TÖP: Şimdi El Yükseltme Zamanı


“Çakmaktaşı ile çelik yıllarca yan yana durur da en ufak bir kıpırtı olmaz ama birbirlerine sürtersen kıvılcımlar saçarlar. İsyan anlık bir şeydir, birden ortaya çıkar. Bir kıvılcım, bir ateş gibidir.”

Ursula Le Guin


Her şey hızlanıyor. Politik sahadaki tüm güçler gaza basıyor. Bunun sonucunda olaylar gittikçe daha da karmaşıklaşıyor, iç içe geçip hızla ilerliyor. “Normal” zamanlara dönmek, iklimin durulmasını beklemek artık pek mümkün görünmüyor. Bizlere bu zamanlarda yaşamak düştü. Buna alışmalıyız.

Bir yandan ayağının altından kayıp gitmekte olan toprağın farkında olduğu için faşizmi hızlandırmak isteyen iktidardaki koalisyon, diğer yandan içeride ve dışarıda sıkışmış bir Erdoğan’dan güç alan restorasyon güçleri. Öyle ki, siyaseti bezirgân usullerle yürütme ustası, ihtiyatlılığı ve daha çok korkaklığı ile bilinen, Abdullah Gül bile ortamdan cesaretlenip çıkış yapabiliyor, Ahmet Davutoğlu piyasaya çıkıp bizlere ne kadar mağdur olduğunu anlatabiliyor. Devlet içi kliklerin birbirleriyle olan “omerta” yemini de bozulmuşa benziyor. Nereden ne şekilde geldiğini anlayamadığımız bilgiler birden önümüze düşüveriyor. Kızılay skandalının belgeleri, belediye ve sarı sendikalardaki yolsuzluklar, Libya’da öldürülen ve gizlilikle defnedilen MİT mensuplarının haberleri, mafya Zindaşti’nin serbest bırakılmasıyla açığa saçılan hâkim ifadeleri ve hatta whatsapp yazışmaları… Her burjuva devlette her dönem yaşanabilen, fakat yalnızca politik arenada birilerinin ayağını kaydırma zamanı geldiğinde açığa saçılan “skandallar” yeni bir statüko kurmak için malzeme yapılmaya çalışılıyor. Bu yolla halk güçlerinin öfkesi, “renkli” bir geçişe yönlendirilmek isteniyor.

Ancak görünen o ki şimdilik bu hesaplar tutmuyor. Halk güçlerinin yansıyan öfkesine bakılırsa, öfkeden en çok nasibini iktidar alıyor. Ama muhalefetteki “yeni aktörler” de nasiplerini almıyorlar mı?

Dikişler Patlarken

Krizler derinleşirken, bu krizin kaynağında yer alanların üzerine oturdukları volkan da ısınmaya devam ediyor.

Çıkışsızlık sürdükçe, içerde gittikçe daralan, küçülen ve gerginleşen bir avuç kişiden ibaret olan çıkar şebekesi, egemenlerin bunca yıldır sistemin orasına burasına geçici ya da kalıcı olarak yamadıkları kumaşların dikişlerinin bir bir patlatmasına neden oluyor.

Gezi davası bunlardan bir tanesi. Ellerinden gelse herkese müebbet hapis vermek istediklerine herkes emin. Ama veremediler. Elbette görünüşe göre, Gezi davasında alınan karar bozulacak. Ama bunun bir önemi yok. Gezi’de halk kazanmıştır, davayı halk düşürmüştür. Bu karar ister iktidar tarafından alınsın, ister muhalefet tarafından aldırılsın, değişmeyen bir gerçek var: Gezi’nin iktidar güçlerinde yarattığı yarık devam ediyor ve Gezi despotizmin dengesini yine bozuyor! Gezi milyonlardı, bizdik; zaten yargılanamazdı. İktidarın gücü, Gezi’yi yargılamaya yetmedi. Eğer kararın alınmasında iktidarın parmağı varsa bu, halk güçlerinden ne kadar çekindiklerini gösteriyor. Eğer restorasyoncu güçlerle hareket eden birtakım yargı mensupları bu kararı aldırdıysa bu da halk güçlerinin yarattığı etkinin gücünü gösteriyor. Biz bunlardan yana bir taraf değiliz elbette. Biz Gezi’de ortaya çıkan yeni toplumuz. Bu toplumun yok olmadığı her fırsatta kanıtlanıyor.

