TÖP: Kuru Ekmek Değil, İnsanca Bir Yaşam İstiyoruz!

İşçilerin ve işçi temsilcilerinin içerisinde yer almadığı, sermaye sınıfının sözcülerinden oluşan bir komisyonun öncülüğünde asgari ücret görüşmeleri sürüyor.
Sermaye sahipleri, egemenler bir olmuş, “Halkın delik cebindeki üç kuruştan daha neler alabiliriz?” diye hesap kitap yapıyorlar.
Pandeminin başından bu yana, sermayenin ve onun sözcüsü siyasal iktidarın tavrı net: Ölen ölecek, boşta kalan sahalara dışarıdaki işsiz ordusundan yeni işçiler yerleştirilecek, ama ne olursa olsun çarklar dönmeye devam edecek! Bu açık ve net tutum, vahşi kapitalizmin en çıplak hali esasında.
İpliği pazara çıkmış bir egemenler sınıfı var karşımızda; çürümüş, krizlerin ortasında sıkıştıkça daha da saldıran, iktidarda kalabilmek adına her yolu mubah gören, kendi kârından bir kuruş düşmesin diye halkın yuttuğu lokmayı da çalmanın hesabını yapan bir sınıf.
Öyle ki, aman sermayeye zeval gelmesin diye, her türlü “kıyak” yapılıyor. “Vergi barışı” adı altında, büyük sermaye gruplarının milyon dolarlık vergi borçları siliniyor, bir de üstüne, kârlarına kâr katacakları rant ihaleleri sunuluyor.
19 bin TL tutarındaki iş için Cengiz Holding’e kasadan 17 milyon verilebilirken, öte yandan bütçeden Saray’a ayrılan pay da sürekli katlanarak artıyor. Örneğin sadece 10 ayda Saray bahçesine harcanan para 55 milyon TL. Erdoğan’ın maaşı bu yıl itibariyle, asgari ücretin yaklaşık 30 katına denk geliyor. Tek başına Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 7 bakanlık ve 13 bakanlığın bütçesini aşıyor. Günün acil ihtiyaçları düşünüldüğünde, eğitim ve sağlığa ayrılan bütçe “komik” rakamlar üzerinden tartışılıyor. Savaşa ayrılan bütçe ise en tepedeki yerini koruyor.
Elbette bu sınıfın yaptığı bütçe görüşmelerinde, bütçeyi var eden işçilere ve emekçilere yer yok! Sermaye tarafındaki sendikalarla, “yoksulluk artık sorun olmaktan çıktı” diyen iktidar sözcüleri var.
Oysa halkın gerçeği başka. Birileri zenginleşirken halk giderek yoksullaşıyor. Ekonomik kriz derinleşiyor. İşsizlik kronik bir sorun olarak toplumun ortasında büyüyüp duruyor, herkesi hızla içine alıyor. İş bulmak imkânsız hale gelirken, çalışanlar da işsiz kalmak korkusuyla en kötü koşullarda, en düşük ücretlere, güvencesiz çalıştırılıp, asgari gelire, hatta milyonlarcası asgari ücretinde altında ücretlere mahkûm bırakılıyorlar. Her gün onlarca, yüzlerce küçük esnafın daha kepengi, tekrar açılmamak üzere kapanıyor. Faturalar cep yakıyor; kış şartlarında on binlerce evin elektriği, doğalgazı kesiliyor. Kafe-bar çalışanlarından sanatçılara, öğretmenlerden seyyar satıcılara bütün bir toplum, işsizlik ve yoksulluğun ortasında ölüme terk ediliyor. Bütün bu yoksulluğun içinde bir de aymazca, “kuru ekmek yiyorlarsa aç değiller demektir” deniliyor.
Milyonların değil, milyonerlerin taleplerini önceleyen egemenler, işçinin ve emekçinin halini, çiftçinin derdini, mutfaktaki boş tencereyi düşünmüyor. Halkın eve ekmek götürememesi “abartı” bulunurken, “acı reçete” yine halka kesiliyor.
Hayır, yalanlarınıza karnımız tok! Acı reçeteye de kuru ekmeğe de razı değiliz.
Üreten biziz, sadaka değil, lütuf değil, hakkımızı, bizim olanı istiyoruz! Asgari değil insanca yaşam istiyoruz!
• Açlık sınırındaki ücrete hayır.
• Asgari ücret tüm kesintilerden muaf olsun.
• Asgari ücret tespit komisyonu meşru değildir, lağvedilsin.
• Onurlu ve insanca yaşamak için gelir güvencesi.
• Herkese gelir güvencesi, servete vergi.
• Varlık fonu lağvedilsin.
• Kamu Özel İşbirliği Antlaşmaları (KÖİ) lağvedilsin.
• Savaş bütçesi değil, halk için bütçe.
• Patronlara değil, sağlığa, eğitime bütçe. Cengiz’e, Limak’a değil; evsize, işsize, halka bütçe.
• Güvencesiz, kölece çalışmaya hayır.
• ÖTV, ÖİV, KDV vb. dolaylı vergiler iptal edilsin.
• Vergiyi halktan değil TÜSİAD’tan alın.