Krizden halkçı çıkış: meclisler – Pelin Kahiloğulları

Döviz kurundaki dalgalanmayla kendini gösteren kapitalizmin krizi kapıları çalmaya başladı.

Erdoğan, “manevra yeteneği” sayesinde döviz krizini, Rahip Brunson üzerinden “dış güçlerin ülkemize müdahalesi, emperyalizme karşı milli mücadele, düşman saldırısı” söylemleriyle gizledi. Krizin yaratacağı öfke iktidar tarafından şimdilik içerilmiş oldu.

Tersine, bazı çevrelerde de, kapitalizmin kendi krizini aşarak toparlanma imkânı olmadığı iddiası ve ekonomik krizin derinleşmesiyle Erdoğan’ın iktidardan kendiliğinden düşeceği yanılsaması oluştu.

 Emekçilere yoksulluk, patronlara kâr

Kriz ilk etapta döviz kuru ve borç krizi üzerinden çıksa da, dış borç ve cari açık oldukça yüksek. Kriz, finans ve üretim alanlarına doğru genişliyor.

AKP iktidarı döneminde ucuz kredi bolluğu üzerinden uygulanabilen büyüme stratejisi, finans ve inşaat sektörlerinde oluşturulan balonlarla kendini şekillendirdi. Neoliberal politikaların uygulanmasıyla da,  güvencesizleşme ve taşeronlaşma norm haline geldi.

Enflasyon rakamının yüzde 20’ye ulaşmasıyla,   kriz halk arasında da hissedilmeye başlandı. Krizin etkileri öncelikle piyasalarda hissedilse de ithalata bağlı olarak temin edilen tüketim maddelerinin fiyatlarındaki artış cüzdanlara yansıdı.

AKP iktidarı,  işçi sınıfının haklarının büyük oranda gasp edilmesini ve sadaka kültürünün toplumun büyük bir kesimine hâkim kılınmasını sağladı. Kriz, bu durumu derinleştirecektir.

Sermaye birikimi ve şovenizm

OHAL sürecinde, özel ve kamu mallarına el koyma üzerinden muazzam bir sermaye birikimi sağlandı.

Öte yandan, düşük ücretler, yoksulluk, işsizlik ve pahallılık ile birlikte ancak borçla yaşayabilen ve banka kredilerine bağımlı bir toplum oluşturdu.

AKP bürokratları ve AKP’nin etrafındaki bir vurguncu “çıkar şebekesi”, rant ve talanla durmaksızın semirtildi. Koç ve Sabancı gibi büyük sermaye grupları, muazzam kârlar elde etti.

Sermaye, Türkiye’de ve küresel çapta içine girdiği krizin sonuçlarından, milliyetçilik ve din temalı gerici popülist politikalarla halkın tepkilerini sönümlendirerek kurtulmaya çalışıyor.

24 Haziran seçimleriyle yasal statü kazanan “Tek adam” rejimi,  emeğin sömürüsünü daha da yoğunlaştırma ve yeni vurgun fırsatları yaratma vaadiyle sermayeyle uzlaşmış durumda. Sermaye güçleri de, yaşanan krizi ve  “faşizme geçiş sürecini”  fırsata çevirmeye çalışıyor.

Rejim garantide mi?

“Aynı gemideyiz” palavrasıyla krizin faturası emekçilere ödetmeye çalışılırken, “Saray” ve “Tek Adam” şahsında yoğunlaşan “ihtişam ve otoriteyle” kitleler bir kez daha gerçeklikten kopartılıyor ve “şovenizm” tarafından kuşatılıyor.

Maddi varlıkları gittikçe eriyen ve toplumsal-ahlaki bir çöküşün içine sürüklenen kitleler ise, büyük bir yoksullaşmayla karşı karşıya.

“Tek Adam” rejimi kurumsallaşma hamleleri yapmakla birlikte “kendini” garantilemiş ve topyekun bir hegemonya kurabilmiş değil. Toplumsal güçlerin, 24 Haziran sonrası yaşadıkları hayal kırıklığı, dağınıklık ve kısmi geri çekiliş bir gerçeklik, ama oldukça geniş bir toplumsal alan hala iktidarın hegemonyasının dışında.

Teşhir-örgütlenme-üretimin öz örgütlenmesi

 Yoksullaşma kıskacındaki kitleler, dört bir taraftan iktidarın, algı yönetimiyle çevrenlenmiş durumda. Sol hareketler ve sendikaların ise, işçi sınıfına ve kitlelere müdahalesi oldukça sınırlı.

İşçi havzalarını, yoksul semtlerini örgütlemek bir tarafa, teşhir çalışması bile tam anlamıyla yapılabilmiş değil. Kitlelerle doğrudan iletişim kanalları zayıf ve sınırlı.

Meclisler ve özneleşme

Sendikaların yaşadığı krizle de bağlantılı olarak oluşan sınıf mücadelesinin dağınıklığı ve zayıflığı, somut hedeflerin ortaya konup hayata geçirilmesinde engel teşkil ediyor ve bu duruma odaklanıp onu aşmamız gerekiyor.

Krizin sürüklediği bataklığa karşı emekçi kitlelerin çıkarları yönünde gerçekçi müdahale, ancak işçi havzaları, iş yerlerinde oluşturulacak meclisler ve mahallerde kurulacak dayanışma ağlarının oluşturacağı özneleşmeyle mümkün olabilir.

Servet vergisi ve toplumsal bilinç

Enflasyonun yükselmesiyle reel ücretler yüzde 40-50 oranında erimişken, patronlar kriz gerekçesiyle işçileri işten çıkarıyor, ücret alacaklarını ve tazminatlarını gasp ediyor. Yoğun çalışma saatleri ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması sonucu iş cinayetleri artıyor.

Vergi sistemindeki adaletsizlik, kriz zamanlarında, sermayedarların lehine derinleşiyor.  “Saray” rejimi büyük şirketlerin vergi borçlarının düşürülmesini hatta sıfırlanmasını sağlarken kamu giderlerini emekçilerin sırtına yıkıyor.

Vergi gelirlerinin yüzde 70’i asgari ücretli emekçilerin ücretlerinden ve temel tüketim maddeleri üzerindeki vergilerden, yani dolaylı vergilerden, karşılanıyor. İşyerlerinde oluşacak komiteler ve mahallerde kurulan dayanışma ağlarının ortaklaşa mücadelesiyle dolaylı vergilerin kaldırılması ve “servet vergisinin” getirilmesi yönelimi toplumsal bilince kök salabilir.

İşçi komiteleri ve sınıf dayanışması

Ücret hakkı, iş güvenliği, iş güvencesi ve enflasyona karşı mücadele, önümüzdeki dönem kısa vadede öne çıkarılacak mücadele talepleri. Bu mücadele taleplerinden doğru kurulacak ve mücadeleyle deneyim kazanacak işçi komiteleri, iflas eden ya da üretimi durdurulan büyük ölçekli işletmelere el koyup özyönetimi sağlayarak üretimi devam ettirmeyi hedefleyebilir.

Sendikalar, toplu işten çıkarmalara ve eriyen asgari ücrete karşı hızla harekete geçmeli ve örgütlenme zeminini genişletmeli. İşçilerin banka ve kredi kartları borçlarını ödemeyi reddetmesini ve yaratıcı sınıfsal dayanışma biçimlerinin açığa çıkarmasına dönük kampanyalar örgütlenmeli.

İşçi sınıfı ve emekçiler, meclislerde örgütlenip, kendisinin meşru ihtiyaçlarını sermaye güçlerine dayatarak krizden çıkışı sağlayabilir.