Sınıflar Mücadelesi Sertleşiyor! Krizler Radikal Bir Değişimi Zorluyor

Sınıflar mücadelesi sertleşiyor. Egemen sınıf fraksiyonlarının birbirleriyle mücadelesi de, uzlaşmaları da sonuçta işçileri, emekçileri, tüm alt sınıfları eziyor. Faizlerin yükseltilmesi de düşürülmesi de işçilere, emekçilere, yoksullara yıkım olarak dönüyor.
Her halükarda kitlesel işsizlik artıyor, hayat pahalılaşıyor, geçim derdi büyüyor. İşsiz sayısı 9 milyonun üzerinde, enflasyon yüzde 20’lere, gıda enflasyonu ise yüzde 30’lara dayandı.
Biliyoruz ki, bu yapısal sorunların olası bir düzen içi iktidar değişimi ile çözülmeleri mümkün değil.
Çünkü bu sorunlar kapitalizmin tarihsel krizinin geldiği noktayla ve birikim rejiminin iflas etmesiyle alakalı. Artık işsizliğe çare bulabilecek bir modelin egemenlerce “keşfedilmesi” mümkün değil.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyıl boyunca oluşagelen dünya emperyalist kapitalist sisteminin içerisinde her bir ülke ekonomisine biçilmiş birer rol var. Her ülkenin ekonomisi dünya sistemine kendi tarihsel gelişimine bağlı olarak eklemlendi ve şimdi bu eklemlenme biçiminin yarattığı tıkanma öyle bir çırpıda aşılacak gibi değil. Çünkü sıcak para girişine ve ithalata dayalı olarak ayakta kalabilen ülke ekonomisi basit bir iktidar değişikliği ya da parlamenter sisteme dönüşle yapısal olarak değişmeyecek.
Bir süredir Merkez Bankası politikaları, döviz kurları, enflasyon üzerinden yürüyen tartışmalar yeni bir kamplaşmayı beraberinde getirdi.
Bir yanda sermaye fraksiyonları arasında büyük bir mücadele verildiği yönündeki yorumlar, diğer yanda ise böyle bir çıkar çatışmasının olmadığına dair yorumlar var.
Doğrusu ortada gerçek bir kavga var.
Örneğin Merkez Bankası’nın “bağımsızlığı” üzerine yürüyen tartışmalar aslında egemen sınıf fraksiyonları arasındaki anlaşmazlıktan doğuyor.
Biz sosyalistler ise, bu tartışmada ancak üçüncü bir taraf olabiliriz.
MB’nin ne Erdoğan ya da herhangi bir isme bağımlı olmasını ne de sözüm ona bağımsız olmasını (aslında bağımsızlıktan kastettikleri finans kapitalin inisiyatifine terk edilmesi) savunabiliriz. Biz olsa olsa halkın denetiminde bir MB’yi savunuruz.
Halkın denetiminde bir Merkez Bankası, para politikalarının sermaye sınıfının herhangi bir fraksiyonunun lehine ve halkın aleyhine olmasını engelleyecek tek çaredir.
Ama bunun bu düzen içerisinde mümkün olmadığını biliyoruz. İthalata ve dışarıdan gelecek sıcak paraya bağımlı bir ekonomik modelin reddiyesi ve insani bir kalkınmanın ülkenin öz kaynaklarıyla gerçekleştirilmesi de ne iktidarın ne de onun muhalefetinin kabul edebileceği bir şey. Bu onların sınıfsal doğalarına aykırıdır. Dolayısıyla ekonomi politikalarına bakınca bile, radikal halkçı bir dönüşümün zorunlu olduğunu görürüz. Bu dönüşüm bizleri tekrar ve tekrar demokratik halkçı bir cumhuriyete götürür, götürmelidir.
Aksi, bir düzen içi değişikliğe işaret ediyor.
TÜGVA belgelerinin birileri tarafından sızdırılmaları bu düzen içi dönüşümün bir parçası örneğin.
Benzer bir biçimde Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele konusunda gri listeye alınması da bunun bir parçası.
Ya da 10 Büyükelçinin Osman Kavala konusundaki tutumu.
Bütün bu gelişmelerde iktidardaki koalisyonun acziyetini ve köşeye sıkışmışlığını hep birlikte gördük. Gardı epey düşmüş yorgun bir koalisyon yumuşak darbelerle yıkılmak isteniyor.
Ancak burada bir niyet saptaması yapmak halk güçlerinin çıkarlarını savunan biz sosyalistler için mühim.
Öncelikle TÜGVA belgeleri sızdırıldıktan sonra yeni bir “paralel devlet” ilan edildi.
Biz sosyalistlerin bu konuya bu biçimde girmesinin sakıncaları var.
Devlet paralel bir yapıdan daha kurtarılacak ve temizlenecek öyle mi?
Gri listeye gelince. Uluslararası arenada çok da bir karşılığı olmayan bu yaptırımın “ülkemiz için bir utanç vesikası” olarak nitelenmesi de sosyalistlerin işi değil. Çünkü biliriz ki her burjuva iktidar bir biçimiyle yolsuzdur, hırsızdır. Kimileri bunu gizli yapmayı beceriyor, kimileri açıktan yaparak meydan okuyor. Dolayısıyla biz sosyalistlerin ‘temiz kapitalist düzen’ talepleri ile de aramıza mesafe koymamız gerekir.

Düzenin bunalımları havayı iyice puslu hale getiriyor. Bu puslu hava liberal söylemlerle yüklü ama özünde despotik devlet sınırlarından öteye gitmeyen birtakım hedeflere işaret ediyor.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, paralel devletten arındırılmış devlet ya da yolsuzlukla mücadele eden devlet… Biz bu taleplere değil, halkın çektiği ıstıraplara çare olacak gerçek taleplere yönelmeliyiz. Bu taleplerin siyasal ifadesi bir asgari programdır elbette. Şimdi program talebinde bulunmanın zamanı mıdır, değil midir tartışmasında bizim duruşumuz: Halkın acil ihtiyaçları için asgari bir program, demokratik anayasa, demokratik cumhuriyettir.