Adalet Yürüyüşü ve sosyalistler – Perihan KOCA

Kaotik, dolayısıyla dinamik ve karmaşık toplumsal-politik atmosferin içinde soluk alıp veriyoruz. 16 Nisan sonrasında kazanılan ivmeyle, Haziran İsyanı’yla açığa çıkan ve bir biçimde ayakta kalan toplumsal dinamiklerin yeniden hareketlendiğini görüp-yaşıyoruz.

Referandum akşamından itibaren sokaklara çıkan kitlelerin hakiki bir özgürlük arayışı ve öz örgütlenme ihtiyacı içerisinde olduğu ve adeta çırpınarak öznesini aradığı gerçekliğiyle yüzleşip zorlanıyoruz.

Tam da bu noktada, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü”, başladığı günden bugüne ülke siyasetinin ana tartışma başlıklarından biri haline geldi.

Söz konusu eylemin yürütücü gücü CHP ve Kılıçdaroğlu olunca, Adalet Yürüyüşü’nün ülkenin gidişatı açısından önemi ve açığa çıkardığı olanaklar/fırsatlar yanında, CHP’nin başat güç olduğu eylemin duruşu ve programatiği açısından içerdiği kaygı ve handikaplar da tartışılıyor.

Sorun alanlarına ve esasa dair yoğunlaşmadan önce belirtelim;

Adalet Yürüyüşü, toplumsal hareketlilik halinde olduğumuz şimdiki olağanüstü dönemeçte son derece önemli. Etrafında topladığı toplumsal dinamiklerle birlikte olarak havasını solumamız gereken bir hamle.

Ancak; bu duruş, karşımızdaki gücün karakterini iyi bilen, mevcut durumu çıplak ve en berrak haliyle kavrayan, ittifak ve karşıtlık odaklarını doğru gören bir konuma yerleşmeli, stratejik duruluk ve taktiksel zenginlik içermelidir.

CHP’nin sınırları, sosyalistlerin pozisyonu

Adalet Yürüyüşü’nün önemi ve açığa çıkarabileceği olanaklara gölge düşürmeden belirtelim; CHP’nin “Adalet Yürüyüşü”, kendisine özgürlük ve demokrasiyi esas alan bir stratejik duruşun ürünü değildir.

Unutmayalım, Cumhuriyet Halk Partisi, sermaye ile organik bağ içerisinde olan bir devlet partisidir.

Menşei ve sınıfsal konumlanışı gereği, siyasal söylem ve eylemlerinin ardındaki esas saikleri bu gerçeklik üzerinden okumak, CHP’nin “sol” ufkunun sermayenin belirlediği sınırlar dışına taşamayacağını ve “devletin bekasını” esas alacağını netçe görmek gerekir.

CHP’nin olağanüstü momentlerde dümeni sürekli sağa kıran politik hamleleri, rastlantısal değil, tam da bu gerçeklikten çıkıp geliyor.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasını onaylama, 15 Temmuz’dan sonra muhalefet odakları için önemli bir kapı aralayabilecek olan 24 Temmuz mitingini es geçerek Yenikapı ruhuna tabi olma, 16 Nisan’da Hayır’ın hem sandıkta hem sokakta kazanmasına rağmen hileyle el koyulan Hayır’ı için sokaklara çıkmak isteyenleri frenleyen hamleleri, CHP’nin arka planından, yani esasından azade ele alamayız.

Öte yandan, CHP ve Kılıçdaroğlu, hem AKP/Erdoğan cenahının sürekli yeni ileri adımlar atan CHP’yi içerme ve etkisizleştirme politikalarından hem de parti içindeki çatırdamalar ve tabandan gelen şiddetli basınç dolayısıyla kıskaca alınmıştı.

Kılıçdaroğlu, Genel Merkez ve taban arasında giderek uçurumlaşan açı farkı ve sıkışmışlığı aşabilmek, kitlesini yeniden konsolide edebilmek adına 2019’u da gözeten bir yerden etkili ve yüksek bir hamle yapma zorunluluğu ile karşı karşıya idi. Öte yandan, AKP tarafından “yok edilme” riskinin de geriletilmesi gerekiyordu.

