Devletin Restorasyonu Değil Demokratik Cumhuriyet!

Ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da “her şeye muktedir” devletin krizi derinleşerek sürüyor. 15 Temmuz’da kendisini açığa vuran kriz, o günden bu yana kimi zaman açıktan kimi zaman da perde arkasında şiddetini arttırarak derinleşiyor.

Devlet klikleri ise krizi “çözmek” bir yana bunu fırsat olarak görüp etki alanlarını ve güçlerini büyütmeye çalışıyorlar. Fakat bunu yaparken devletin varlığını ve bekasını korumaya da özen gösteriyorlar.  

“Devleti” koruyorlar 

Faşizmi inşa etmedeki yoğun çabalarına rağmen önemli bir mesafe kat edemeyen AKP-MHP koalisyonu, kitle desteğinin yanı sıra sermayenin teveccühünü de kaybediyor. TÜSİAD’ın “Geleceği İnşa” çağrısında AKP-MHP sonrasına hazırlandığına işaret ediyor. Diğer yandan AKP-MHP koalisyonunun önemli sac ayaklarından olan küçük ve orta büyüklükteki sermayenin ise döviz kurları ve enflasyon ile belleri bükülmüş durumda. Bu durum gözlerin sermaye cephesinde gözlerin “muhalefete” dönmesine neden oluyor. 

“Muhalefet” de sermayenin bu bakışına karşılıksız kalmayarak sermayenin istediği bir düzenin “restorasyon” çabalarına hız veriyor. Muhalefet, sermayenin belli bir tabakasına sıkışmış devleti, sermayenin büyük ve önemli kısmına açmaya yöneliyor.

Bunu yaparken de devletin birliği ve bütünlüğünü korumaya da dikkat ediyor. Türkiye burjuvazisinin serpilip büyümesinde açtığı alanlarla büyük pay sahibi olan, AKP dönemiyle birlikte “sopa” olma özelliğini daha çok öne çıkaran “despotik” devletin varlığının korunması sermaye için oldukça hayati. Çünkü kapitalizmin krizinin önümüzdeki yıllarda da derinleşerek devam edeceği bir düzlemde emekçilere, halklara, kadınlara karşı kullanılacak baskı aygıtı olarak devletin varlığı önem taşıyor. 

Nitekim CHP ve İyi Parti’nin son günlerdeki hamleleri de restorasyon cephesinin devletin bütünlüğünü koruma ve mümkünse genişletme çabası içerisine girdiklerini gösteriyor. 

Kemal Kılıçdaroğlu, “milletin onurlu evlatları” olarak nitelendirdiği bürokratlara 18 Ekim itibariyle “kanunsuz emirlere” uymama çağrısı yaparak yeni bir sayfa açmayı vaat ediyor. İşçilere, emekçilere, kadınlara, ekolojistlere, Alevilere, Kürt halkına yapılan onlarca saldırının altında imzası bulunan “milletin onurlu evlatlarının” sicilini bir kalemde temizliyor.

Diğer yandan da lütfedip geri dönüşüm işçileriyle görüşen İstanbul valisine “Fakir fukaranın yanında” diyerek sahip çıkıyor. Üstelik valinin emrindeki polislerin geri dönüşüm işçilerine yönelik saldırısının kırkı bile çıkmadan! 

İyi Parti ise “Ömer’in Yolu” sloganıyla bir yandan AKP’den ayrılan kesimi yanına çekmeye çalışırken bir yandan da devletlûları adalete yani kendisine çağırıyor. 

Aleviler ve Kürtler yine hedefte 

Muhalefet devleti “toparlamaya” çalışırken “devlet” de dışarıda bıraktığı kesimleri devletlûlaştırmaya çabalıyor. On yıllardır devletin asimilasyon ve çoğu zaman da imha politikalarına maruz kalmış Aleviler, “yeni” açılımlarla içerilmeye çalışılıyor. CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol’un Dersim’de yaptığı düzenlemeler, cemevlerinin ibadethane olarak tanımlanması ve Alevi dedelerine maaş verilmesine yönelik vaatler, AKP’nin yeni bir açılım içerisinde olduğuna dair iddialar bunun göstergeleri. Osmanlı’dan günümüze tarihsel devrimci niteliğiyle her daim despotik devletin karşısında olan Aleviler, temcit pilavı gibi sürekli uzatılan devlet havucunu yine elinin tersiyle itecektir. 

Alevilerle birlikte devletin hışmına en çok uğrayanların başında gelen Kürt halkına ise Soylu ve Ağar gösterilip Meral Akşener’e razı olmak dayatılıyor. Kürt illerini “başbakan” havasıyla gezen Akşener boyun eğen değil “Burası Kürdistan” diyen direngen Kürt halkıyla karşılaşıyor. 

Sermayenin krizi derinleşerek halkı her geçen gün ölümle tehdit ederken, iktidarından muhalefetine düzen için partiler devleti korumanın derdindeler. Kurulduğundan bu yana sürekli Türkiye sermayesinin büyümesine hizmet etmiş; ancak işçiler, emekçiler, kadınlar, Aleviler ve Kürtler mücadele ettiğinde hak vermek zorunda kalmış olan devletin varlığı onlar için olmazsa olmaz. 

Fakat işçiler, emekçiler, kadınlar, Aleviler ve Kürtler verdikleri mücadelelerle bu despotik devletin restorasyona uğramış haline bile razı olmayacaklarını, kararları kendilerinin vermek istediklerini her gün gösteriyorlar.  

Dolayısıyla halkın en küçük biriminin doğrudan yönetimde olduğu, karar verip uyguladığı bir yönetim biçimi olan demokratik cumhuriyet bir hayal değil her gün mücadeleyle ortaya konulan somut bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.  

Devletlûların restorasyon kılıfında sundukları bayat havuçlara karşı gür bir sesle haykırarak demokratik cumhuriyet bayrağını yükseltmek bir görev olarak önümüzde duruyor.