Dağın ardındaki denizi görebilmek – Pelin Kahiloğulları 

Dünya çapında yükselen faşizan iktidarlar, kendi zeminlerini şatafat,baskı ve şiddet üzerinden güçlendiriyor. Toplumu bir arada tutan paylaşma,dayanışma ve güven gibi değerler giderek aşınıyor. Tarihsel ve toplumsal bellek hızla zayıflıyor.

İçinde yaşadığımız dönem, aynı anda birbiriyle çelişen birçok gerçekliği barındırıyor. Bir tarafta toplumsal çözülme ve çürüme derinleşirken diğer tarafta ise parçalı ve kendiliğinden bir biçimde toplumsal güçlerin özellikle kadınların ve işçilerin hareketliliği devam ediyor.

Siyaset ve koşullar

24 Haziran seçimlerinin ardından iktidar, yasal statü kazanmış olsa da zayıflayan toplumsal meşruiyetini, baskı ve zor ile toparlamaya çalışıyor.

Türkiye’de faşizmin kurumsallaşma hamleleri, kırılgan bir zeminde ilerliyor. Varolan iktidarın, rıza üretme mekanizmaları, korku ve çaresizliğin hakim olduğu bir toplumsallık ve “bilinmeyen düşman güçlerin” varlığı üzerinden şekilleniyor. Toplumun en küçük itiraz etme ve müdahalede bulunma hakkı bile iktidar tarafından engellenmeye çalışılıyor.

Korku ve düşmanlık duygusunun aynı anda devrede olduğu bir çözülme hali, devletin en tepesinden tutalım da toplumun birçok hücresine ve elbette bireylere kadar yayılıyor. Yaşamın günlük normal akışına panik ve güvensizlik duyguları hakim olmuş durumda.

İşte, devrimci kadro bu koşullarda siyaset yapıyor.

Sorumluluğu üstlenme

Devrimci kadro, içinde bulunduğu toplumsal anı, sürekli değişen toplumsal ve bireysel ilişkileri sezer ve buna uygun çözümler üretir. O, toplumda şu an zayıf da olsa var olmaya devam eden “başka bir yaşam” eğilimini güçlendirme ve gerçekleştirme sorumluluğunu üstlenir.

Karşısındaki düşmanın dövüş yöntemlerinin, gücünü ve çeşitliliğini gören ve üzerine düşen sorumluluğu almaktan korkmayan devrimci kadrolar, attıkları her hamlede güncel yaşamın içinde konumlanır. Atılan her adım, durağan olmaktan öte güncel politika içindeki toplumsal güçlere yeni bir konumlanış sağlar.

Durmaksızın akan zamana, sürekli akış halindeki durumlara müdahale edip yön vermeye çalışan devrimci kadrolar, kimi zaman zaaflar yaşayabilir, hatalar da yapabilir.  İşte, aslında normal olan hatalarıyla yüzleşip aşmak yerine hatalarını dışsallaştıran ya da rasyonalize edenler, gelişme ve güçlenme temposunu kaybetmeye başlar. Çünkü artık hata kadronun kişiliğiyle bütünleşir ve onu sıkan bir prangaya dönüşerek hareket etme alanını kısıtlar.

Hatasına sevdalanan devrimci kadro, yerinde sayar ve geri düşmeye başlar.

Gerçekte, örgüte ve mücadeleye bağlılık, “bilinmez bir gelecek zamanla” bağlantılı olmaktan öte “şimdi” karşımıza çıkar ve “an be an” hamle yaptığımız zamanda kendini var eder. Kadro da güncel hamlelerini yapabilmek için hatalarıyla yüzleşmek ve aşmak zorundadır.

Kendini ve yürüttüğü mücadeleyi ciddiye alan devrimci kadro, hatalarını, üstünde konuşmak değil aşabilmek hedefiyle ve abartmadan ya da küçümsemeden net bir biçimde ortaya koyar.

Moral-değer taşıma

Devrimci siyaset kavrayışı, varolan eşikleri aşması gerektiğini bilmekten, dövüşmeye hem istekli hem muktedir olmaktan geçer.

Devrimci kadronun içinde yetiştiği ve yaşadığı toplumda kişilikler çoğu kez acı çekmekten ve çilekeşlikten beslenir. Kurulan ilişkilerde, yapılan sohbetlerde arabesklik ve yakınma iletişimin ana temasını oluşturur.

Devrimcileşen kadroda ise, bu toplumsallığın yansıması kendisini panik,tatminsizlik, yakınmacılık ve yetmezlik üzerinden ortaya koyabilir.

Kadro, içsel motivasyonunu ve kişiliğini, sorunlarla çarpışma cesaretini göstermekten ve “hep beni buluyor” ruh halinden sıyrılarak inşa etmelidir.

Kadro yürüttüğü mücadelede, gücünü sorunları çözme pratiğinden alır. Ve çözüm pratiği, ancak devrimci coşkunun hakim olduğu devrimci bir enerji ile yapılabilir.