TÖP: İktidarın “gerçeği” halkın hakikatini yenemeyecek

“Bu kadar karanlık bir gökyüzü fırtınasız açılmaz.” (Shakespeare)
​Siyasi iktidarın, sermaye politikalarını önceleyerek “normalleşme” adını verdiği takvimle, açılma süreci her geçen genişleyerek sürüyor.“Normalleşmenin” esas gayesinin ne olduğunu ve kime hizmet edip kimi gözden çıkardığını hepimiz biliyoruz.
“Milli zafer” gürültüsünün ardındakiler
Hastalığın daha ilk günlerinde sermayeyle sarmaş dolaş olarak kimin tarafında olduğunu açıkça ortaya seren iktidar, geçenlerde bir şantiyede onlarca işçinin dip dibe sıkıştırıldığı ve kendilerinin metrelerce uzakta durduğu fotoğrafla birlikte normalleşmenin aslında ne demek olduğunu da dosta düşmana göstermiş oldu.
O fotoğraf açıkça şöyle diyordu: “Patronların yaşaması pahasına emekçiler ölebilir!”Şimdilerde MÜSİAD’ın açıkladığı çalışma kamplarının hayata geçirilmeye çalışılması ise, gelinen son nokta olarak orta yerde duruyor. 
“Milletçe zafer kazandık, virüsü yendik; ekonomimiz de gayet iyi durumda” açıklamalarının asıl gerçeklerle hiçbir alakası olmadığı; uluslararası kuruluşlara göre Türkiye’nin en kırılgan üç ülkeden biri olmasından, her gün getirilen zamlar ve ek vergilerden, kesilen ahkâmların ve atıp tutmaların aksine sermaye merkezlerinin kapısında dolar dilenmelerinden anlaşılıyor. 
Bir alev topu gibi büyüyerek ilerleyen ekonomik kriz gerçekliği şimdilerde korona öncesinden çok daha derinde. Bu krizden, halkı gözetmeden sırf sermayenin çıkarlarına göre ayarlanan bir normalleşme takvimiyle çıkılmaya çalışıldığı çok açık. 
Krizler yumağının içerisinde bir biçimde buraya kadar gelen iktidar ve ortakları, bir biçimde ayakta duruyorlar. Her şeyi kendi iktidarlarının devamı üzerinden hesaplayıp dengeler kurarak ilerlemeye çalışıyorlar. 
İktidar ortaklarının aralarındaki gerilimler tırmanıp, son zamanlarda sıkça ortalığa saçılsa da henüz pazarlıklar ve iç hesaplaşmalar sürüyor. Bugün, “devletin yüksek çıkarları” diyerek yan yana duranlar, kapı ardında birbirlerinin ayağını kaydırmak ve kendi yerlerini garanti altına almak için türlü hesaplar yapmayı da sürdürüyorlar. Ayağı tökezleyen kendini uçurumun dibinde bulacak, bunu hepsi biliyor! Artan darbe tartışmaları, istifa eden amiral üzerinden bulanıklaşan atmosfer, iç gerilimlerin ne denli yüksek olduğunu gösteriyor. Çakılsız bir yolda elleri ceplerinde ilerleyemiyor, her istediklerini yapamıyorlar. Halkın nabzını yoklarken kendi içlerindeki dengeleri de gözetmek zorundalar. 
O arada, muhalefeti güçten düşürmek için de uğraşıyorlar. Muhalefetin elindeki belediye çalışmalarının engellenmesi ve CHP İstanbul il başkanına yönelen tehdit söylemleri de bunun bir parçası. 
HDPli belediyelere atanan kayyumlar ve HDP ve Kürt siyasetçilerine yönelik operasyon dalgaları, 19 HDP vekili hakkında 31 dokunulmazlık fezlekesinin meclise sunulması bir kez daha açıkça gösteriyor ki, halkın oyları ve iradesi hiçe sayılıyor. Seçimle kazanılamayanlara hukuksuzca el koyuluyor.
Halkın gündemi seçim değil geçim!

