Savaş Politikaları Dayatanlar Kaybedecek, Halkların Barışını Kuracağız!

1 Eylül Dünya Barış Günü’nü savaşların giderek daha da yayıldığı bir zamanda karşılıyoruz.  1 Eylül tarihi barış günü ilan edildiğinde dünya, 2. Paylaşım Savaşı’nın pençesindeydi. Şimdi ise bir yandan emperyalist hegemonya mücadelesinin getirdiği savaş ve çatışmalar varken, diğer yandan ulusal kurtuluş mücadelesi veren halklara karşı imha savaşları ile çevriliyoruz. Yanı başımızda emperyalist güçlerin Suriye, Irak, Libya ve Ukrayna gibi coğrafyalarda yürüttükleri savaşlar, Uzak Doğu ve Güneydoğu Asya’ya yayılma eğiliminde. Öte yandan Kürt halkına karşı Türkiye, Irak ve İran başta olmak üzere başlatılan savaş da bölgesel bir nitelik kazanmış durumda.

Yayılma eğiliminde olan savaşlar bir yandan milyonlarca insanın yaşamını tehdit ediyor, milyonlarcasını da yerlerinden ediyorken, diğer yandan, canlı yaşamının tamamını tehdit ediyor.

Halkların kanından besleniyorlar

Kapitalizmin aşılamayan krizi, hegemonya krizi ve ardından gelerek insanlığı sarsan tüm krizler yeni savaşların zemini yapılıyor. Egemenler, krizlerini aşmak, karlarını yükseltmek, dünyada oluşan hegemonya boşluğunda faydalanıp kendine alan açmak ve bir adım öne geçmek için gözlerini tamamen karartmış durumdalar. Savaştan, kandan, ölüm ve işgalden besleniyorlar.

Onlarca yılda kan gölüne çevirdikleri Orta Doğu coğrafyasında silahlar neredeyse hiç durmuyor. O topraklara bir şekilde yerleşen ve çıkmak şurada dursun, oraya yerleşmek isteyen ülkeler, savaşı kışkırtmaktan çekinmiyorlar.

Birkaç ay önce Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası başlayan ve süren savaş, bu savaşlar çağını bir adım daha karanlığa taşıdı. Emperyalist güçler sahada çarpışarak güçlerini yeniden tahsis etmeye, hegemonya kurmaya çabalayadursun, halklar ölüyor, sakat kalıyor, evsiz ve işsiz kalıp giderek yoksullaşıyor, mülteci olarak gitmek zorunda kalıyor… O arada Rusya, Ukrayna’nın önemli bölgelerini işgal edip yerleşiyor NATO, bir süredir tartışmalı olan birliğine yeni ülkeler katarak gücünü pekiştiriyor ve buradayım diyor.

Kendi krizini aşmak hatta oradan güçlenerek, hegemonya kurarak çıkmak isteyen güçlerin, halklara sunabilecekleri hiçbir şey kalmadı. Giderek faşistleşen iktidarlarını sürdürebilmek için milliyetçiliği, ırkçılığı ve militarizmi beslemek dışında hiçbir yolları yok. Kendilerinin egemen olarak çıkması için, açtıkları savaşların altında halkları ezmek istiyorlar. Savaş yatırımlarını katlayarak arttırıyor, teknolojiyi neredeyse en çok savaş sanayisi için sınırsız kullanıyor, destekliyorlar.

AKP-MHP koalisyonu da savaş kartına oynuyor

Dünyadaki krizlerden bağımsız ilerlemeyen Türkiye siyasal atmosferinde AKP iktidarı da ülkeyi son hız savaşa, yıkıma sürüklüyor.

Zaten ülkede son 30 yıldır bitmeyen, hatta giderek de zora sürülen bir savaş var: Kürt halkıyla savaş. Yıllardır Kürt halkına yönelik inkâr ve imha politikalarında ısrar eden Türkiye Cumhuriyeti, sürekli aynı biçimde uyguladığı şiddet politikalarının farklı sonuçlar yaratmasını bekliyor.

Ülke genelindemültecilerden işçilere, kadınlardan gençlere, sanatçılardan doktorlara neredeyse herkese savaş açılmış durumda. Faşizmin en açık ifadesi olan halka karşı savaş, fiilen hayat buluyor.

Günden güne militaristleşen, silah üretim kapasitesini arttıran ve artık bölgesel anlamda bir silah pazarı kuran AKP-MHP koalisyonu, Kürt Halkı’na karşı giriştiği savaşta adeta üretilen silahların denemelerini yapıyor, savaş suçları işliyor.

Aynı zamanda dış politikada sıkışan ve giderek daha ağır hatalar yapan iktidar, bir ipte iki hatta üç cambaz oynatmaya çalışırken ana emperyalist güçlerce kıskaca alınıyor. Buna rağmen boyundan büyük işlere kalkışıyor, hegemonya krizinde kendine kalıcı bir yer bulmaya çalışıyor. Bir yandan Ukrayna’ya insansız hava aracı satıyor öbür yandan Rusya ile Suriye konusunda anlaşmaya çalışırken NATO üyeliğine de toz konmasın istiyor. Bütün bunları aynı anda yapmaya çapları da güçleri de yetmiyor. Ama zorluyorlar çünkü seçenekleri yok, tıkandıkları noktayı ancak savaş zoruyla açıp ilerleyebilirler. Faşizmi kurumsallaştırmak için daha yıkıcı savaşlara ihtiyaç duyuyorlar…

Tam da bu nedenle, normal koşullarda kaybedecekleri seçimlere giderken Suriye’nin kuzeyine yönelik saldırıları arttırıyor, içerde Kürt halkına yönelik saldırıları arttırıyor, başka her yerden kısarken savaşa ayrılan bütçeyi milyonlarca lira arttırıyor, kendilerinin de bizzat dahil olup yıkıma ortak oldukları, cihatçı çeteleri elleriyle besledikleri Suriye savaşından kaçan mültecilere yönelik iç provokasyonları kışkırtıyor ve adete “benden sonra tufan” diyerek ilerliyorlar.

Bu savaş egemenlerin, halklar barış istiyor

Bu bizim savaşımız değil.

Halklar, bu yıkım çağından sorumlu emperyalist güçlerin açtığı yeni savaşları değil; bütün bir dünya için eşit, özgür, sınırsız, sömürüsüz, ekolojik bir dünya istiyor. Ve bütün bunlar için dünyanın her yerinden mücadeleyi yükseltiyor.

Kapitalizmin derinleşen krizi ve hegemonya krizi sadece yeni savaş cephelerinin açılmasına neden olmuyor aynı zamanda dünya halklarının önünde acil bir barış hareketi ihtiyacını da açıyor. Krizlerini aşmak için halkları savaşa sürükleyen egemenler karşısında güçlü bir barış cephesi inşa etmek bugün en acil ihtiyaçlarımızdan.

Savaşa hayır, barış hemen şimdi.

Yaşasın halkların kardeşliği.