TÖP: Aynı gemide değiliz, krizin bedelini ödemeyeceğiz!

Türkiye ekonomisi derin bir yapısal kriz içinde bulunuyor. Bu kriz son aylarda hız kazanan ve son günlerde zirveye ulaşan döviz kuru krizi ile (TL’nin serbest düşüşü) en net ifadesini buldu. Fakat kriz döviz kuru kriziyle sınırlı değildir.

Rejimin hamleleri

Türkiye’nin birikim modeli, uluslararası “sıcak para” akışlarıyla hareket edebilen, borç ve rant dayalı ve üretken olmayan bir “kalkınma” modelidir. 24 Ocak 1980 kararlarıyla çizilen bu hat, siyasi yönetimler tarafından tekrar tekrar şiddet ve zor ile halka dayatıldı.

Kapitalizmin 2008’de şiddetlenen yapısal kriziyle birlikte bu model, gitgide daha da zorlanmaya başladı. Bu zorlanmanın krize dönmesi çeşitli müdahalelerle kısmen ertelenmeye çalışıldı, fakat açmazlar içinde duvara çarpıldı. Artık ekonomik krizi “önlemek” söz konusu değil. Nitekim bunu gören Erdoğan’ın, son günlerde yaptığı hamleler “ekonomik” hamlelerden çok, kendi rejimini korumaya çalışan siyasi hamlelerdir. Ekonomik krizi bir siyasi krize çevirip bunu da sanki emperyalizmle mücadele ediyormuş gibi göstererek kendi kitlesini konsolide etmeye çalışıyor. Böylece uygulamak zorunda kalacağı kemer sıkma politikasını meşrulaştırmayı ve bu kemer sıkma politikalarından özellikle etkilenecek olan kendi kitlesini kaybetmemeyi hedefliyor.

Krizin faturası halka kesilmeye çalışılacak

Daha önce de gördüğümüz benzer krizlerden biliyoruz ki, şu ana kadar ekonomik modelden faydalananlar, yüksek oranda kâr elde edenler, kendi yarattıkları krizin faturasını “kamulaştırmaya” çalışacaklar. “Hepimiz aynı gemideyiz” yalanıyla krizin faturasını halka yükleyip, halkı daha da yoksullaştıracaklar.
Batan bankalar ve şirketler devlet tarafından “kurtarılacak”, bu kurtarmadan dolayı oluşan açığı kapatmak için sosyal harcamalar azaltılacak ve tüketim vergileri arttırılacaktır. Böylece sermaye servetini korurken borçlarını da halka kesmiş olacak.

Halkçı alternatif

Oluşan kriz ortamı, kimi muhalif güçlerde “Bunlar ekonomik kriz ile gidecek” umudunu uyandırmakta. Fakat böyle bir duruş umutsuzluğun ve çaresizliğin ifadesidir.
Halkçı güçler olarak kendi gücümüze güvenip halkı ve halkın çıkarlarını örgütlememiz en önemli görevimizdir. Tarafımız ne saray rejimi, ne de uluslararası finans-kapital ve emperyalizmdir. Tarafımız halkın çıkarları ve halkın çıkarları doğrultusunda hareket eden halkçı güçlerdir.

Halkçı güçler, oluşan tabloya karşın sermayenin mantığıyla değil, halkın çıkarlarını önüne alan siyasi bir çözümle hareket etmelidir. Bu çözüm, halkı her anlamda güçlendirip özneleştiren, söz, yetki ve kararın halkın elinde toplandığı halk meclislerinin inşa edilmesidir. Bu doğrultuda en acil görevimiz, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Anayasa programında vücut bulan, dayanışmaya ve paylaşmaya dayalı alternatif halkçı bir ekonominin mekanizmalarını örgütlemektir.

Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP)