TÖP: Geleceği Ancak Biz Kurabiliriz!

On yılı aşkındır süren kapitalizmin yapısal krizinin gün geçtikçe daha da derinleşerek kalıcılaştığının tescillendiği bir zaman diliminden geçmekteyiz. Bu kalıcılaşmaya karşı sermayenin sömürüyü ve şiddeti daha da arttırmaktan başka bir çözüm bulamadığı ortada.

Sermayenin bu “çözümüne” başta Şili ve Orta Doğu coğrafyası olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki işçiler ve emekçiler neo-liberalizmin ölüm fermanını sokaklarda ilan ederek karşılık veriyor. Ve bu karşılık her geçen gün dünya çapında artıyor.

12 Eylül darbesiyle neo-liberalizmin uygulandığı en önemli yerlerden biri olan Türkiye de bu krizden hem ekonomik hem de siyasal açıdan payını almakta. Ekonomik kriz derinleştikçe işçilerin ve emekçilerin yaşamına daha da fazla kastediyor. Sokakta açlıktan bayılan insanlara rastlanması artık vaka-i adiyeden sayılıyor. Son 24 saatte 4 kişinin, borçları yüzünden intihar etmesi, yakıcı gerçekliği gösteriyor.

Kendilerine rant ve talan, halka işsizlik ve yoksulluk

İktidar açlığa ve yoksulluğa çözüm üretemediği gibi işsizliğe de çare bulamıyor. Özellikle 15-34 yaş grubundaki genç işsiz sayısı, kendilerinin açıkladığı ve muhtemelen çarpıtılmış rakamlara göre,  Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak 2 milyon 801 bine çıkmış durumda.

Bununla birlikte neo-liberalizmin en önemli talan alanlarından biri olan eğitimde de iflasın yaşandığını görmekteyiz. Bin bir güzellemeyle başlatılan eğitimin özelleştirilmesi sürecinin simgelerinden biri olan Doğa Koleji’nde öğretmenlerin parası ödenemiyor, veliler isyan ediyor.

Keza neo-liberalizmin bir diğer saldırı alanı olan emeklilikte de iflası görmekteyiz. Emekçilerin üç kuruşluk ücretlerinden kesilen emeklilik payını ödemeye sıra gelince, Emeklilikte Yaşa Takılanlar’da (EYT) gördüğümüz üzere, “batarız” veya “ödeyemeyiz” söylemleriyle karşılaşmaktayız. Sadece emeklilik değil, bütün bir sosyal güvenlik sistemi de çöküş içerisinde. Gelir ve gider arasındaki fark(negatif yönde) ve işsizlik yıldan yıla artarken kayıtlı çalışma giderek azalıyor.

İşçilere ve emekçilere zırnık koklatmamaya yemin etmiş iktidarın, söz konusu kendi çıkarı olduğunda nasıl vahşileştiğini başta Kanal İstanbul Projesi ve Simit Sarayı konularında görmekteyiz. Bir doğa katliamının proje hali olan Kanal İstanbul’un nasıl bir rant ve talan hamlesi olduğunu Katar Emiri’nin annesinin dönüm dönüm aldığı araziler ortaya koymakta. 

Ziraat Bankası’nın, 500 milyon dolar borcu olan Simit Sarayı’nın çoğunluk hissesini almasında da halkın parasının işçilere ve emekçilere değil yandaşlara aktarıldığını açıkça görüyoruz. Daha önce kömürlü santraller yasa tasarısının veto edilmesi gibi, şimdi de yine Erdoğan’ın Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı hisselerini almasını “tasvip etmediğini” söylemesi,  halkın tepkisinin egemenler üzerine etkili olmaya başladığını gösteriyor.

Öte yandan iktidarını devam ettirmek için durmadan dışarıda savaş arayan AKP-MHP, Suriye’de önüne bariyer çekilmesinden dolayı ibreyi Libya’ya yöneltti. Trablus’ta sıkışmış olan Sarrac iktidarına destek sunarak hem ortağına hem de kendisine ilaç olmaya çalışan AKP-MHP iktidarının hesapları ise Hafter’in hazırlandığı son hamleyle çarşıda toz duman olma durumuyla yüz yüze.

Geleceğimizi biz kurabiliriz

İşsizlik, yoksulluk ve savaş dışında sunabileceği hiçbir şey bulunmayan AKP-MHP iktidarı kan kaybettikçe, gemiyi terk eden fareler de yeni bir biçimle halkın karşısına çıkmakta beis görmüyorlar.

Bugün ortaya çıkan musibetlerde sorumlulukları yüksek olanlar “gelecekten” bahsederek halkın umutlarını kendi çıkarlarına kanalize etmenin derdindeler. Fakat onların, derman olmak bir yana, yaşadığımız dertleri en az AKP-MHP iktidarı kadar derinleştireceğinin farkındayız.

Nitekim fabrikalarda ve sokaklarda direnen işçiler ve emekçiler, polis barikatlarını mücadelelerinin yanı sıra danslarıyla da aşan kadınlar, ekolojik katliama karşı yılmadan mücadele eden ekolojistler geleceği kimin kurabileceğini ortaya koymaktalar.

Dolayısıyla gelecek, işçilerin, emekçilerin, kadınların, ekolojistlerin, ezilen halkların ve inançların birleşik mücadelesiyle kurulacak olan Demokratik Cumhuriyet ile mümkün olacaktır.