Ne yapmalı, nasıl yapmalı? – Meral Çinar

Darbe-karşı darbe ve şimdi de OHAL ilanıyla Türkiye’deki keşmekeş hız kesmeden devam ediyor.

Öncesinde yaptığımız politik analizlerle bir darbe ihtimalinden bahsetmiş olsak da, gerçekleşme zamanı, biçimi ve sonucu, kendi içerisinde birçok karmaşık süreci ve gerilimi de beraberinde getirdi.

Sonuçta, zaten uzun süredir devam eden bir sistem ve rejim krizi yaşarken, şimdi bir de devlet kriziyle karşı karşıyayız.

Solun tuhaf davranışları

Son bir aydır yaşadığımız politik karmaşanın öncesinde de; birçok tarihsel zaafla yüklü olan, o tarihsel zaafları günümüze kadar taşıyıp derinleştiren, yaşanan gelişmeleri büyük bir panikle ve ne yapacağını bilemez halde izlemekle yetinen bir Türkiye solu gerçekliğimiz vardı.

Şimdi, şiddetinin artması kaçınılmaz olan bu gerilimin ve kaosun içerisinde de, aynı “ne yapacağını bilememe hali” artarak devam ediyor.

Güncel politik durumun yüksek gerginlikle dolu karmaşasının yanında açığa çıkardığı olağanüstü devrimci fırsatları göremeyen, halk güçlerini kendi “tıkanmış” durumları içerisinden algılayarak birbirine düşmanlaştırmaya çalışan ve sürece öncülük etmeyi bırakın, bir biçimde halk güçlerinin bile sürekli gerisine düşen sosyalist hareketler açısından bir karar aşamasının içerisindeyiz.

Kendi “panikçi” dünyalarına gömülmüş olan bu güçler, kendileriyle bir biçimde ilişki halinde olan herkesi ve her şeyi de sol güçlere dair bir umutsuzluğun içerisine çekiyorlar, ama kendi durumlarının bile farkında değiller. Halkın alternatif bir güç, toplumsal muhalefetin ise ortak mücadele zeminleri arayışının olduğu bu süreçte, böylesi tutumlar ne kadar doğrudur?

İçinde bulunduğu koşulları algılayamayan, gücünü nereye ve nasıl kullanacağını bilemeyen, çubuğu dönemsel ve güncel kertelerde nereye ne zaman bükeceğini tartamayan, sadece eleştiren ama hiç bir alternatif sunamayan bir konumda eleştiri yapma geleneği solcular arasında birden diriliverdi.

Solun kim olduğuna, tarihsel ve güncel görevlerinin ne olduğuna, hedeflerine ve halkın çıkarlarını en doğru şekilde nasıl savunacağına yoğunlaşması gerekiyor.

Ortak hedef, ortak mücadele

Türkiye devrimci demokrat güçleri olarak, “ne yapmalı” sorusuna verdiğimiz karşılıklar kara bir delikte salınım halinde.

Yirminci yüzyılın ağır yenilgileri altında ezilen sosyalist hareketlerin yeni dönemi, yirmi birinci yüzyılda dünya kapitalizminin girdiği çoklu krizlerin yapısını ve bu yüzyılın kendine özgü bir zeminde yaratıp açığa çıkardığı halkçı-antikapitalist dinamikleri kavrayamama sorunları, bu kara delikteki salınımın sebeplerinden sadece bir kaçı.

Buradan yola çıkarak Türkiye’de neyi nasıl yapabileceğimize yoğunlaşalım.

Türkiye’de toplumsal muhalefeti anlayabilmek için, zaman zaman bu topraklara özgü gelişen durumları da barındıran sorunlara bir göz atalım. Yoksulluk, işsizlik, ucuz ve kuralsız işçilik, doğanın talanı, ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği, geleceksizlik, mezhepçilik-gericilik, göçmenlik…

Bu sorunlardan en azından birinin bile dokunmadığı bir insan var mıdır ülkemizde?

