TÖP: Halk Güçleri Direniyor

İktidar koalisyonu, sermaye ile birlikte halk güçlerinin mayalanan öfkesine rağmen gemisini yüzdürmeye çalışıyor. Ancak gemi artık su almakta. 

İktidar içi çatlaklar, kapitalizmin derinleşen yapısal krizi ve halk güçlerinin kurgulanan faşist rejime rıza göstermeyişinin yarattığı hegemonya krizi, iktidar koalisyonunun ilerleyişine ket vuruyor.

Sermayenin kârlarını garanti altına almak için toplumun tüm kaynakları sermayeye peşkeş çekiliyor. Emekçiler pandemi koşullarında sömürüye, açlığa ve hastalığa mahkûm ediliyor.

SMA hastası çocukların ihtiyacı olan ilacı temin edemeyen devlet, sermayeye milyonlar aktarıyor. Yönetemedikleri pandemi, ağır aksak ilerleyen eğitim ve sağlık sistemi de iflas etme noktasına geldi. Ancak bu gelişmelere rağmen, faşizmi kurumsallaştırma hamlelerine devam ediyor ve ülkenin tüm kurumlarını teslim alarak oluşturmaya çalıştığı yeni rejime uygun şekilde dizayn etmeyi amaçlıyorlar.

Son olarak İçişleri Bakanlığı’na, sivil toplum kuruluşlarına yönelik kayyum atama yetkisi veren kanun teklifi bu süreçte kabul edildi. Hemen ardından toplumsal olaylarda emniyete TSK’ya ait silahları kullanma yetkisi verildi.

Ancak kurguladıkları faşist rejimi hala topluma kabul ettirebilmiş değiller. Uzun süredir hareket halinde olan, güç ve öfke biriktiren halk güçleri teslim alınamadıkça faşizmin kurumsallaştırılabilmesi çok zor. SMA hastası çocukların ilacının temin edilmesi için yapılan kampanyanın bile terörize edilmeye çalışılması, iktidar koalisyonunun olası bir halk direnişinden nasıl ürktüğünü açıkça gösteriyor.

Üniversiteliler Direniyor

Böyle bir direnişin sonuçlarını daha önce Gezi direnişi süreci ve sonrasında görmüştük. Gezi’nin açığa çıkardığı potansiyel, onları ürkütmeye devam ediyor. 

Bu potansiyel AKP’den milletvekili aday adayı da olmuş olan Metin Bulu’nun, Erdoğan’ın kararı ile Boğaziçi Üniversitesi’ne atanması sonucu toplumun bütününe yayılan direnişte de kendini gösteriyor.

Kayyum Rektör olarak bilinen Metin Bulu’yu istifaya çağıran Boğaziçili öğrenciler ve akademisyenlerin direnişi kısa sürede toplumsal muhalefet dinamikleri tarafından sahiplenildi. Böylece Boğaziçi Üniversitesi’nin sınırlarını aşarak kayyumlar iktidarı haline gelmiş bulunan iktidar koalisyonuna yönelik uzun süredir mayalanan bir öfkeyi tetikledi.

Birçok farklı üniversitedeki öğrencilerin ve toplumun farklı kesimlerinin sahiplendiği direnişin iktidar koalisyonunda yarattığı tedirginlik, açıkça görülüyor. 

İktidar, öğrencileri büyük bir baskı, tutuklama ve taciz silsilesiyle teslim almak istedi. Öğrencilerin evleri basıldı, karakolda çıplak arama işkencesiyle ve tecavüz tehditleri ile sindirilmek istendiler. Sosyal medyadan hedef gösterildiler. 

Bu direnişe destek veren CHP’ye ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na yönelik yoğun bir saldırı başlattılar. Kurumsallaştırmaya çalıştıkları faşist rejim, bu baskıların çok daha fazlasını yapabilecek bir karaktere sahip.

Ancak eylemler büyüyünce, baskı politikaları ile aynı anda, belli yerlerde yürüyüşlere izin vermek zorunda kaldılar. Böylece öfkenin daha büyük bir direnişe evrilmesinin önüne geçmek istediler.

Bunun sebebi olarak, iktidar koalisyonunun üzerinde durduğu hassas dengeleri görebiliriz. İçinde bulunduğu krizler sarmalında yönetme kabiliyeti gittikçe daralan iktidar, faşist rejimi kurumsallaştırmak zorunda. Buna karşılık hegemonyası oldukça daralmış durumda ve halk desteği git gide eriyor. 

Üstelik faşizmi ilerletmek için attıkları her adımın, siyasal taleplerin ve özgürlük arayışının toplumun daha derinlerine yayılmasına ve daha geniş bir kesimin siyasallaşmasına yol açtığı görülüyor.

Halk güçlerinin reflekslerinin halen oldukça kuvvetli olduğunu her fırsatta gözlemliyoruz. Bu durum, faşizmin kurumsallaşmasının önünde önemli bir engel oluşturuyor. İktidar koalisyonu bu sebeple adımlarını kontrollü atmak zorunda kalsa da faşizmi kurumsallaştırma adımlarını atmaktan da geri durmuyor.

Gelecek Ellerimizde

İşçiler başta olmak üzere, gençler, kadınlar, doğa savunucuları hakları için her an direniyor. Bu direnişler kimi zaman bir toplumsal öfkeyi tetiklerken kimi zaman da bulunduğu yerle sınırlı kalıyor.

Ama içlerinde muazzam bir potansiyel taşıyorlar. Bu potansiyel, geleceğin kurucu öznesi olma potansiyelidir.

Halk güçleri ve işçi sınıfı içinde bulundukları mücadeleleri örgütlülüğe dönüştürerek birbirine el verdikleri takdirde bu potansiyel gerçeğe dönüşecektir.