Kadının Toplumsal Konumunun Giderek Muhafazakarlaşması – Deniz USLU

Bir ideoloji ve ondan daha ziyade yaşam tarzını ve felsefesini ifade eden muhafazakarlık; Fransız Devrimi ve beraberinde Sanayi Devrimiyle şekle şemale bürünmüştür. Devrimlerin şekillendiriyor oluşu ideolojinin de aynı şekilde devrimci ve ilerici olduğunu göstermiyor. Bu hareketlerin getirmek istediği değişime karşı tepki hareketidir muhafazakarlık.

Kökten değişime karşıdır, aynı zamanda kendi düşüncesinin devamlılığına etki edecek, mevcut düzenin bekasına katkıda bulunacak değişimlerin de destekleyicisidir

Gelenek, aile, mülkiyet, reform, birey ve düzen, din muhafazakar görüşün kendini üzerine inşa ettiği temellerdir. Bu temeller üzerinden yükselirken aynı zamanda bunları sürekli besler ve yeniden üretir.

Muhafazakarlığın tarihsel sürecine, ideologlarına fazlaca değinmeden bu düşünce yapısında kadının konumuna gelelim.

Muhafazakar Düşüncede Kadın

Gelenek, aile, mülkiyet, din gibi ana ögeleri bulunan bir düşünce sisteminin kadına nasıl baktığı az çok tahmin edilebilir. Gelenek başlığından baktığımızda, toplumsal değer yargılarının ve kabullerinin, oldukça uzun yıllar ve çeşitli ekonomik sistemler içerisinde kadını ikincilleştirdiğini görmekteyiz. Kadının bu konumu günümüze değin geleneğin çimentosu olagelmiştir.

Halihazırda toplum yapısı ataerkil olan ülkelerin geleneğinde, kadının ikinci cins konumu geçmişten bugüne süregelmiştir. Elbette ki ezelden ebediyete giden bir yolculuk değil bu.

Tarihsel gidişatlar içerisinde kadın, ezele uymayan bir şekilde biyolojik farklılıkların toplumsal ayrılıklara gebe bırakıldığı olaylara maruz kalmıştır. Tarihte yaşanan çeşitli cins ayrımcılıkları, biyolojik farklılıklar, kültürel-ekonomik-toplumsal değerler günümüz geleneğini oluşturmuştur.

Muhafazakar düşünce sisteminin de savunduğu gelenek ne yazık ki kadını aşağı, erkeği üstün görmeye devam etmiş; evlilik kurumu, mesleki hayat vb mecralardaki var olan kültürü cinsiyetçi ve hiyerarşik inşa etmiştir.,

Muhafazakarlıkta Aile

Aile ögesi hem muhafazakar düşüncede hem de diğer düşünce biçimlerinde önemli tartışma konularından bir tanesidir. Muhafazakarlık, aileyi hem toplumun temel birimi hem de geleneksel ahlakın koruyucusu olarak görmektedir. Temel birim üzerinde yükselirken koruyucu sıfatını almış bir birimi kendisi de korumak ve desteklemek zorundadır. Aile, geleneklerin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan bir kurum olmakla birlikte mevcut düzenin küçük ama etkili bir minyatürü olagelmiştir.

2018’den baktığımızda, ekonomik ve siyasi sistemler aileye çeşitli önemler atfetmektedir. Bugünki muhafazakar ideoloji ile şekillenen aile, piyasa ekonomisi ile çatışmamalı, neoliberalizmin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünü temin etmeli, sermaye birikimine katkı yapmalı, iktidarın otoriter ve anti demokratik yasalarına ve uygulamalarına onay vermelidir.

Geleneğin devamlılığını sağlayan aile aynı zamanda toplumsal cinsiyet rollerinin üretilmesinde, yeniden üretilmesinde pekiştireç görevi üstlenmektedir. Muhafazakar düşüncenin aileyi neden kendisine öge yapmış olduğunun da anahtar cevaplarından birisidir bu durum.

Aile içerisinde doğan bir kız ve oğlan çocuğunun nasıl büyüyeceği, yetiştirileceği, ileride hangi karakterde bir insan olacağı, hangi mesleği edineceği, kendi kuracağı aile içerisinde rolünün ne olacağına dair çoğu karar, bahsettiğimiz aile kurumu içerisinde “doğal akışıyla” alınır ve gerçekleşir.

