Yerel seçimlere giderken: Belediyeler bizimdir – Hasan Durkal

Ülkedeki siyasal/toplumsal gidişat üzerine yapılan değerlendirmeler çoğu zaman şu vurgularla başlıyor: Olağanüstü dönemlerde yaşıyoruz, böylesi hiç yaşanmadı.

Ülke tarihi içerisindeki kurulagelen toplumsal-siyasal dengeler gerçekten de zorlanıyor. Ve bu dengesizlik halinin tekrar eskisi gibi bir denge durumuna oturması çok zor görünüyor.

Yaklaşan yerel seçimlere de bu olağanüstü atmosferde gidiyoruz ve yerel seçimler hiç de “yerel” bir havada gerçekleşmiyor. İktidardaki bloklar tarafından seçimler birer ölüm kalım meselesi olarak görülüyor. Onlar için gerçekten öyle. Burada alabilecekleri bir yenilgi, onlar için ağır bir darbe olacak. Bu yüzden toplumu gerçek bir yerel seçim gündemi ile değil, “beka” gündemi ile kutuplaştırmaya çalışıyorlar.

Yüksek siyasetten yerele

Gündem yerel seçimlerse, yerel yönetimler ile halk arasındaki ilişkiyi es geçmemek ve halkın gündelik yakıcı sorunlarını tartışmaya açmak başka baharlara bırakılmamalı.

Yüksek siyaset arenasında olan bitene sırtımızı dönmeden, yerel seçimler gündeminin de bu yüksek siyasetin yerellerdeki halkın sorunlarıyla doğrudan bağlantısını kurmak açmazlarımızdan kurtulabilmemiz için bir fırsat sunuyor bizlere.

Yüksek siyasetin üzerine oturduğu zemin gücünü bir bakıma yereldeki yerleşik iktidar biçimlerinden alıyor. Bu noktayı pas geçmek, statükoya bilinçli ya da bilinçsiz teslim olmak anlamına geliyor.

Belediye ve muhtarlık kurumlarına yakın plandan baktığımızda, onların hâkim iktidar biçimlerini üreten birer kurum olduklarını görürüz. Bu iktidar biçimleri sermaye ve devlet yöneticilerinin yukarılarda saltanatlarını sürdürmelerinin yerel garantileridir. Bu yüzden onlar açısından önemlidir. Ancak halk güçleri açısından bakacaksak, bu kurumların günümüzdekinden çok farklı tarihsel anlamları var.

Belediyeler şirket değil, müşterektir

Belediyelerin bir geçmişi var. Onlar birden ortaya çıkan yönetim biçimleri değildir. En eski yönetim biçim olan halk meclisinin, özellikle orta çağda merkeziyetçi krallık/imparatorluk otoritesine karşı yerelde iktidarlaşmasının ürünü olarak ortaya çıktılar. Onlar halkın kurumsallaşmış yönetim biçimiydiler. Zamanla egemen sınıfların eline geçerek, elimizden alındılar.

1980’lerle birlikte tüm kamusal kurumların dünya çapında dönüşmesiyle, belediyeler, halka hizmet üreten kurumlar olmaktan çıkmaya başladılar. Onlar artık hizmetleri “kâr” elde etmek için “tüketicilere” aktaran birer şirket haline geldiler. Öyle ki, bütçelerinden çalışanlara daha az pay ayırmak için hem taşeron çalışmayı geliştirdiler hem de sundukları hizmetleri kâr elde etmek için pahalı hale getirdiler.

Metalaşan hizmetler

Belediye makamlarının bu dönüşümü elektriğin, suyun, doğalgazın, ulaşımın, otoparkın, kamusal arsaların birer ticaret metası haline gelmesine yol açtı. İktidarlara yakın şirketlere devredilen bu hizmetler, şirketlere kar getiren, devlete de devasa vergi gelirleri getiren yatırımlar olageldiler.

Artık elektrik halkın aydınlanması için ucuza verilen bir hizmet değil, şirkete kâr getiren bir ticari maldı. Su ve doğalgaz da benzer süreçlerden geçtiler. Arsalar da spekülasyon yaratan ve yöneticilerin rantçı ortaklarıyla yağmaladıkları kaynaklar haline geldiler.