Bir yandan, erken-ani seçim söylentileri yaygınlaşıyor öbür yandan darbe tartışmaları gündemden düşmüyor.
Bütün kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki iktidarın oyları eriyor; muhalefet güç kazanıyor. Erimeyi durdurmak için ellerinden geleni yapıyor, seçim tartışmasını gündemde tutarak bir biçimde umutları yine seçimlere havale etmeye çabalıyorlar.
Ancak artık biliyoruz ki bu iktidar kaybedeceği bir seçime girmez, girse de sonucu kabul etmez.Seçimle gidecekleri beklentisinden çıkmak gerekiyor. Seçimle gitmemek için her şeyi göze alacakları anlaşılıyor. 
İktidarın halka dayattığı sahte gündemlerin karşısında halkın gün gün yaşadığı gerçek apaçık ortada duruyor!
İşsizlik zirve seviyelerde, borçlanmalar karantina günlerinde verilen teşviklerle artırıldı, faturalar kapıda bekliyor, zam üstüne zam gelen ürünlere ulaşmak emekçiler için giderek hayale dönüşüyor!
Yetmiyor, halkın günlük yaşamında yaşanan yıkımı daha da derinleştirmek isteyen sermaye, işçinin elinde kalan kırıntılara bile göz dikiyor. Fazla mesailer, kesilen ya da azaltılan maaşlar ve geç gelen ödemeler işçi sınıfının belini büküyor.
Toplumsal rıza üretilemediği oranda şiddet yükseltiliyor ve normalleştiriliyor. Tehditler cezasız bırakılıyor ya da göstermelik işlemler yapılıyor. Açıkça isim verilerek toplum kışkırtılıyor, LGBTİ’ler, kadınlar ve Aleviler işaret ediliyor. “Ya benimlesin ya da düşmanımsın” mantığıyla toplum kutuplaştırılıyor.
Yıllardır kadın hareketinin güçlü duruşu sayesinde geçiremedikleri çocuk istismarına af yasasını şimdilerde geçirivermeyi planlıyorlar. Adlarının başında haketmedikleri ünvanlar taşıyan yandaşlar küçük çocuklarla ilgili asla kabul edilemeyecek söylemleriyle bu yasaya ortam hazırlamaya çalışılıyor.
Halkı uysal bir hizmetkara çeviremiyorlar

Bütün bunlara rağmen, toplum direniyor. İktidar ve ortaklarının faşizmi dayatmasına teslim olmayan, ayak direyen ve birbirine tutunan farklı halk güçleri geri çekilmiyor. 
Buyurgan bir çoban misali halkın tepesinde sopa sallayan iktidar, kitleleri bir türlü hizaya getiremiyor. İşçiler, kadınlar, Aleviler ve Kürtler ısrarla dimdik duruyor. Bu duruş, yaratılmak istenen korku ve umutsuzluğun çarklarına çomak sokuyor. 
Halk güçleri, kendi asgari yaşam şartlarını ele geçirmeye, özgür ve demokratik bir ortamın ilk adımlarını atmaya çalışıyor. İktidar, zora ve baskıya başvurmaktan başka çare bulamazken toplum halkçı bir çıkışın ufkunu gözlüyor. Yaldızları dökülen kapitalizmin çöküş sancıları sosyalizmin yıldızını parlatıyor.
Şimdi, bütün bu olasılıklar içerisinde bilinci berraklaştırmanın, iktidarın dayattıklarını kesin sonuçlar olarak görmektense halkçı-demokratik bir değişimin peşinden gitmenin; onların planlarının karşısında halkın edilgen bir nesne olmadığının ayırdına varmanın ve bu halkçı olasılığı gerçekliğe çevirmenin zamanı.
Onların bize dayattığı faşist gerçek, karşısında kendi hakikatimizi yaratmanın tam zamanı!