TÖP: Yaşasın Gezi Direnişimiz!


Geleceğin Toplumunun Kurucu Özneleri, Gezi Direnişinin Yaratıcılarıydı

Sermaye bir kanser hücresi gibi toplumun tüm uzuvlarına doğru sürekli genişlerken, halklar için durmadan sefalet, savaş ve salgın hastalıklar üretiyor.

Her gün yinelenen egemen söylemler bilincimizi belirlemeye çalışırken, yaşadığımız sömürü düzeninin kadir-i mutlak biçimde ezeli ve ebedi olduğu algısı yaratılmak isteniyor.

İnşasında oldukları sermaye rejimini halka kabul ettirmek için devletin tüm imkanlarını sonuna kadar kullanarak, devasa bir güç uyguluyorlar. Kapitalizmin yeni “normalleri” bizlere olabilecek tek olasılık olarak sunuluyor. 

Despotik iktidarlar aracılığıyla güç uygulanarak dayatılan yeni sömürü biçimlerine razı olmamız bekleniyor. Oysa, egemenlerin söyleminin aksine, bu düzende yaşamak zorunda değiliz. 

Başka bir dünyanın, başka bir toplumun mümkün olduğunu Gezi’de kanlı canlı gördük, tanıklık ettik ve birlikte deneyimledik. 

İşçilerin, gençlerin, kadınların, LGBTİ bireylerinin, doğa, kent ve yaşam savunucularının, başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere halklar ve inançların kendi talepleri ile bir arada mücadele ettiği Gezi, dayanışma ruhuyla, cüretiyle, neşesiyle, yaratıcılığıyla, içerisinden çıkan forumlarla, Demokratik Cumhuriyet perspektifinin nüvelerini içinde barındıran bir mücadeleydi.

Gezi direnişinin ortaya çıktığı konjonktür

Gezi direnişine doğru giden süreçte; küresel ve yerel sermaye fraksiyonlarının desteğiyle, sermayeye dar gelen ordu merkezli eski rejimi tasfiye etmek ve sermayenin mutlak iktidarını kurmakla görevli olan Erdoğan, bunu başardığı ölçüde kendisinin Reis olduğu özel bir sermaye egemenliği kurmak için toplumsal gerilimi sürekli yükseltiyordu. 

Erdoğan’ın “Reis”liği sermaye tarafından, sermayenin önünü açtığı ölçüde aralarındaki bir uzlaşmayla sağlandı.

Yeni rejimi kurumsallaştırma çabaları ile birlikte, neoliberal soygunun süreklileştiği, emekçilere yönelik saldırılarla sömürünün derinleştiği, kentsel dönüşümlerle yaşam alanlarının talana açılarak şehirlerin dev bir şantiyeye dönüştürüldüğü, doğanın bütünüyle sermayenin talanına açıldığı, kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekildiği, Orta Doğu’da sermayenin çıkarları doğrultusunda taşeronluk yapıldığı, kadın düşmanı politikalarla kadınların emeği ve bedeni üzerindeki sömürünün katmerlenmek istendiği bir süreç vardı.

Erdoğan öncülüğündeki iktidar, kurmak istediği egemenliğe uygun bir ideoloji tesis etmek için de kendi İslam yorumunu yaratma yoluna gitti. Bu egemen İslam yorumu ile dayattığı muhafazakar yaşam tarzını kabul etmeyen laik toplumsal güçlerin tepkisiyle karşılaştı.

Oluşturduğu İslam yorumunu devletin tüm olanakları ve medya gücüyle destekleyerek toplumsal bir kesim üzerinde hegemonya kuran Erdoğan bu yolla, işçi, kadın ve doğa düşmanı politikalarının yarattığı toplumsal öfkeyi dengelemek istedi. 

Kurmaya çalıştığı yeni rejimi, kendisine rıza göstermeyen toplumsal dinamikleri düşmanlaştırarak, devletin zor aygıtları ile sindirmeye çalışarak ilerletmeye çalışıyordu.

Gezi direnişi, Erdoğan öncülüğünde kurulmaya çalışılan sermaye merkezli bu yeni rejime karşı güçlü bir toplumsal patlamaydı.

Bu patlama, çok güçlü bir iktidar alternatifi yarattı.

Gezi’nin heyulası bile egemenlere korku salıyor

Yeni bir toplumun arayışı, eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde yeni bir dünya tahayyülü kendisini Gezi’de kolektif bir kalkışma olarak ortaya koydu. 

Toplumun tüm nüveleri, şayet birlikte mücadele ederlerse nasıl bir güç açığa çıkarabileceklerini gördüler.

Gezi’de açığa çıkan bu güç, egemenlerin birbirleriyle kurduğu dengeyi yerinden oynattı.  

Erdoğan iktidarını temelinden sarstı. 

Gezi’nin fitilini ateşlediği süreç; Erdoğan’ın kurmakta olduğu yeni rejimi, hegemonya ve meşruiyet krizi ile devlet krizinin içine sürükledi.

Halkın inisiyatifi ele alarak kurduğu dayanışmacı, eşitlikçi, demokratik yaşam, tüm ülkeye yayılan direniş ve dayanışma, sadece Erdoğan iktidarını değil; sömürüyü, rekabeti, hiyerarşiyi tek normal olarak ortaya koyan kapitalist kültürü de derinden sarstı.

Gezi’de ortaya çıkan toplumsal dinamikler, her fırsatta kendini ortaya koymaya devam ediyorlar. İşçi direnişlerinde, doğa, kent ve yaşam mücadelelerinde, binlerce kadının sokaklara döküldüğü kadın eylemlerinde Gezi direnişi kendisini yaşatıyor. 

Gezi’de mücadele eden toplumsal dinamikler, tüm seçim kampanyalarını da Erdoğan iktidarını geriletebilmek için bir araca dönüştürdüler.

Bugüne geldiğimizde, devletin tüm olanakları, zor aygıtları, medya gücü ve devlet içinde farklı fraksiyonlarla yaptığı kırılgan ittifaklarla, kurduğu yeni rejimi sürdürebilen bir Erdoğan iktidarı var.

Gezi’nin hayaleti bile bu iktidar için büyük bir tehlike olarak görülüyor.

Erdoğan öncülüğündeki iktidar koalisyonunda, Gezi’nin ortaya koyduğu bu ruhun nasıl bir korku yarattığını, yaptıkları açıklamalarda durmadan açtıkları yeni davalarda açıkça görüyoruz.

Egemenler, Gezi’nin ortaya koyduğu yeni toplum ihtimalinin bile, oluşturdukları sömürü sistemi için nasıl bir “tehlike” oluşturduğunu görüyorlar.

Biliyoruz ki Gezi’de güçlü bir şekilde kendini ortaya koyan toplumsal dinamikler, geleceği inşa edecek güçler olabilir. 

Bizler, geleceğin toplumunu kurmaya Gezi’de başladık.

Bugün de oradan öğrendiklerimizle mücadeleye devam ediyoruz.