Referandum ve sosyalistlerin Hayır’ı – Perihan KOCA

Türkiye yeni bir yol ayrımında.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a evrilen süreç, faşist bir diktatörlük anayasası oylaması gündemi ile son derece kritik ve hayati bir tarihsel momente sıçrıyor.

Politik gündem tümüyle 16 Nisan’da gerçekleşecek olan Başkanlık/Referandum gündemine endekslenmiş durumda.

Zira Başkanlık Referandumu basit ya da herhangi bir sandık oylamasından ibaret değil.

Kriz derinleşiyor

Kaotik ortamın giderek derinleştiği, ekonominin krize doğru hızla ilerlediği, rejimin kendi iç dengelerinin sarsıldığı ve devlet katmanlarındaki çatlamalarda yeni gedikler açıldığı olağanüstü bir dönemeçte gerçekleşecek olan halk oylaması hem Erdoğan bloku hem de halk güçleri için hayati bir takvim.

Öyle ki yalnızca Erdoğan’ın gücünü mutlaklaştıracak şekilde yapılandırılmış ya da sözde kuvvetler ayrılığını tümüyle tasfiye edecek bir anayasa oylamasından öte Erdoğan/AKP iktidarının kaderini belirleyecek bir şeçim bu, keza toplumsal güçler için de böyle…

KHK iktidarı

Ülke iktidar tarafından değil, OHAL ve KHK hükümeti tarafından yönetiliyor.

Erdoğanizm hamleleri ile baskı, terör, sansür, ihraç, operasyonlar yükseltilerek, tek seslilik ve toplumsal kutuplaştırma ortamı keskinleştirilerek, Hayır kampanyasını etkisizleştirme propagandaları ile ilerletiliyor referandum kampanyası.

Medyanın her gün daha da keskin bir şekilde yeniden ürettiği “Güçlü Erdoğan” propagandasının aksine, iktidar yarattığı ve içinde debelendiği kriz sarmalının faturası ile burun buruna ve panik içinde.

AKP-MHP tabanı kopuşta

Kamuoyu yoklamaları ve AKP-MHP tabanından ardı ardına yükselen “Hayır” sesleri, panik iklimini giderek artırıyor.

Anket sonuçları Hayır’ı işaret ediyor, daha da “vahimi” AKP’nin kök saldığı tabanın %22’si, MHP’ye oy veren milliyetçi-muhafazakar kesimin %63’ü Hayır diyor… Tabanda kopuş ve huzursuzluk emareleri boy veriyor.

İktidar bloku içerisinde bir süredir devam eden çatlama eğilimi başkanlık süreci ilerledikçe daha da derinleşiyor, çatlaklarda yeni gedikler oluşuyor.

Erdoğan, Başkanlık koşusunda zafer kazanabilmek için tehlikeli bir kumar oynuyor. Kutuplaştırma siyaseti ile Türkiye’de yaşayan farklı halkları ve inançları, toplumsal kesimleri kışkırttıp hassasiyet alanlarını kaşıyarak, linç ve pogrom kültürünü çeteler aracılığıyla devreye sokuyor, ülkeyi “evetçiler ve hayırcılar” olarak bölüp parçalıyor.

Ancak, planlı-programlı yürütülen psikolojik savaşa rağmen, elleri darda. Zira, Evet kampanyası için ellerinde baskı ve şiddet aygıtlarından başka dayanakları yok.

AKP panik içinde

Her an her şeyin olabileceği bir akış içinde, politik gündemin sürekli yeni ve kritik eşiklerle güncellendiği bir biçimde seyir ediyor süreç.

Ve apaçık görülüyor ki; 16 Nisan’da sandıktan Evet de çıksa Hayır da çıksa, ülkenin olağanüstü ahvali durulmayacak, her iki olasılık da tarihsel ve sancılı gelişmelere gebe kalacak…

Sosyalistlerin Hayır’ı ve 16 Nisan’dan sonra

Tarihsel deneyimlerle sabittir, olağanüstü kaotik süreçler devrimci durumlara içkindir.

Yaşamın diyalektiği bize bunu verir.

7 Haziran gibi bir toplumsal-politik konjonktürde değiliz elbette, hava alabildiğine puslu, sis giderek yoğunlaşıyor.

Ancak toplumsal dinamiklerin güç ve inisiyatif kazanabileceği olasılıklar şekilleniyor. Şayet, buz dağının arkasını görmeyi, sandık matematiğinden ötesine odaklanmayı, olanakları fırsata çevirmeyi becerebilirsek…

Zira, unutmayalım, devrimci olasılığın bir an bile belirivermesi, bu olağanüstü kaotik düzenin özgüvenini çatlatır, onulmaz derin yarıklar açar.

