TÖP: Kapitalizmin Anıtları Yıkılırken

Kapitalizmin yaldızları tek tek dökülmeye devam ediyor. İsyan dalgası bu kez kapitalizmin merkez ülkelerinden yükselmeye başladı.

Hatırlanacağı gibi Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra tek kutuplu dünyaya geçişin simgelerinden birisi de yıkılan heykeller olmuştu. Özellikle eski Sovyet ülkelerinde başta Lenin olmak üzere Sovyet liderlerinin yıkılan heykelleri sinema ve edebiyatta da karşımıza sıklıkla çıkmıştı. Sovyetlerin çöküşü belki de imge olarak en çok heykellerin yıkılmasıyla işlenmişti Sovyetler sonrası sanatta.

Bugünlerde ise, o Sovyet heykellerinin yıkılışıyla dünyanın sonunu ilan edenlerin, kendi evlerindeki kült isimlerin heykellerinin yıkıldığına tanıklık ediyoruz. Bunun arkasında büyük bir tarihsel öfke var.

İsyan Dalgalarının Dünü Bugünü

Kapitalizmin zafer havası çabucak söndü, vadettiklerini gerçekleştiremeyeceği kısa sürede anlaşıldı. Üstelik mülksüzleştirici, yoksullaştırıcı ve soygunculuğunun yanı sıra düzen, büyük bir hızla gezegeni ekolojik çöküşe sürüklüyordu.

Bu iflasa karşı dünya halkları ilk tepkilerini 1999-2001 arasını kapsayan küreselleşme karşıtı eylemlerle ortaya koymuşlardı. İkinci dalga da 2010-2011 Yunanistan, İspanya, Mısır, Tunus vd. ayaklanmaları şeklinde gelmişti.

Şimdi ise, en azından 2019 sonu itibariyle üçüncü dalga içerisinde yol alıyoruz. 2019’un sonlarından salgının dünyaya yayılmaya başladığı Şubat ayına kadar dünyanın dört bir yanından halklar neoliberal kapitalist dünyanın mülksüzleştirici, soyguncu, yoksullaştırıcı, yağmacı doğasına karşı isyan ateşini tutturdular. Şili, Ekvador, Lübnan, Irak, Endonezya, Fransa… Dünya halkları geniş bir isyan dalgasının fitilini ateşlediler. Bu öfkeyi takip eden dönemde dünya halklarının karşısına bir de son derece sınıfsal bir içeriği olan koronavirüs salgını çıktı.

Salgının faturası, tıpkı ekonomik ve ekolojik krizlerde olduğu gibi yine alt sınıflara ödetiliyor. Bu durum öfkenin daha da artmasına ve ırkçı bir cinayet sonrası ABD’de büyük bir toplumsal karşı çıkış olarak geri gelmesine yol açtı.

Renklerin Dayanışması

Belki de 1960’lı yıllardaki büyük Siyahi isyanından bu yana en büyük isyana tanık oluyoruz. George Floyd’un polis tarafından ırkçı bir cinayetle katledilmesinin ardından ABD’de başlayan ırkçılık karşıtı eylemler iki türlü yayılım gösterdi. Hem coğrafi olarak Avrupa, Asya, Avustralya ve Latin Amerika’ya (özellikle Meksika) kadar yayılım gösterdiler hem de içeriği sadece ırkçılık karşıtlığıyla sınırlı kalmayan, aynı zamanda geniş bir sınıfsal öfkeyi içeren bir biçime büründüler. Nitekim ırk ve sınıf arasında özellikle Anglosakson ülkelerinde büyük bir bağlantı var.

Örneğin ABD’de Siyahiler ve göçmenler en düşük ücretle çalışan katmanları oluşturuyorlar. Ortalama servet dağılımında son derece adaletsiz bir bölüşüm içerisinde yer alıyorlar. İşsizlik oranları çok daha yüksek. Salgından çok daha fazla etkilendiler. Eğitim, sağlık gibi artık kamusal olmayan hizmetlerden faydalanma oranları çok düşük ve bunların getirdiği daha bir sürü adaletsizlik…

Dolayısıyla ırkçı bir cinayetle başlayan eylemler hızla sınıfsal bir içeriğe büründü ve 2019’da başlayan halkların isyan dalgasının güçlü bir halkasını oluşturdu.

Bizzat kapitalizm tarafından beslenen ırkçılık, çalışan sınıflar arasında yapay hiyerarşiler yaratarak sınıfın birbirine yabancılaşmasını egemen sınıflar açısından çok işlevsel bir şekilde sağlıyordu. Beyaz işçiler ne de olsa Siyahilere ve göçmenlere oranla daha iyi (!) durumdaydılar. Onların kendilerini daha iyi hissetmeleri ve Amerikan Rüyasının peşinden koşmaları gerekirdi.

Peki ya beyaz işçilerle siyah işçiler düzenin kendisine ortak bir tepki geliştirirlerse? İşte o zaman küçük bir kıyamet parlayıverir. Doğrusu eylemlerde itici güç siyahlar, yerliler ve göçmenler olsa da, hatırı sayılır bir beyaz kitlenin varlığının da önemini belirtmek gerekir. Bu büyük bir sınıf dayanışmasına işaret ediyor ve ırkçılığı bizzat devre dışı bırakan da bu dayanışma oluyor.

Sosyalizmin Yıldızı Parlıyor

İsyanlar ABD’nin birçok eyaletine yayılırken, isyanlar esnasında Boston’daki eylemde işgalci Kristof Kolomb’un heykelinin kafasının koparılışına, Floyd’un katledildiği Minnesota eyaletinin başkenti St. Paul’daki Kolomb heykelinin devrildiğine tanık olduk. Geçtiğimiz günlerde de İngiltere’de köle tüccarı Edward Coltson’ın heykeli indirilip nehre atılmıştı. Belçika’da da sömürgeci Kral 2. Leopold’un heykelleri hedef alınmıştı.

Sömürgecinin heykellerini devirmek, onun büyük tarihsel anlatısına, ideolojik donanımına, düşünsel tahakkümüne karşı kökten bir karşı çıkışı da içine alır. Bu apaçık bir sınıf savaşımıdır. Geçmişteki isyan biçimlerini andırsa da, günümüz yıkıcı kapitalist dünyanın kendisine ve onun simgelerine karşı bir isyandır bu. Kapitalizm her yerden SOS veriyor. Salgınla birlikte isyanlar kaba bir ajitasyondan öte bir anlam taşıyan şu sihirli cümleyi bizlere fısıldıyor: Sosyalizmin yıldızı tekrar parlıyor. Bayrakları sandıklardan çıkarma zamanı!