Solda likidasyon

Her şey fevkalade karmaşık ve dolayısıyla olağanüstü devrimci olasılıklara gebe iken; kitlelerin özgürlük ve siyasal özne arayışını kucaklayacak bir programatik-pratik öncülüğün tam da zamanıyken; tam tersine bir gerçeklik içinde, böylesi bir öznenin en doğal kurucusu olabilecek olan sosyalist solda, likidasyon, bağımsız-devrimci sınıfsal duruştan kopuş ve sürüklenişlerin yaşandığı bir dönemi yaşıyoruz.

Gezi isyanı sanki bir tokat attı, Haziran 2013’ten Nisan 2017’ye olağanüstü tarihsel süreçlerde soldaki zaaflı konumlanışlar, sağa, sola ve hatta boşluğa doğru savruluşları derinleştirdi.

Tarihin akışı hızlandıkça, zaaflardan kopuşamayan güçlerin “durumu idare etme” çabaları sonuç alamıyor ve kopuşamadıkları zaaflarının kurbanları oluyorlar!

İşte, hal böyleyken, 16 Nisan’da kazanılan ivmeyle sokağın politikleştiği, meclislerin yaşamda somutlaşabileceği, demokratik cumhuriyet zemininin giderek olgunlaştığı, devrimci halkçı olasılıkların arttığı kritik bir eşikte, CHP’den gelen Adalet Yürüyüşü hamlesi, sosyalist solda farklı pozisyon alışları beraberinde getirdi.

Olağanüstü momentlerde inisiyatif al-a-mayan sosyalistler, CHP’nin eylemine, ya koşulsuz tabi olup yedeklenerek ve dolayısıyla özne olma iddiasından uzak-toplumsal hareketliliğe bağımsız perspektif sunamayan bir pozisyonda konumlanıyor ya da dar ve sekter bir bakış açısıyla eylemi analiz etmekle yetinip seyirci kalma pozisyonunda.

Arayışçı ve kurucu bir irade

Toplumsal dinamiklerin hareketliliğini, CHP’den medet umarak devrimci-demokratik bir duruma evriltemeyeceğimiz açık. Ancak süreci dışarıdan izleyen “etliye sütlüye karışmama” tavrı da sadece ortaya çıkan dinamiğin sönümlenmesini beklemek anlamına geliyor.

Oysa adalet talebini ileriye taşıyacak, ona gerçek bir ihtimale yol açacak tarzda yön verecek olanlar sosyalistlerdir.

Ancak bunun için aşmamız gereken önümüzdeki güç eşiklerinden en acil ve hayati olanlar, sınıfsal konumlanış ve ortak bir paradigma çerçevesinde sol/sosyalist bir odak yoksunluğu olarak karşımızda duruyor.

İvedilikle küçük hesaplarla sığ sularda kulaç atmaktan vazgeçmeli, arayışçı kurucu bir irade ile, kitlelerde açığa çıkan özgürlük arayışını kucaklayacak, bağımsız sol/sosyalist bir hattın inşasına soyunmalıyız.

Velhasıl, bir kez daha altını kalınca çizelim; adalet yürüyüşü üzerine bastığımız kaotik düzlemde son derece önemli bir eylem. Toplumsal dinamiklerle birlikte soğukkanlı bir duruşla eylemin içinde ve önünde yer alıp havasını solumak elzem. Zira kaotik süreçlerin ani sürprizlere alabildiğine açık olduğunu unutmamak gerek.

Elbette yürüyüşün çağrıcısı ve yürütücüsü olan CHP’nin sınırlarını ve ontolojik karakterini görmezden gelmeden ve fazlaca misyon da biçmeden.

Esas mesele, ivedilikle bağımsız sosyalist bir hattın inşası ile kitlelere gerçek bir olasılığı işaret edip, ön açacak sosyalist bir seçeneğin yaratılması.