Zaten, Türkiye’de toplumsal muhalefetin kendisi de, bu sorunlar karşısında verilen mücadelenin örgütlenmiş biçimlerinden oluşuyor. Ekoloji, gençlik, liseli, kadın hareketlerinin bağımsız örgütlenme pratikleri gibi.

Yukarıda bahsettiğimiz sorunların birçok toplumsal kesimin ortak sorunları olduğunu, bu sorunların bazılarının öne çıkıp özneleştiğini, dolayısıyla mücadele yöntemlerinin buna göre değiştiğini söyleyebiliriz.

Bu toplumsal kesimleri, yaşadıkları sorunlara karşı örgütlenecekleri mücadele yöntemlerinin kendine özgü yanlarıyla kapsayacak ve elbette merkezinde sınıf mücadelesinin olduğu ortak bir zemin yaratıp ortak bir hedefe doğru yöneltmemiz gerekiyor.

Hedefimiz başı sonu belli olmayan ve sadece düşmanın yapıp ettikleri üzerinden belirlenemez.

Toplumsal güçlerin gerçek sorunlarının ortaya çıkardığı mücadelelerden ve “Nasıl bir Türkiye” istediğimizden yola çıkarak ortaklaştırdığımız “Demokratik Cumhuriyet” hedeflenmelidir.

Bu ortaklaşmayı kalıcılaştırmak ve iktidara dayatacak bir güç haline getirmek ise devrimci öznenin gücüne, yaratıcı cesaretine, savaşma sanatındaki hâkimiyetine bağlı olduğu için, payımıza düşen tarihsel ve güncel görevleri yeniden gözden geçirmeye başlayabiliriz.

Asıl tıkandığımız nokta,  harekete geçme kabiliyetsizliğimiz. Neyi nasıl yapmamız gerektiğini gördükten sonra, “yapma” eylemini başlatmamış olmayı, içerisinde bulunduğumuz nesnel koşulların zorluğuna bağlayarak kolaycılık yapıyoruz çoğu zaman. Bu tam da burjuva-rasyonel bir gerçekçilikle yaklaşılan nesnel koşulların içerisinde kaybedilen “öznellik” problemi işte!

İşin özü; içerisinden geçtiğimiz dönemi devrimci gerçekçilik içerisinde ele almak; gerçekliğin içerisindeki imkanları arayıp o imkanları gerçekliğin kendisine dayatarak somut kazanımlar elde etmek ve ilerlemek gerekiyor.

Sermayenin kalesini kuşatmak, burjuva-rasyonel gerçekçilikle değil, devrimci gerçekçiliğin yeşerttiği umudu ve hayalleri çoğunluğun hayali ve umutlarıyla ortaklaştırabilmekten geçiyor.

Birlik çağrıları

Yukarıda bahsettiğimiz ortaklaşmayı “Erdoğan diktasına” karşı “en geniş demokrasi cephesini” kurma çağrılarıyla yapmaya çalışanlara da değinmeliyiz. Bu çağrılar ve kurulabilecek birlikler, elbette değerli ve önemlidir.

Sorunumuz sadece Erdoğan’ın diktatörlük sevdası olmasa da; en kapsayıcı karşıtlık üzerinden toplumsal muhalefeti yan yana getirmek için bu yöndeki çabalara destek olalım!

Ama, aynı zamanda, mutlaka ve esas olarak, gerçek sorunumuzun faşizmin hangi koşullar altında neyi amaçlayarak kurulduğuna odaklanmak ve faşizme karşı halkçı iktidar seçeneğini fiilen inşa etmek olduğunu görmeliyiz! Devrimci güçler olarak enerjimizin uygun kısmını bu noktaya yığmalıyız! Bu inşa faaliyeti olmaksızın diğeri, zayıf kalıp sonuç üretememeye ve ürettiği oranda da sistem içi güçlere hizmet etmeye yazgılı olacaktır.

Yapma eylemine geçmek için bundan daha uygun bir zaman var mı?

Üç ana kriz odağının yarattığı denge kaybının ve karmaşanın üstüne çıkıp yeni güç dengeleri açığa çıkarmanın, halk güçlerinin inisiyatif kazanması için önünü açma görevini üstlenmenin zamanı gelmedi mi?