Sosyalistlerin seferberliği şart

Olağanüstü siyasi gelişmeler artık sosyalistlerin, devrimcilerin oturup seyirci kalmasını ya da “yağmur dinsin bekleyişini” olanaksız kılıyor…

Önce takkeyi önümüze alıp karar vereceğiz, referandum süreci ve sonrasını iktidarın icazet alanı içinde topaç çevirerek mi yoksa pratiğin çamurlu yollarında paçalarımızı kirletme cüreti gösterip devrimci olasılığa birlikte yürüyerek mi geçireceğiz.

Şu bir gerçek, devrimci hareketlerin kendilerine özgü görme biçimleri var.

Bu görme biçimleri kimi sosyalistlerde paradigma eksikliği olarak zuhur ediyor ve hedef şaşılığını beraberinde getiriyor.

Kimi zaman da bu başkalaşan ve birbirine mesafeli görme biçimleri şu an içinde bulunduğumuz kritik kavşakta olduğu gibi siyaset sahnesinde boşluklar ve dönemin görev ve sorumluklarını karşılama yetmezlikleri doğuruyor. Tarihsel momentlerde hayati sonuçlar olarak geri dönebiliyor.

Dilin gücü

16 Nisan’dan sonra her halükarda yeni bir siyasal dönemin kapısı açılacak.

Hayır kampanyası, içerisine itildiğimiz korku tünelini çatlatmak için bir kıvılcım olabilir. Kamuoyu yoklamaları ve öngörülen oy oranları Hayır’ı öne çıkarsa dahi, yönümüzü rakamlara göre belirleyecek bir siyasal zeminde değiliz.

Zira, herkesin bildiği üzere, referandum OHAL koşullarında gerçekleşecek gayri meşru bir seçim olacak ve 7 Haziran’dan 1 Kasım’a evrilen süreçte olduğu gibi iktidar sandık sonuçlarını pekala tepebilir. Bu seçimin eşit, hukuki, adil ve güvenilir bir şekilde geçmesini beklemiyoruz öyle değil mi?

Şimdiden görüldüğü üzere, referandum tarihi yaklaştıkça Erdoğan üzerinde oturduğu ateş topunun yakıcılığıyla daha da saldırganlaşacaktır.

O yüzden devrimciler, sosyalistler, üzerine bastığımız zeminin ve toplumun halet-i ruhiyesinin dilini can kulağıyla dinlemelidir.

Hayır’dan ötesi

Solun birbirine konuşup, parlak sosyalist laflarla propaganda yaptığı bir tarzdan sıyrılıp, dönemin, toplumsal kesimlerin hassasiyetlerini gözeterek, Hayır’ı ve Hayır’dan ötesini örgütlemeye girişmelidir.

Gezi’den, 7 Haziran’dan ve sonrasında yaşadığımız darbe süreçlerinden aldığımız ders ve tarihsel deneyimlerimiz yeni bir siyaset yapma tarzına ve sosyalist bir odağın inşasına olan ihtiyacı açık bir şekilde gösteriyor.

Hayır’ın potansiyelini rakamların gösterdiğinden daha güçlü bir şekilde açığa çıkarabiliriz. Bunun zemini var…

Kullanacağımız dilin ve üslubun gücünü küçümsemeden, daha önce görmediklerimizi görüp keşfederek, yalnızca Hayır tabanına değil, Evetçilere de ulaşacak bir tarzı pekala inşa edebiliriz.

17 Nisan’da ne yapmalı?

AKP-MHP tabanından yükselen “Hayır” seslerine kulak verip, oradaki kopuşu demokratik, halkçı bir zemine çekebiliriz.

Hayır Meclisleri, toplumsal direnç odaklarının inisiyatif kazanıp, özneleşeceği ve bir adım ileri atabileceği şekilde bu sürecin ana dinamiği olabilir.

Kaybedecek zaman yok.

16 Nisan’da sandıkta kazanacağımız “Hayır” çetin, engebeli ve zorlu bir uğraşın ürünü olacak.

İki aylık kampanya sürecinde güçlü bir kampanyayı örmek ve ama sadece 16 Nisan’a değil, sosyalist, devrimci demokrat halkçı güçler olarak 17 Nisan’da ne yapmalı, nasıl yapmalı sorularının cevaplarına da karşılık verecek bir tarzı, sandık matematiğinden bir ilerisine odaklanarak inşa edebiliriz.