Çocuk büyüyüp yetişkin olduğunda eğer ki bu normlara uymazsa marjinalleşir ve muhafazakar ailenin kabul görmeyeceği bir birey haline gelir. Muhafazakarlık da aynı şekilde düzenine uyum sağlamayanlara, isyan edenlere karşı katı bir tutum içerisindedir. Birey ve düzen ögesini de ekseriyetle bu mantık üzerine şekillendirmiştir. Aile ya da devlet otoritesine karşı gelen birey zararlı görülmektedir.

Bir bütün olarak toplumsal yapı, kendi içerisinde özel alan – kamusal alan ikiliğini barındırmaktadır. Kadın, tarihsel süreçlerin ve eşiklerin ardından bu ikilik içerisinde özel alana sıkıştırılmış, varlığını tamamen ordan üretmeye çalışan bir yazgı içerisine hapsolmuştur.

Ataerki dediğimiz sistem de yalnızca muhafazakar düşünceden ya da iktidar partilerinden ibaret değildir elbette ki. Tarih olarak muhafazakarlıktan çok daha öncesine dayanıp, daha köklü ve yerleşik bir haldedir. Karşılaştığı ekonomik ve toplumsal sistemleri içermiştir. Bu tarihselliğin yanında hem kendi geçmişinden bir birikim sağlayan hem de günün koşullarında gerekli gördüğü düşünceye, temele sarılan muhafazakar düşünceyle karşı karşıyayız. (Kısaca bahsetmek durumundayız çünkü bu tarihsel eşikler, süreçler ve kadının tarihsel ezilmişliği, ikinci cins konusu ayrı ve uzun bir yazı konusunu oluşturur.)

Elbette ki çağların gelişimiyle, kapitalizmin ilerlemesiyle birlikte kadın, kamusal alanda da görünmektedir. Lakin birazdan bahsedeceğimiz durumlar ışığında kamusal alanda dışlanmışlığı da yaşamaktadır.

Özel alan dediğimiz eve, baba ya da koca denetimindeki aileye hapsedilmeye çalışılan kadının rolleri bakıcı, abla, temizlikçi, aşçı, öğretmen, psikologtur. Aslında kamusal alanda, piyasada ücretli olan bu meslekler “kutsal annelik” ve mecburi cinsiyet dayatmalarından dolayı tamamen ücretsiz bir şekilde ev içerisinde gerçekleşmektedir.

Annenin kocaya, çocuğa, kayın anne babaya; kadının anneye, babaya, kardeşe “sevgisi” dolayımıyla mecburi kılınan rollerdir. Ev içerisinde harcanan fiziksel emeğin yanısıra bakım emeği ve duygusal emek de harcanmaktadır.

Kamusal alana çıkan, okul ve iş hayatında yer edinen kadınlar; ikinci cins ve ucuz iş gücü olarak görülmektedir. Formel sektörde işten atılabilen ilk kişi, ucuz-esnek ve güvencesiz çalıştırılabilen, evin geçimini sağlayan değil ev ekonomisine “destek” olan kişidir.

Özel alanda ya da kamusal alanda yaşanan sıkıntılar şimdilik yazımızın ana konusunu oluşturmuyor. Bu yüzden iki alanda da, genel anlamda toplumsal yapıda yaşanan ataerkil sorunları bir yerde tutarak, üzerinden atlamayarak muhafazakar düşüncenin bu yerleşmiş cinsiyetçilik ile ilişkisine bakalım.

Günümüzde Muhafazakarlık

Günümüz Türkiye’sinin 16 yıllık iktidarı olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, zamanında yaptığı ‘Muhafazakar Demokrasi’ çıkışını hatırlıyoruz.

Kadın ve erkeğin uzun yıllardan bugüne gelmiş, gelenekle korunup aileyle yeniden üretilmiş olan toplumsal cinsiyet rollerinin en önemli destekçisidir, AKP/Erdoğan devleti.

İktidar mekanizmalarındaki söz sahiplerinden, devlet erkanlarından neler duymadık ki… En az üç çocuk isteyerek, bir lütufmuşcasına doğum parası vererek, sezeryan ve kürtajı yasaklayarak kadını kuluçka makinesi ve ucuz iş gücü üretme makinesi olarak gördüklerini açık etmişlerdir.

Filmlerde, dizilerde ve bilumum kitle iletişim araçlarında kadını yalnızca annelikle eş değer, beyaz gelinlikler içerisinde, kırmızı kuşağını takmış mutlu bir kadın şeklinde gösterdiler.

