TÖP: Salgın, sokağa çıkma yasağı ve istifa: peki, şimdi nereye?

10 Nisan akşamı, koronavirüs ile mücadele adı altında alınan birtakım önlemlerin (!) mahiyeti açıkça ortaya çıktı. Söz konusu tedbirlerin amacının, fiili bir sürü bağışıklığı olduğu, iktidarın sermaye sınıfının meta döngüsü dışında hiçbir kaygıları olmadığı iyice anlaşılmış oldu.

Milyonlarca işçi her gün toplu taşıma araçlarıyla işe gidip gelmek, işyerlerinde kimi yerlerde yüzlerce işçinin yan yana, dip dibe çalışmak zorunda bırakıldığı bir düzende, zaten ne gibi kamusal önlemden bahsedilebilir ki?

10 Nisan akşamı fiilen yürüttükleri sürü bağışıklığının üzerindeki örtü kalktı. Yaptıkları büyük hatanın bedeli ne yazık ki halka ödetilecek. Virüs resmen o gece kuluçkaya yatırıldı. Hesapsız, plansız ve halk düşmanı politikalarla halkı kaderine terk ettiler.

Ancak görünene göre bu hatanın, iktidarı elinde tutan ittifakın içerisindeki gerilimi bir çatlağa dönüştürdüğü anlaşılıyor. Yaşananları tam olarak bilemesek de İçişleri Bakanının istifası ve ardından yaşanan gelişmeler bizlere yaşananlara dair bir dizi ipucu sunuyor.

Bakan niçin istifa etti?

İçişleri Bakanının istifası ile ilgili çeşitli yorumlar yapılsa da, bu yorumlamaları elekten geçirmek, gidişatı yordamamız açısından kolaylaştırıcı olacaktır. Öncelikle hemen her olayda ortaya çıkan “kurgucu” ve “komplocu” yorumlar hemen ortaya çıktılar. Onlara göre yaşananlar “tiyatro” imiş. İktidarı paylaşan güçler arasında hiç çelişki yokmuş, zaten onlara bakılırsa da iktidar açısından her şey kontrol altına alınabilir. Çünkü iktidarın gücü her şeye yeter.

Bir diğer yoruma göre ise bakanın istifasının, iktidardan birilerini feda ederek gerilimi düşürmeyi amaçladığı, böylece cumhurbaşkanı kendisini bir süre daha sağlama alabilecektir. Bu yorum iktidar içerisindeki krizi görse de, istifa eden bakanın konumunu es geçiyor. İstifa eden bakan, cumhurbaşkanının emir eri değil, onun koalisyon ortağı. Başka bir güç alanının temsilcisi. Dolayısıyla cumhurbaşkanının bakanın kendisinden fedakârlık bekleyecek bir durumu yok.

Öyleyse istifa olayının gerçek nedeni nedir? Her ne kadar bazı olasılıkları eleyebilsek de, gerçek nedeni henüz bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, o da etrafı krizlerle, bunalımlarla sarılmış iktidarın salgınla birlikte krizlerinin katlandığıdır. Muhtemeldir ki istifa bu yüksek gerilimin sonucunda ortaya çıktı.

10 Nisan gecesi yaşananlar da düşünüldüğünde, bu katlanmış kriz durumları içerisinde iktidarı elinde tutan koalisyonda ikirciklenmeler başlamış olmalı. Tünelin ucunda ışık göremeyen, çözülme ve dağılmayı sezen kimi iktidar ortakları “çok geç” olmadan aradan sıyrılmayı deniyor olabilir.

Ya da gözlerini daha da karartıp, zayıf düşmüş cumhurbaşkanına bir hamle yaparak onun elinden bir şeyler koparmak amacıyla bu istifayı sunmuş olabilirler. Nasılsa cumhurbaşkanının (ve onun etrafındaki güç odağının) onlara ihtiyacı var ve “ya biraz daha iktidar, ya da hadi eyvallah” demiş olabilirler.

Her halükarda unutmamamız gereken noktalar var. Öncelikle iktidardaki koalisyonun en saldırgan, en “şahin”, en “cevval” ismi kamuoyuna açık bir şekilde istifa etti. Eğer ortalama bir burjuva düzende olsaydık, bu, fazla bir anlam taşımazdı. Ancak istifa kabul edilmese dahi ve hatta bakan göreve devem etmeyi kabul etse dahi, bizdeki despotik gelenek, bu istifa ile bir delik daha almıştır. Çünkü “hikmetinden sual olunmaz devletlüler” yeri gelince duygusal bir mektupla bırakacak kadar köşeye sıkışabiliyor. Bu gerçeklik toplumsal belleğe kazındı bir kere.