Karar sonrası kendilerini uyanık sananlar bir saat içinde, yargıya olan güveni tazeleyiverdi! Bunun o kadar kolay olmadığı zaten kısa bir süre sonra anlaşıldı. Biliyoruz ki bu ülkede yargıya güven olacaksa; bu ancak, başka bir rejimde, başka bir şekilde mümkün olacaktır. Yargıya olan güven kişilerle ilgili değildir. O çok daha kapsamlı ve köklü bir dizi değişiklikle sağlanır.

AKP ve ortaklarının sıkışmışlığı yalnızca içeride değil, dışarıda da devam ediyor. İdlib’te sona geliniyor, Erdoğan ve ortakları bölgede uçak kaldıramıyor, karada savaşamıyor ve buna rağmen terör örgütlerini açıktan desteklemeye devam ediyor. Ve öte yandan Libya’da da işler iyi gitmiyor. Ama her iki cephede de ısrarla savaşmaya devam ediyor. Çünkü bunu yapmaya mecbur.

Yine de “şehitler tepesi”ni doldurmak içeride hesaplanmayan tepkilerin oluşmasına neden oluyor. İçeride ve dışarıda tüm dikişler patlıyor. Üstelik bu politikalar iktidardaki koalisyon içerisinde de kimi çatlak emarelerinin belirmesine yol açıyor. MHP’nin İdlib ile ilgili takındığı şüpheli tutumu bir kenara not edelim.

Halk güçleri etkisiz eleman değil

Gidişat tek yönlü değil. Birbirleriyle çelişkili giden süreçler var ve şimdi her şey karmaşıklaşıyor. Sahadaki iktidar güçlerinin her fırsatta birbirlerine çelme takacakları aşikâr. Ama bunu yüksek tonda değil, düşük tonda yapmak zorundalar. Çünkü sahada yalnızca muktedirler yok. Aynı zamanda halk güçleri de sahada. Halk kendi talepleriyle sahada. “Yerlilik ve millik” söylemi para etmediği gibi, “yolsuzluk ve israf” söylemleri de açığa çıkan enerjiyi emmeye yetmiyor. Egemenler çarpışmasındaki bu yapay söylemlerin; halkların, emekçilerin, kadınların ya da gençlerin yararına olmayacağını her fırsatta haykırmalı.

Geçim derdi, işsizlik ve yoksullukla bilenen halk öfkesi bir çıkış fırsatı bulamadığı vakit intiharlara, çıkış fırsatı bulabildiğinde ise direnişlere dönüşüyor. Aynı anda birçok tepki biçimi açığa çıkıyor. Şimdi bu tepki biçimlerini bir halkçı program etrafında toparlamak, dayanışmayı ve direngenliği toplumun her kesimine yaymak, krizden çıkışın ezilenlerin birliği ile mümkün olduğunu pratikte kanıtlamak gerekiyor.

Faşistleşme eğilimindeki güçler de, restorasyoncu güçler de el yükseltiyorlar. Oluşturdukları bulanık havayla halk güçlerini felçleştirmek, arkalarına yedeklemek istiyorlar. Onlar el yükseltiyorlar, halk güçleri de el yükseltmeli, kendisini halkçı bir programla, demokratik cumhuriyet programıyla ortaya koymalı.

Kurtarıcı bekleme zamanlar geride kaldı. Şimdi kendi kurtuluşumuzu var etme zamanı! Şimdi, halkın içindeki öfkeyi biçimlendirme, o öfkeyi referans alarak örgütlülüğü var etme; geleceği şimdiden ve şu an bulunulan yerden var etmeye, ayaklarını oturtmaya başlama zamanı. Şimdi “Demokratik Cumhuriyet” zamanı.