Çocuklarına aşırı derecede bağlı ve onlar için hayatından vazgeçen kadınlar olmalıydı. Evliliğin önündeki her engel aşılmalıydı ve ataerkil normlara uygun olmayan kadınlar “kötü” kadınlardı. Bir erkekten kaynaklı zor durumda olan bir kadın, başka bir erkekle kurtuluşa ulaşabilirdi.

Gelenekten; aşağılayıcı, ayrımcı ne özellik kalmışsa aynen taşıyıp teknolojiyle daha da yaygınlaştırdılar. Yaratılan “normali” tescillediler.

“Tepedekilerden” gelen sözlerle toplumdaki cinsiyetçi, gelenekçi damar daha bir kaynar hale geliyordu elbet. Şu normlara tekrar bakalım.

Kızlı erkekli aynı evde kalınmasına sitem eden bir başbakan oldukça, nikah kıymadan bir arada yaşayan çiftler daha fazla dışlanmaz mı? En az üç çocuk isteyip, çocukların kendisine tecavüz eden kişilerle evlenmesini öngören yasa çıkarmaya çalışırlarsa, tecavüz oranı artmaz mı? Hele de yargıda trajik bir şekilde iyi hal, tahrik vs indirimleri varken… Hele de isterlerse müftü/imam nikahı kıydırıp tecavüzü de meşrulaştırabiliyorlarken…

Tepedekilerin biraz aşağısına inelim. (Öyle sayılmadıklarını umut ederek) kanaat önderlerinden, dini önderlerden her gün duyduğumuz “asansör, battaniye, 6 yaş aşkı, priz, dayak, itaat” gibi “fetva”lara gerçekten kendini vererek inanan bir kesim yok mu?

Elbette ki taciz, tecavüz, şiddet vakaları yalnızca bu kişi ya da grupların söylemleriyle artmıyor. Toplumun hücrelerine kadar sinmiş ataerkillik mevcutken, tek gerekçe elbette iktidar ya da türevleri olamazdı. Ancak böylesi bir süreçte bu tanımlar, ithamlar, onların düşüncesine göre fetvalar; kadınlar ve çocuklar açısından ülkeyi daha yaşanılmaz kılmakta, tutsaklık alanını daha fazla daraltmaktadır.

İrili ufaklı kadın düşmanı, muhafazakar gruplar, tarikatlar olmasa AKP için şimdinin muhafazakarlık sözcüsü diyebilirdik. Fakat siyasi grup, düşünce ve partilerin adları ne kafar farklı olursa olsun, kadının ve çocuğun toplumsal konumuna bakış açıları ortalama aynı düzlemdedir.

Bunlar ve benzerleri; ayrımcı, cinsiyetçi, şiddet içeren düşünceleri toplumda daha fazla hakim düşünce haline getirmeye çalışmaktalar.

Kadının toplumsal konumunun daha aşağı, daha kapanık ve daha fazla kontrol altında tutulacak bir seviyede olması için uğraşmaktalar. Bir yandan bunu yapmak zorundalar çünkü kadınlar artık içerisinde bulundukları durumun, şiddet vb vakaların münferit vakalar olmadığının farkındalar.

Kadınlar Kabul Ediyor mu?

Bilincin ve dayanışmanın ön plana çıktığı yıllardan geçiyoruz ve kadınlar bu sürecin en iyi örgütleyicileri arasındalar. Kadın dayanışması ve özgürlük mücadelesi giderek yükselirken kadınlar daha açık ve korkusuz bu çalışmayı yürütmekte, sokakları doldurmaktalar.

Tüm bunları gören muhafazakar düşünce yanlıları kadınların özgürleşmesinden korkmakta, düzenlerinin sarsılacağından endişe etmekteler. Otoriteye karşı geleni marjinalleştirdikleri gibi ondan da ödleri kopmaktadır. Çünkü o karşı olma durumu, o isyan; otoritelerini tam anlamıyla bitirebilecek güçtedir.

Daha fazla saldırma ve çirkinleşme durumlarını devam ettirecekler.

Bu yüzdendir ki kadınlar, özgürlük ve yaşam mücadelesine daha fazla sarılmalılar.

Yararlanılan Kaynaklar

Neoliberalizm ve Yeni Muhafazakarlık Kıskacında Kadın ve İSİG Mücadelesi – D. Özlem BİLGİLİ

Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi – Muhafazakar Düşüncede Kadının Toplumsal Konumu – Yahya DEMİRKANOĞLU