Kolektif kültürel üretimin olanakları – Kıvanç SÖYLEMEZ

Bir iktidarın en başarılı yönetim tarzı kendi dışında her şeyi yasaklaması değil, mevcut düzene alternatif bir yaşamın imkânsız olduğu görüşünü hâkim kılmaktır. Eğer mevcut yaşamdan başka bir şeyi düşünemiyorsak, bir şeyleri istemek ve inşa etmek de mümkün değil.

Geriye belirlenmiş bir çerçevede “reformlar”la, “sosyal mühendislik”le sistemin hatalarını düzeltip biraz daha iyi bir durumu ortaya çıkarmaktan başka bir şey kalmaz. Böyle bir durumda siyaset, yaygın bir görüşe göre, “mümkün olanın sanatı” olabilir. Fakat, devrimci bir siyaset “mümkün olanın sanatı” değil, “imkansızı mümkün kılmanın sanatı”dır.

Devrimci siyasete düşen, bu tür saldırılara karşı toplumsal ve bireysel hayal gücünü güçlendirmektir.

Statükocu görüş

Tarihsel anlamda yaklaşık 1815’ten 1848’e kadar Avrupa’da hâkim olan siyasal ve kültürel “restorasyon”un en önemli “mimarları”dan biri olan Avusturya şansölyesi Metternich iktidarların statükocu kültür anlayışlarını çok net bir şekilde ifade etmişti: Halk toplanmasın, aksine dağılsın/eğlensin (zerstreuen her iki anlama da geliyor).

Halkın “kontrolsüz” toplanması, bir araya gelmesi ve kolektif bir şekilde ilişkilenmesi özü itibariyle iktidar için büyük bir tehlikedir. Eğer toplanacaksa, “kontrollü eğlenme” alanlarında toplanması gerekir.

Bugün bu türde bir kontrol genel olarak “kültür endüstrisi” aracılığıyla sağlanıyor. İnsanların kültür ve sanata dair algıları belli biçimlere sokuluyor, kültürel üretim ve “tüketim” birbirinden ayrılıyor. Geriye bireylerin sadece yabancılaşmış bir estetik anlayışı kalıyor.

Karşı kültürün alanları

Karşı kültür tam da bu noktada kültür endüstrisinin genelleşmiş, metalaşmış, uyuşan ve isyankâr talepleri ve öfkeyi “kontrollü” mecralara yönelten etkisine karşın özgürlük alanları yaratmalıdır.

Sermaye henüz metalaşmamış bütün kamusal alanları meta haline dönüştürmeye çabalamakta. Bugünün “toplanma alanları”nın çoğu özel mülkiyet ya da kâr amacıyla kullanılan mekânlar. AVM’den tutun da meydanlara, sokaklara kadar… Tüketim baskısı olmadan sosyalleşebilecek, kollektifleşebilecek alanlar gitgide azalmaktadır.

Elbette sermaye gündelik hayatımızın her santimini, her dakikasını şekillendirmeye çalışıyorsa olsa da bu konuda hiçbir zaman yüzde yüz başarılı olamıyor. Arada kalan alanlardan, sermayenin ulaşmadığı mevkilerden başlayarak gündelik hayatı antikapitalist bir perspektifle örgütlemek mümkün.

Kolektif kültürel üretime doğru

Her kültürel ve sanatsal üretim toplumsal üretimdir. Her ne kadar bir bireyin “yeteneği” ya da “deha”sı gibi gözükse de. Kendini “bağımsız” sanat olarak ortaya atan anlayış, bunu sadece kendisini toplumsal ve maddi koşullardan soyutlayarak, bu koşulları unutarak yapabilir.

Brecht bunu “Okuyan Bir İşçi Soruyor” adlı şiirinde yakalamıştı: “Yedi kapılı Thebai şehrini kuran kim? // Kitaplar yalnız kralların adını yazıyor, // yoksa krallar mı taşıdı kayaları?” Ve devamı… Dolaysız veya dolaylı her kültürel üretim için geçerli değil midir?

Yabancılaşmış düzen içerisinde tam anlamıyla özgürce yaşamak mümkün değil elbette. Ancak, “kötü”nün içinde “iyi”ye doğru giden yolları açıp, özgür bir yaşamın öngörüsü haline gelebilir sanat. Bunun için, kültürel üretimin toplumsallığını bilen bir yerden, bilinçli bir şekilde kolektif üretim biçimleri keşfeden ve hayal gücünün filizlenebileceği özgürlük alanlarını yaratan adımları atmak gerekiyor.