Açlık ve Zulüm İktidarına Karşı Halkın Gücü Gidişatı Değiştirecek!

Önceki gün süslü cümleler ve büyük bir iddiayla açıkladıkları, ancak gerçekte tam bir sefalet ücreti olan, üstelik kesintilerle ilgili birçok belirsizlik barındıran asgari ücret zammı, açıklandığı andan itibaren anlamsızlaşmaya başladı. Daha ilk günden değerini yitirmeye başladı. İlk olarak yansıyacağı Ocak ayı maaşlarına kadar da iyice komik bir hale geleceği kesin. Ancak onlara göre hava hoş. Israrla ve inatla halkı uçuruma sürüklemekten çekinmiyorlar.
İlan ettikleri ekonomik modeli uygulamada kararlı oldukları görülüyor. Sermaye düzeninin yürütücüsü olarak patronları kollayıp halka savaş açan bir yönelimle; MGK kararlarıyla devletin zor gücünü göstermesi ve olası bir OHAL’in dillendirilmesi bu bağlamda değerlendirilebilir.
Toplumu baskıyla, korkuyla sindirip ezmeye çalışma politikalarının bir başka boyutu, hasta tutsakların ölüme terk edilmesi, cezaevi infazlarıyla yarattıkları “bana uymazsan ezer geçerim” iklimidir. Üstelik dışarıda da infaz ve baskı politikaları uyguluyorlar.
Yine ekolojik yıkıma karşı direnenler hedef gösteriliyor, tehdit ediliyor, katlediliyor. 11 Aralık’ta Aydın’ın Çine ilçesi Topçam Köyü’nde Eysim Madencilik’in işlettiği maden ocağına karşı direnen Coşkun ailesine silahlı saldırı yapıldı. Failleri bulup yargılamak yerine, olayın üstünün örtülmeye çalışılması devletin kimden taraf olduğunu gösterdiği gibi halka “diz çöktürme” operasyonlarıdır.
Peki iktidar her şeyini seferber ederek “Çin Modeli” diye adlandırdığı ekonomik programda başarılı olabilecek mi?
Sanayileşme, istihdam, düşük faizle cari fazla yaratmak mevcut koşullarda ne kadar mümkün? Dünyanın içinde bulunduğu konjonktürel durum, Türkiye kapitalizminin “tarihsel” seyri, AKP’nin çözümsüz politikalarının geldiği sınır, başarısız olacaklarını mümkün kılan en önemli gerçeklerdir.
Neden başarısızlığa mahkûmlar?
Birincisi, 21. yy. dünya kapitalizminin “finansallaşma” stratejisinde ve onun 2008’den bu yana yapısal krizini yaşıyorken kapitalizmin sınırlarında bir köklü “kurtuluş ufku” görünmüyor.
İkincisi, Türkiye kapitalizminin “serbest rekabetçi” aşamayı yaşamadan oluşunda “doğrudan” tekelci/finans-kapital gelişimi; somut-tarihselliğinde “tefeci bezirgân” ruhu/geleneği hedeflenen sanayileşme, üretken sermayeye hızlı geçiş adımlarına engel olabilecek etkenlerdir.
Üçüncüsü, krizden kurtulmak için gereken “zaman” sorunudur. Kısa zaman içinde hem çıkış hem yeni bir yapısal dönüşüme gitmesi üretken sermayeyle istihdam yaratarak kapitalizmi yeni niteliğe sıçratmaları oldukça zor görünüyor. Yirmi yıldır uygulamadıkları bir modeli (aslında yüz yıldır da diyebiliriz) şimdi birden uygulayabilecek kapasitelerinin olmadığını tahmin etmek zor değil.
Böyle bir zamanda Türkiye burjuvazisinin uzun vadeli sanayi yatırımı ve adımlardan öte, kısa vadeli, kârlı “dövizli” çözümlere gideceğini kestirmek güç olmasa gerek. Zira Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin büyük patronlarla yaptığı toplantıda bu uzun vadeli ekonomik modele ve dolar bozdurup liranın değerini yükseltmeye ikna etmeye çalıştığı biliniyor. Toplantıyı memnuniyet verici bulan “bezirgân” ruhlu patronlar iki gün sonra tam tersi davranışlarla dövize yatırımlar yaparak Türk Lirası’nda yeni bir değer kaybı dalgalanmasına yol açabilmiştir.
Dördüncü olarak “Çin modeli” sanayi üretkenliğine, ihracata ve istihdama dayalı bir ekonomi; Çin’de uygulanan biçimiyle, sadece ucuz işgücü ve devlet “sopası” ile yürümüyor. Aynı zamanda eğitimli kadro, yüksek teknoloji ve yaratıcı girişimcilik istiyor. Bu ihtiyaçların sermaye sınıfında olmadığını bilmek için uzman olmaya gerek yok. Burada o modelde uygulayabilecekleri tek şey emeğe yönelik saldırılar olacaktır. Bunun somut göstergesi de dün açıklanan asgari ücrettir.
Beşincisi ve belki de en önemlisi tüm bu uygulamaları yapacak öznenin yani iktidarın toplum gözünde meşruiyetinin giderek tükenmesidir. Ülke içinde ve dışında bütün politikaların tıkandığı, çöktüğü, kendilerini bir arada tutan “iç asabiyetlerini” kaybolmaya yüz tuttuğu bir gerçeklikte bu programı kim yürütecek?

Aslında ortaklar
Onların ekonomi programı toplumu açlık ve sefalete sürüklüyor. Gıda krizi, ilaç kriziyle karşı karşıya bırakıyor.
Bu yılın asgari ücreti 4250 TL olarak açıklandı. Yoksulluk 4 kat artarken asgari ücrette yüzde 50’lik artış işçileri emekçileri sefalete razı etmek anlamına geliyor.
Her ne kadar iki ayrı uçta konumlanarak birbirleriyle didişiyor olsalar da, iktidar bloğunu oluşturan güçler söz konusu halk olunca, halkta biriken başka bir gelecek tahayyülünün ve gelecek kurma enerjisinin önünün alınması için ortak hareket ediyorlar.
Biçimsel olarak üzerinde ortaklaşılmış bu yağma düzeni sürdükçe, krizlerle boğuşmaya, krizlerin içerisinde debelenmeye devam edeceğiz.
Ama bir çıkış var!
Yaşanan tüm zorluklara rağmen; halk güçleri aktif-pasif direnişleriyle iktidara karşı duruşunu sürdürüyor. 12 Aralık DİSK mitinginde işçilerin, sol-sosyalist güçlerin kitlesel katılımı bunun en önemli göstergelerinden. Bu hafta sonu yapılacak KESK mitingleri bundan geri kalmayacak görünüyor. Bu mitinglere ve sokağa yansıyan halkçı öfkeye omuz vermek, gidişatı değiştirebilecek tek seçenektir. Bulunduğumuz her yerde mitinglere omuz vermeye, bir çıkış olduğunu hep birlikte deneyimlemeye çağırıyoruz.
Açlık ve zulüm iktidarına karşı; bir çıkış var!
O da demokratik cumhuriyet, demokratik anayasadan geçer.