Yoksulluk, yıkım ve intiharlar: Dayanışma üzerine düşünmeliyiz! – Hasan Durkal

İşçi sınıfının ve yoksulların krize karşı öfkesi şimdilik topyekün düzenin kendisine yönelmiyor. Bunun yerine öfke, özyıkım şekline bürünüyor ve intihar olarak karşımıza çıkıyor. Belki intihar olayı bin yıllardır vardı, ama günümüz kapitalist dünyasında, özelikle kriz dönemlerinde artış gösteriyor.

Günümüz neoliberal dünyasında insanlar, artık egemenliğin kurucu unsuru, kamu üyesi ya da hak sahibi değiller. Neoliberal uygarlığın insanlara bakışı şöyle: İnsanlar, birer insan sermayesi olarak ekonomik büyümeye ya katkıda bulunacak ya da köstek olacaklar, sermayenin birikimi için nasıl bir potansiyel taşıdıklarına bağlı olarak, bu yurttaşlara ya yatırım yapılacak ya da yapılan yatırım geri çekilecek.

Yoksulluk ve yoksunluk üzerine

Durmadan yoksulluk üreten düzen, sürekli daha büyük miktarda bir nüfusu ekonomik alanın dışına itiyor, yoksullaştırıyor.

Yoksul yoksun olandır, belirsiz bir geleceğe kadar kronik bir yoksunluk içinde yaşar. Dışlanmıştır, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede olmadığına ve kişisel yetersizliğinden dolayı yoksul olduğuna inandırılmıştır. Düzenin ideologlarına göre vasıfsızdır, girişimci ruha sahip olmadığı için “hak” etmemiştir. Bu yüzden depresif, umutsuz ve çökkündür.

Evet, yoksullar dışlanıyor. Çünkü onların toplumsal bir işlevi yok, olsa olsa tüketiciler. Ama bu tüketicilik de düzen açısından niteliksiz. Çünkü alım güçleri düşük.

Dayanışmanın parçalanması

Ama yoksulların yoksunluk duydukları şey yalnızca temel maddi ihtiyaçlar değil. Neoliberal dünyanın parçalayıcı etkisi toplulukların alışılagelmiş dayanışmacı geleneklerini de parçaladı. İnsanlar artık nasıl dayanışacaklarını bilmiyorlar. Yoksulluğun en yıkıcı etkisi bu.

Bir bireyin geçimlik ekonomisinin olmamasının yanı sıra, kendisini koruyucu, sahiplenici ya da destekleyici bir ağa sahip olmaması belki de yoksulluğun en yıkıcı sonucu. Binlerce yıllık dayanışma ve geçim bilgisi neoliberal dünya tarafından parçalandı.

Yoksullaşan ve yoksunlaşan insanlar, ekonomik çarkların dönmemeye başlamasıyla birlikte, birden ekonomik alanın dışına itilebiliyorlar. Başta iyimser bir şekilde tekrar bu çarklara dâhil olma niyetinde hareket ediyorlar. Bekliyorlar, iş arıyorlar, sabrediyorlar. Ama sonunda bir çıkış yolu bulamayınca ya intihar ediyorlar ya da ruhsal açıdan çökkün yaşayan birer ölüye dönüşüyorlar.

Dayanışmanın kuruculuğu

Bu noktada solun önünde kurucu bir eylem tarzı keşfetme görevi duruyor. İşsizlik, pahalılık ve yoksulluğa, zamlara ve krizin tüm yıkıcı etkilerine karşı protestolar ve tepkiler eylem yelpazemizde yer almaya devam etsin. Ama aynı zamanda neoliberal ölüm makinesinin karşısına dayanışmayı ve ortak çıkarları savunan bir insan anlayışını merkeze alan, iletişimsizliği ve temassızlığı mesele edinen dayanışma faaliyetlerinin de yaşama geçmesi gerekiyor.

Tarih yapıcı eylemler konusunda yenilenmeye ihtiyacımız var ve odağımızı gündelik yaşamın kendisine çevirebilirsek orada bizleri bekleyeni görecek ve alışılagelmiş eylem biçimlerimizin dışına artık çıkmamız gerektiğini fark edeceğiz.