Durumun bu noktaya gelmesinde halkın baskısını es geçmemek gerekir. Halk muhalefeti olmasaydı, yukarıdaki çelişkiler çok da önemli olmayacaktı. İktidarın dengesini halk muhalefeti bozmuştur ve muhtemeldir ki ekonomik, politik, ekolojik, pandemik krizler altında bozmaya devam edecektir.

Halkın acil talepleri karşısındaki yönetememe hali, “tepedeki üç beş beceriksiz” ile ilgili bir durum değil. Tepeden tırnağa örgütlenmiş sermaye devletinin gerçekliği bu.

Örnek mi? “Geçinemiyoruz, çocuklarımız aç” diye haykıran bir yurttaşın videosunu paylaşırken “Geber” ön notunu düşen bürokrat. Örnek mi? Salgını birikim fırsatı olarak gören ve o zaman kimsenin bulamadığı koronavirüs kitleriyle sosyal medyada şov yapan kan emici. Örnek mi? Lüks yaşantısını yalılarından çektiği fotoğraflarla görgüsüzce saçan büyük kam emicilerin küçük veliahtı. Örnek mi? Hepsi de iktidara göbekten bağlı stokçular, zam fırsatçıları, yiyip yiyip doymayanlar…

Yönetemiyorlar, biz yönetebiliriz

Tamamen iktidar merkezinden gelen talimatlara göre hareket eden, hepsi de iktidara göbekten bağlı “Bilim Kurulu” üyelerinin ve yine iktidarın sözcü memuru olmaktan başka bir işlevi olmayan sağlık sermayedarı olan sağlık bakanının bu salgın günlerindeki sadakati iktidara yetmiyor. Göründüğü kadarıyla hem bakana hem de bilim kuruluna sürpriz olacak bir şekilde bir “sokağa çıkma yasağı” alınıyor.

İktidarın içerisinde iktidar mücadelesi olduğu, birilerinin ön plana çıkmasından bir diğerinin rahatsız olduğu sürekli operasyonel olan bir durum var.

Restorasyoncular her ne kadar devlet içerisindeki kavgayı gizlemek istiyor olsalar da, bu çok açık görülüyor. Ana muhalefet lideri olan memur şahıs, istifayı “Cumhurbaşkanını kurtarma hamlesi” olarak nitelendirerek devletin içerisindeki krizi aklınca gizlemeye çalışıyor. İnternette mütevazı bir şekilde “muhalif medya yayını”na başlayan, bugünlerde ise restorasyoncuların medya sözcülerinden birine dönüşen “Marksizm eskisi” bir gazeteci ise, istifa eden bakanın bir “günah keçisi” olarak seçildiğini ima ediyordu.

Bunlar gerçek değerlendirmeler değil. Bunlar krizi ve krizin ucundaki çözülmeyi gören, bu çözülmenin sonucunda halkçı bir olasılığın belirmesinden korkan “yok canım o kadar da değil” tayfası. Bunlar yangını fırsat bilen, ama büyümemesi için de yangına suyla müdahale etmeye çalışan tayfa. Bunlar halkın içerisinde bulunduğu açmazları düzenin restorasyonuna yönlendirmek isteyenlerin çabaları.

Söz konusu çelişki bilim kurulu ile devletin başındakiler arasında değil. Yetki ve sorumluluk bilim kuruluna devredilince hiçbir şey çözülmeyecek. Meseleye bu sığlıkta yaklaşamayız. Söz konusu halkın kendi kaderini kendisinin tayin etmesi sorunudur. Yukarıda işler yolunda gitmiyor, ama yetki yine yukarılarda birilerine devredilince (Babacan, İmamoğlu?) sorunlarımız bitmeyecek. Yetki halkın elinde olmalıdır, bunun araçlarını ve programını inşa etmeliyiz.

Sorunlarımızın çözümü yerine kendi iktidar mücadelelerine gömülmüş bir iktidar bloğuyla yönetildiğimiz, salgın ve ekonomik kriz karşısında kendi kaderimize terk edildiğimiz, yine salgın karşısında sürü bağışıklığı ile karşı karşıya bırakıldığımız durumda, kendi kendimizi yönetmek en meşru taleptir.

Şimdi her yereli dayanışma ağlarıyla örmenin zamanıdır. Halkın kendi inisiyatifleri-meclisleri bu ağların içinden çıkacaktır. Halk meclisleri halkın seçeneğini fiilen inşa edebilir. İktidardaki koalisyon zorlanıp sarsıldıkça faşizme doğru hamle yapıyor ve onun resmi muhalefeti de olup biteni izlemekle yetiniyorsa, halkın da demokratik bir cumhuriyet için hamle yapmasının tam zamanıdır.

Toplumsal Özgürlük Partisi