TÖP: Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi!

Kapitalizm dünyanın her yerini savaş alanına çevirmeye devam ediyor. Bir yandan bölgesel çatışmalar yaygınlaşarak yoğunlaşıyor, diğer yandan da büyük güçler arasında büyük savaş olasılıkları giderek artıyor.

Bu savaş ve çatışmaların bedelini ise halklar, işçiler, emekçiler, kadınlar, çocuklar ve doğa ödüyor. İşçiler, savaş süreçlerinde düşük ücretle ve güvencesiz çalıştırılıyor; bunun karşısında yine savaş bahane edilerek örgütlenmeleri engelleniyor. Yüzyıllardır bir arada yaşayan halkların arasına milliyetçi ve mezhepçi nefret yerleştiriliyor, kadınlar savaş ganimeti olarak alınıp satılıyor, tecavüze uğruyor ve öldürülüyor. Çocuklar savaşların bedelini en çok ödeyen kesim olarak şiddet ortamında hayatta kalmaya çalışıyor, yükselen “savaş teknolojileri” ise doğal denge üzerinde telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açıyor.

Coğrafyamız Orta Doğu, onlarca yıldır bu savaşlarla yıkıma uğratılıyor. Onlarca halka, inanca, kültüre ev sahipliği yapan Orta Doğu, kan emici güçlerin emperyalist politikaları altında eziliyor. Bu savaşlar, saldırılar bölgeyi cehenneme çeviriyor.

İktidar Savaşa Mecbur, Barışa Karşı 

Diğer yandan Türkiye egemenleri, köşeye sıkıştıkça, “yurtta savaş cihanda savaş” şiarı ile savaş politikalarını hızlandırıyorlar. Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Akdeniz’de, Ege Adalarında süreklileşen bir saldırgan tutum içerisine girerek, sıkışmışlıklarını aşmaya çalışıyorlar.

Ayakta kalabilmek adına her türlü suçu işleme konusunda gözünü karartmış olan egemenler, gözlerini kırpmadan mezhepçi ve etnik suçlar işleyebiliyorlar. Suriye’de örneğini çokça gördüğümüz bu nefret politikalarını şimdi Libya’ya taşıdılar.

Pandemi öncesinden başlayan ve bugün daha da derinleşen krizlerin içerisinde debelendikçe savaş politikalarını yükselten Türkiye egemenleri, sürekli yeni “düşmanlar” ilan ediyor, savaş söylemlerini yükseltiyor ve buna paralel olarak içeride baskıyı, nefreti, ırkçılığı, kadına karşı şiddeti tırmandırıyorlar.

İçeride baskıyı yoğunlaştırıp dışarıda şiddetin derecesini artıran, dilini sivrileştiren iktidar, dörtnala savaşa koşarken, bu savaş politikalarının bedelini bizlere ödetiyor.

Savaşa Değil Halka Bütçe 

Hâlihazırda tırmanan krizin geldiği boyut, artan yoksullukta, “açım” diyerek bedenini yakanlarda, işsizlik oranının geldiği boyutlarda, enflasyon oranlarında, pahalılıkta, TL’nin değer kaybında görülüyor.

Bu yıkım tablosu karşısında egemenler bizlere, “Her yerde düşmanımız var, onlarla savaşmalıyız, siz şimdilik ne haliniz varsa görün” diyorlar. Üstüne üstlük bütün savaş maliyetlerini, bizlere temel ihtiyaçlarımızı gidermemiz için bizden aldıkları vergilerle gideriyorlar.

Bizden aldıkları devasa vergilerle, zenginlerin daha da zenginleşmesi için cepheden cepheye savaşa koşturuyorlar, bu savaşlarda yine yoksulların ölümlerine neden oluyorlar.

Şimdi “Artık Yeter! Devir Değişsin!” deme zamanıdır. Şimdi “Savaşa değil, eğitime bütçe” deme zamanıdır. Şimdi “Savaşa değil, sağlığa bütçe” deme zamanıdır. Şimdi “Herkese güvenceli iş, güvenceli gelecek” deme zamanıdır.

Saraylarından altından musluklarının fotoğrafları atmaktan çekinmiyorlar, üstüne bir de TV’lerde eğitimin en büyük yükünün öğretmen maaşları olduğunu söylüyorlar. Ama savaş harcamalarına en büyük payı ayırmaktan da geri durmuyorlar. Tam da bu yüzden, “işsizlikten, yoksulluktan” şikâyet eden halka, “Bir mermi kaç para haberiniz var mı?” diyebiliyorlar.

Evet, sermaye düzeni, savaşmadan duramıyor. Halklar ise barış istiyor. Hemen şimdi barış!

Savaşa mecbur değiliz, onların savaşının taraf olmak zorunda değiliz. Bizim tarafımız işçiler, emekçiler, ezilen halklar!

Bizler, sermaye düzeninin savaşlarına karşı barış diyoruz.

Diyoruz ki, emperyalist işgal ve savaşlara karşı halkların barışı mümkün.

Savaşa değil, sağlığa bütçe.

Savaşa değil, eğitime bütçe.

İş, ekmek, barış, özgürlük!

Artık Yeter! Devir Değişsin!