TÖP: Öfkeyi Kurucu Bir Birliğe Dönüştürelim

15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ve Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’nin olağanüstü siyasal gidişatında belirleyici uğrak noktaları oldu.
15 Temmuz ile öne çıkan “devlet krizi” o günden bugüne devlet katmanlarındaki boşluğa ve sarsıntıya işaret eden en önemli kriz başlıklarından olageldi ve devlet krizinin çözümünde “devletin bekası” başlığı altında Erdoğan-Bahçeli-Ağar-Ergenekon “kutsal ittifakı” ile faşizmin zor yoluyla güç kazanarak kurumsallaştırma çabaları hızlandırıldı.
31 Mart-23 Haziran seçimleri ile onulmaz bir yola sürüklenen Erdoğan-AKP iktidarının iç ve dış politikadaki çoklu kriz hali ve irtifa kaybı yanında; şimdilerde teşkilattaki iç kanama, 17 yıllık iktidarın başlıca aktörleri tarafından yürütülen yeni parti kopuşlarıyla somutluk kazanıyor ve iktidarın fay hatlarını daha da derinleştiriyor.
İktidar bloku, içerisinde bulunduğu sıkışmışlık ahvalini faşizmin zeminini güçlendirerek aşmaya çabalıyor. Öyle ki, siyasal ve toplumsal alanda faşizmin öğeleri giderek pekişiyor ve faşizmin kurumsallaşması yerel seçimler ardına atılan adımlarla giderek hız kazanıyor.
Devlet krizi hala çözülebilmiş, yeni rejim henüz garanti altına alınabilmiş değil, üstelik yerel seçimlerde yedikleri darbe ile meşruluğu ve geleceği sorgulanan başkanlık sistemi aşağıdan yukarıya tartışılır durumda.
“Süreklileşmiş Savaş Hali”
Faşizmin inşasının tıkanma noktalarının aşılabilmesi için, içeride ve dışarıda süreklileşmiş savaş hali ülke gündemine dayatılıyor.
Zira “savaş” gündemi krizi millileştirerek aşmanın kaldıracı işlevini görüyor.
Artık herkesin malumu, olağan akışa bırakılsa dağılmaya yüz tutmuş bir iktidar gerçekliği söz konusu, ancak adımları sıklaştırılan ve ardışıklaştırılan politik manevralarla olağan çöküş sürekli erteleniyor.
Baskıyı ve şiddeti sürekli gündemde tutarak ömürlerini uzatmaya çabalıyorlar. Bununla birlikte, muhalefete yönelik saldırıların dozunu giderek artıyorlar, ki inisiyatif alanları önünde herhangi bir engel oluşmasın.
Faşizmin önündeki en önemli güç odağı olan Kürtlerin direnişi, yerel seçimler ardına 2016’da başvurulan kayyum politikalarına el yükseltilerek yeniden devreye sokuldu.
Suriye operasyonu ile iktidarın çoklu krizi öyle ya da böyle ötelenmiş, üzerine muhalefet ekseninin parçalaması hedefinde de kısmi kazanımlar elde edilmiş oldu.
Şimdi Libya gündemi üzerinden yeni bir milli coşku yaratmak istiyorlar.
Libya tezkeresi başlığı üzerinden toplumda istenilen milliyetçi heyecan ve coşkuyu uyandıramadılar. Ancak medya gücünü tekelinde bulundurmanın yarattığı yetki sınırsızlığıyla süreci lehlerine çevirmeye çalışıyorlar.
İktidar kalemşörleri günlerdir “güçlü lider güçlü Türkiye” propagandalarının dozunu artırmış çıtayı uluslararası düzleme çekmiş durumda.
Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ardında ABD ve İran arasında yükselen gerilimde ve Libya’daki ateşkes sürecinde Erdoğan” diplomasi bilir dünya lideri” ve “barış elçisi” olarak parlatılmaya çalışıyor.
Bunu yaparken 2020’nin en önemli aktörleri olacağı şimdiden belli olan Babacan, Davutoğlu, Akşener ve İmamoğlu isimleri öne çıkarılarak kutuplaştırma dilinin dozu yükseltiliyor.
Çoklu Krizi Ötelemek için Ardışık Manevralar
Bunun yanında, enflasyon-faiz denklemi üzerinden yürütülmeye çalışılan ekonomi politikaları yanında, yerli-milli araba, Kanal İstanbul projeleriyle de ardışık hamleler devreye sokuluyor.
