kızıl fener! Yolumuzu aydınlatıyor!
O, şimdi bir kızıl yıldız! Hep göğüslere takılacak!
O, şimdi bir mor fular! Hep boyunlarda olacak!
O, şimdi halkının yüreğinde! Hep kalacak!
Halkının bayraklarıyla ve “Şehit Namırın!” sloganlarıyla uğurlanacak!
Açılmamış Bir Dava, Kapanmamış Bir Yara “Kader Ortakaya” – Meral Çınar
6 Kasım 2014 tarihinde Suruç sınırında katledilen Kader’in davası bir yıldır açılmayı bekliyor. Savcılık, “delil yetersizliği var, cinayet değil, şarapnel parçası” demeye devam ediyor; ama onun ailesi, yoldaşları arkadaşları olarak bizimde bir sözümüz var, ne olursa olsun o dava açılacak, o tetiği çekenler yargılanacak…
Kader 6 Kasım 2014 günü IŞİD çetelerinin Kobanê halkı üzerindeki katliamlarına göğüs germek ve bu eli kanlı, katliamcı, cihatçı çetelere karşı bir kadın olarak savaşmak için gittiği Suruç sınırından Kobanê’ye geçerken, T.C askeri tarafından sırtından vurularak katledildi.
Kader katledilmeden önce yaklaşık bir ay sınırda nöbet tutmuştu. Orada aldığı tutumlar, yaptığı konuşmalar, yaratmaya çalıştığı işçi sınıfı ve Özgürlük Hareketi ittifakından dolayı, bir kadın olduğu için hedef alınarak öldürüldü.
Bir yıl önce bu günlerde; cihatçı çeteleri savunan, onlara yardım ve yataklık eden AKP hükümeti Kader’i katlederek Türkiye halklarına, genç kadınlara ve Türkiye Sosyalist Hareketine bir mesaj veriyordu.
Bu mesajı, 2015 yılı boyunca Suruç’da, Cizre’de, Ankara’da gerçekleştirdikleri bombalı katliamlarla, Aziz’in cenazesinin sınırın bu tarafına geçişini engelleyerek vermeye devam ettiler. Bugün Aziz’in cenazesini vermeyenler dün Kader yoldaşımızı katledenlerdir.
Biz bu mesajları aldık. Sırtımızda taşıdığımız tabut sayısı kadar ağır artık yükümüz. Mücadelemiz daha sert, daha inatçı; sesimiz daha gür çıkacak.
Kader Ortakaya kimdir?
Kaderle ilk tanıştığımızda bundan 7 sene önce, 2008 yılının bu aylarıydı. Karşımda bedeniyle ufak tefek ama duruşuyla dev gibi bir kadın oturuyordu.
Aslında, Kader’i tanımak için uzun yıllar tanışıyor olmanız gerekmezdi. Onunla bir kahve veya sigara içmeniz, barikatta omuz omuza direnmeniz, yolda yürürken kısa bir sohbet etmeniz bile yeterdi. Kürt ve kadın kimliğini taşıyarak komünist olmak öylesine ince bir işçilikle kendisiyle bütünleşmişti ki, diline, duruşuna, gülümseyişine bile yansıyordu.
Ortaokulu bile bitirmeden tekstil işçiliğine başlaması, ortaokulu ve liseyi açık öğretimden -bir yandan da işçilik yaparak- bitirmesi ve sonra da insanların tonlarca para yatırıp gittiği dershaneler aracılığıyla bile kazanamadığı üniversiteyi kazanması…
Aynı zamanda bir kadın olarak verdiği bu zorlu yaşam mücadelesi onun erkek egemenliğine karşı mücadelesinin resmini oluşturuyordu. İşte biraz da bu yüzdendir ki, IŞİD’ in erkek egemenliğinin en vahşi yüzünü Ortadoğu’dan tüm dünyaya yayan eylemleri, Kader’in öfkesini biliyordu.
Kader’i Kobanê sınırına kadar götüren serüvenin arkasında böylesine mücadele ile geçmiş kısacık bir ömür durmaktadır. Yaşamak için direnmekle geçmiş bir ömür.
Kader işçi sınıfı mücadelesi verirken öne çıkardığı komünist kimliğini, Kürt kimliğiyle ortaklaştırmış ve halkların özgürlük mücadelesine can suyu olmuştur.
Bu bir tesadüf ya da aniden değişen bir durum değildir. Kader, bir ulusal hareket olan Özgürlük Hareketi içinde işçi sınıfının ve yoksulların varlığını ve öncülüğünü biliyordu. Bu yüzden, o sınırı geçerken komünist kimliğini asla arkada bırakmadı.
Gezi isyanı sırasında Eskişehir barikatlarında “Bize de bir Ali İsmail olmak, bize de bir gerilla gibi ölmek nasip olsun” ve “Eğer öyle ölürsem, tabutumu al sırtına devrim şehitlerine yakışır şekilde göm beni” demişti. İstediği gibi öldü, istediği gibi gömüldü ve bu şekilde anılmaya devam edecek.
O şimdi bir Ali İsmail, Arin Mirkan; o şimdi Soma’da ölen bir işçi; Ankara’da ölen bir barış güvercini, ücra bir köşede katledilen bir kadın…
Elbette biliyoruz, Kader’i hedef alarak katleden T.C devleti ve onun iktidarı AKP hükümeti, Kader’in katillerini aklamaya çalışacaktır. Ölümü üzerinden bir yıl geçmesine rağmen savcılık, “delil yetersizliği var, cinayet değil, şarapnel parçası” demeye devam ediyor; ama onun ailesi, yoldaşları arkadaşları olarak bizimde bir sözümüz var, ne olursa olsun o dava açılacak, o tetiği çekenler yargılanacak…
Rahat uyu yoldaşım! Kurşun sıkarak yok etmeye çalıştıkları kafandaki düşünceleri şimdi eskisinden daha da güçlü savunuyor yoldaşların. Söz veriyoruz, dost düşman duysun, sana, senin tarihsel eylemine ve büyük kopuşuna layık olmaya çalışacağız.