TÖP: Bırakın Kavgayı, Hepiniz Darbecisiniz

103 emekli amiralin 3 Nisan akşamı yayınladıkları Montrö metni ile birlikte gelişen süreç, egemen güçler arasındaki krizin derinleşmesine yol açıyor.
Bir süredir büyük güçler arasındaki hegemonya mücadelesinin yarattığı uygun boşluktan faydalanarak dış politikasını hem ABD hem Rusya eksenlerine pazarlayan Erdoğan, kimi avantajlar ve uygun pozisyonlar elde etmeye çalışıyordu. Ancak, bu pragmatist yönelimin tıkandığı anlaşılıyor. Tıkayan engel, yeni ABD başkanı Biden’ın soğuk sert tavrı oldu.
Biden döneminin açılmasıyla beraber, Trump döneminde ABD ile ilişkilerde yaşanan kimi gevşemelerin yeniden sıkılaşacağı ve AKP-MHP koalisyonunun ABD ile nikâh tazeleyeceği anlaşılıyor. Yeni yönelim, keyfi bir tutum değil, içeride ve dışarıda yaşanan sıkışmışlığın yarattığı basınçtan kaynaklanıyor. ABD-AB ve Rusya arasında Ukrayna özelinde bir savaş ihtimali güçlenirken, AKP-MHP koalisyonunun ABD’nin konumunu destekleyici bir politika uyguladığı görülüyor.
Biden’ın Türkiye’yi Ukrayna’da Rusya’ya karşı bir sopa olarak kullanma isteği karşısında, gücü azalmış ve zorlanan iktidar bu “uşaklaştırma” isteğine hevesle yöneliyor. Erdoğan’ın dansı sona eriyor. Gücünün sınırlarını gören Erdoğan’ın, dünkü açıklamasında kullandığı düşük ton da bunların kanıtıdır.
Ancak yeni yönelim, iktidar koalisyonu içinde şu ana kadar Rusya-Çin eksenini savunan devlet fraksiyonları ile yürünen yolun yarattığı birikim sebebiyle krizsiz gerçekleşmiyor.
103 amiralin bildirisi, bir yönüyle, ordu içindeki Avrasya yönelimli devlet fraksiyonunun gidişata dair itirazını yansıtıyor. Yaşananların devlet krizini derinleştireceği açık ve aralarında eğer bir uzlaşma geliştirilmez ise, önümüzdeki YAŞ sürecinde-belki de daha öncesinde Avrasyacı fraksiyonun tümüyle tasfiye edileceği anlaşılıyor. Böylece, TSK, içindeki “marazi” güçlerden temizlenecek ve zaten ağırlığını oluşturan güce dayanarak uysal bir NATO ordusu haline getirilecektir.
Yaz aylarında gerçekleşecek olan Yüksek Askeri Şura’nın tartışmaları bildiriyle ve ona verilen tepkilerle birlikte başlamıştır. Süreç, devlet krizine derinleşme ivmesi verecektir.
Aynı zamanda, yeni yönelimin ihtiyaç duyduğu militarist ve itaatkâr bir toplumsal asabiyet oluşturulmak isteniyor. Bu doğrultuda, AKP yorumlu bir İslam anlayışı devlete hâkim kılınmaya, kurumsallaştırılmaya çalışılıyor. Ayasofya imamının özel bir figür olarak parlatılmasının yanı sıra, Diyanet İşleri Başkanı’nın sivriltilerek öne çıkarıldığı görülüyor. Ordu içerisindeki takkeli tuğamiralin servis edilen görüntüleri de, TSK’nın çehresini İslami bir yönde değiştirilme niyetini açık ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışın da bu bahsettiğimiz çerçevede gerçekleştirildiği görülüyor.
Tam da bu noktada, malum bildirinin imzacıları arasında Avrasyacı-Kemalist kanadın yanı sıra, NATO’cu Kemalist kanattan da subayların bulunduğunu görüyoruz. Bildirinin zemininin aynı zamanda bahsettiğimiz İslam soslu rejim inşasına karşı, savunma hattı etrafında bir araya gelmiş laik-Kemalist ordu güçlerinin refleksi olduğu anlaşılıyor.
Yaşananların darbe girişimi olup olmadığı ile ilgili tartışmalara gelecek olursak:
Bildiriyi yayınlayan güçlerin de, hedef aldıkları koalisyonun da darbeci olduklarını biliyoruz. Darbeler sadece askeri nitelikte olmuyor ve bazen uzun yıllara yayılarak birbiri peşi sıra gelen siyasal darbeler de mümkün. 2015 Haziran seçimlerinden sonra birçok siyasal darbe yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Darbeyle iktidar olma konusunda birbirlerinden farkları yok!