Belediye seçimleri de bu şirketlerin kârlarına ortak olacak rantçıların paylaşım savaşları haline geldiler.

Siyasal erk sorunu

Yalnızca hizmet sorunu değil mesele. Belediyeler aslında bizim en eski siyasal alanlarımızdır.

Evet, belediyeler bizimdir. Onları geri almamız gerekir. Bu amaçla, belediye başkanlığı makamının sembolik bir makama dönüşmesi gerekir. Başkanlık makamının yetkileri yani iktidar, kitlelerin elinde olmalıdır.

Kitlelerin elinde olmayan iktidar boşlukta durmaz. İster istemez onları ezen kişilerin eline geçer. En demokrat ve en halkçı belediye başkanları veya muhtarlar bile, iktidarı salt kendi ellerinde topladıklarında, ezenlerin lehine dönüşen birer ezme araçlarının figüranı olmaya yazgılıdırlar.

Bu sebepten ötürü iktidar yerelin asıl sahiplerinin yani halkın elinde olmalıdır. Halk bu iktidarı en eski ve en demokratik yönetim aygıtı olan halk meclisleri aracılığıyla yürütmelidir.

Onur kırıcı politika

Neoliberal yağma düzeniyle, geleneksel devletçiliğe dayalı yağma düzeninin kaynaşmasının sonucunda belediyeler kitlelerin iyice uzağında, onların denetiminden tamamen uzak bir noktada duruyor.

Yönetenlerle yönetilenler arasındaki ayrım, yönetenlerin güdücü, yönetilenlerin ise güldenler pozisyonunda oldukları bir model ortaya çıkardı.

Bu ayrımı savunanlara göre “uzman” yöneticiler ile “hiçbir şeyden anlamayan” halk arasındaki bu kopukluk en iyi yönetim biçimi.

Bu “güdücü” politikalar sonucunda, belediyelerin asli görevleri olan hizmetler halka sunulan birer lütuf haline geldi. Yoksullaştırıcı politikalarla beli bükülen halk, belediye kapılarında hizmet dilemek zorunda bırakılıyor.

Diz çöktürmeye yönelik bu politikalar kamuoyuna açık sadaka şovlarıyla yapılıyor. Temel ihtiyaçlarımız yöneticilerin vicdanına kalmış birer lütfe dönüşüyor.

Halkın bilincinde onur kırıcı siyasal kast sistemi böylece inşa ediliyor.

Biz başka âlem isteriz

Oysaki günlük yaşamda karşılaşılan sorunlar, örneğin altyapı sorunları, ekolojik sorunlar, ulaşım sorunları, istihdam yoksulluk vb sorunlar için en köklü çözümler, bu sorunları yaşayanlar tarafından üretilebilir. Bunu hemen gerçekleştirmeyi ummak ütopiktir. Ama kerte kerte iktidara talip olmak ütopik değildir.

Halkın meclislerde bir araya gelerek kendisini kuşatan güdücü politikalardan kerte kerte sıyrılması, kendi kaderini adım adım eline alması ütopik değildir. Yerel yönetimlere yönelik yeni bir bilincin inşa edilmesi ütopik değildir.

Belediye ve muhtarlıkları denetleyen, bütçe ve hizmet politikalarını denetleyecek meclisler, siyasal gücünden koparılmış halkın bu konuda gelişim sağlaması, bu makamlarda duran kişilerin yetkilerini sınırlaması ütopik değildir.

Çünkü siyasal iktidar ve onun tamamlayıcı güç ortağı olan düzen içi muhalefet, bir bütün olarak yönetme krizi içerisindedir. Eskisi gibi yönetemiyorlar ve bu durum halk güçlerinin karşı iktidarının inşa edilebilmesinin nesnel koşullarını yaratmaktadır.

“Belediyeler bizimdir” sloganı iktidar tarafından parçalanmış halk güçlerini toparlama işlevi görebilir.