İktidarın son günlerde iç ve dış politikada attığı bu ardışık adımlara bakacak olursak, Erdoğan’ın fiilen bir seçim kampanyası yürüttüğünü pekala söyleyebiliriz.
Yerel seçimler ardına kaybettiği inisiyatifi, muhalefetin ve halkın gündemini belirleme gücüyle yeniden kazanmaya, manevra alanını genişletmeye, çoklu kriz tablosunun olası tahribatların palyatif reçetelerle de olsa kendisine nefes aldıracak oranda ötelemeye, ertelemeye çalışıyor.
Öte yandan bu ardışık hamleler, iç kanaması artan iktidarın daha çok parti içine yönelik hamleleri gibi de duruyor.
Kopuş mevsiminin başladığı AKP’de, Erdoğan tabanını ve parti üyelerini konsolide etmeye ve kemikleştirmeye çalışıyor.
Halk Kabuk Çatlatıyor!
Parlamenter düzlemde meclis aritmetiği üzerinden oransal hesaplamalar yapıladursun, o arada halkta artan tepkiler ve hareketlilik hali de, iktidar blokunun sıkışmışlık çemberini baskılayan en önemli belirleyen konumunda.

Ekonomik krizin yarattığı tahribat ise; halk güçlerinin aşağıdan basıncını artıran ana faktör.
İşsizlik, yoksulluk, pahalılık, intiharlar, kadınlara, çocuklara, hayvanlara yönelik artan istismarlar, nefret cinayetleri, toplumsal çürüme ahvali toplumun tüm kesimlerinin üzerindeki ağırlığını artıyor.
Toplumsal çürüme ile tetiklenen kültürel yozlaşma toplumsal değerleri ve dayanışma bilincini parçalıyor.
İktidarın istikrarlı siyasal-ekonomik-toplumsal saldırılarının bir sonucu olarak, çaresizlik duygusu ile gelen yalnızlaşma, yabancılaşma, öz yıkım ahvali alternatifsiz alternatif olarak halka sunuluyor.
Oysa böylesine olağanüstülük ikliminde, çok yönlü kriz ve çok yönlü saldırılara rağmen kabuk çatlıyor.
Halk her şeye rağmen kendi üslubuyla kendi talepleriyle kendiliğinden de olsa halkın gerçekliğini bir şekilde ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın meclis gündeminde termik santrallerden, Simit Sarayı’na attığı geri adımlar tesadüfî geri çekilişler değildi, iktidarı geri adım atmak zorunda bırakan esas şey halkın artan tepkisiydi. Kanal İstanbul projesine karşı 7’den 70’e halkın kendi deneyimlerinden öğrenerek ortaya koyduğu tepki, atlı faytonlara karşı İBB önündeki kazanımla sonuçlanan direniş, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yemekhane zamlarına karşı verdiği onurlu mücadele, yargı ve güvenlik organlarına tümüyle güvenini yitiren toplumun “Gülistan Nerede” çığlığının bir anlamı var.
Üstelik de boşluğa salınan ve boşlukta kaybolup giden bir geçici anlam da değil. Tersine kurucu ve kuvvetlendirici bir anlamı var.
Halkın kendine ve birbirine güven duygusunu, dayanışma ve duygudaşlık bilincini yeniden kuran ve anlamlandıran bir kurucu öğe bu aynı zamanda.
Öfkedeki bu duygudaşlığı inat ve umut birliğine taşımanın yollarını izlemek gerek şimdi.
İşçiler şimdi, o yolu açıyorlar, sadece yolu açmıyorlar, yolu da yeniden kuruyorlar.
Bursa’da ve Gebze’de binlerce metal işçisi grev kararını açıkladı, işçilerin emekçilerin öfkesini örgütlü bir eylemle ve direnişle buluşturmanın fitili yakıldı.
Halkın çıkış arayışının güç biriktirerek sürdüğü şimdilerde, bu özgürlük ve özneleşme arayışını sol ile örgütlü mücadeleyle buluşturmanın yollarını gündelik yaşamın politik pratiğini inşa ederek somutlayabilir, halkçı bir çıkışın imkânlarını yaratabiliriz.