Halk Meclisleri

TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK PARTİSİ VE HALK MECLİSLERİ

Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin sınıfsal bir tahlilini yapmadan, Türkiye’deki rejimin niteliğini ve özgünlüğünü kavrayamayız. Bu devletin karşısına demokratik cumhuriyeti koymamızın nedeni, onun anti-demokratik doğasıdır. 

Orta Barbar Osmanlı’nın Bizans’ı ele geçirmesiyle birlikte, komünal yapısı ve göçebeliği niteliksel değişime uğradı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi fetheden Osmanlı İslam medeniyeti, çöken Bizans medeniyeti tarafından zamanla fethedildi. Bizans devlet yapısı hemen hemen olduğu gibi Osmanlı’ya geçti. Bu durum Osmanlı Dirlik Düzeni’nin soysuzlaşmasına yol açtı. 

Bu fetihten önce Osmanlı’nın özgün devlet yapılanmasında dirlik düzenine bağlı olarak devlet sınıfları ortaya çıkmıştı. Bu sınıflar, kalemiyye (ekonomi), seyfiye (ordu), ilmiye (bilginler) ve mülkiye (idare) olarak adlandırılıyordu. 

Bizans’ın üstyapısının Osmanlı’ya geçmesiyle tefeci-bezirgân sermaye ilişkileri de Osmanlı’nın içerisine sızdı. Zamanla devlet ile halkın (reaya) arasına girdi. Önceleri Beytülmal-i Müslimin olarak görülen dirlik toprakları yavaş yavaş özel mülkiyet haline geldi. İmparatorluk büyüdü ve büyüdükçe tefeci-bezirgânlara borçlandı.

Görünüşte devlet sınıfları üstte-egemen, tefeci-bezirgânlar alttaydı.  Ama asıl güdücü sınıf tefeci-bezirgânlardı. Tefeci-bezirgânların soygun düzeni Osmanlı’yı yeni bir modele itti. Böylece Osmanlı Kesim Düzeni’ne atladı. Kesim düzeninde devlet sınıfları para karşılığı dirlikleri tefeci-bezirgânlara devrettiler. Tefeci-Bezirgân o yerlerin vergisini devlete peşin ödüyor ve toprağın bütün gelirini cebe indiriyordu. Böylece Dirlik düzeninin reayası Kesim düzeninde yerlerin esiri oldu.

Devlet sınıfları artık köylünün koruyucusu görünümlü birer tefeci-bezirgân işbirlikçisine dönüşmüştü. Yüzyıllar içerisinde bu ilişki kökleşti. Ekonomi tefeci-bezirgânların elinde, devlet yönetimi ise bu sınıfın çıkarları doğrultusunda devlet sınıflarının elindeydi. Kemalist devrime giderken Osmanlı’nın sosyal yapısı bu şekildeydi.

Kemalizm’in öncülüğündeki Kurtuluş savaşına giderken kurulan 1. Meclis’in (1920-1923) kurucu vekillerine bakarsak ne kastettiğimiz daha iyi anlaşılır. Bu meclisin bileşenlerinin yüzde 92’si (92 kişi) tefeci bezirgân ya da devlet sınıfı kökenlidir.  Yani Kurtuluş Savaşı böylesine kaypak ve “satış”tan-ranttan öteye ufku olmayan bir sosyal sınıf temeline dayanmıştır.

Batılı burjuvazi derebeyliğini üretim gücüne dayanarak tasfiye etti. Bizim modern burjuvazimiz ne üretimi geliştirebilecek kadar güçlü, ne de iktidarı ele alabilecek kadar basiret ve kişilik sahibiydi. 7000 yıllık antika tefeci-bezirgân sermayenin en belirgin özelliği üretimden kopuk olmasıdır. Üretimden yoksun olmak, iktidarı almak ve burjuva demokratik devleti tesis etmek için yetersiz olmak anlamına gelir. 

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde kurucu görevi Seyfiye sınıfı yani ordu üstlendi. Ama ortada gerçek anlamda bir çelişki vardı. Çünkü Kemalizm büyük oranda gücünü asalak sınıflardan alıyordu. Bu sınıflar yani antika tefeci-bezirgânlar, eşraflar, ağalar ve ayanlar, herhangi bir ilerici adım atma konusunda yeteneksizdi. Hem modernlik hem tefeci-bezirgân sermaye bir araya gelince, ortaya yarı-demokratik, yarı-feodal bir rejim çıktı. Bu rejim Kemalizm’in ta kendisiydi.

Kemalizm üstyapıda modern ilişkileri esas alsa da, despotik devlet geleneğini tasfiye etmedi. Aksine devlet otoritesini güçlendirdi. Mülkiye sınıfını geliştirerek devlet yapısını kökleştirdi. Valilik ve kaymakamlık sistemi sağlamlaştırıldı. Feodal öğeler hiçbir zaman tırpanlanmadı. Onlarla uzlaşıldı. Antika tefeci-bezirgân sınıfıyla devlet sınıflarını halka karşı bir ittifak alanında kaynaştırdı.

Bu kaynaşmaya uluslararası finans kapital ve yerli cılız burjuvazi dâhil oldu. Bütün bu örgütlü sistem doksan yıllık cumhuriyet tarihinde her zaman gericiliği inşa etti. Halka karşı özel suç işleme birimleri kuruldu. Sert baskı yasaları, her türlü örgütlenme ve ifade özgürlüğü yasakları yıllar boyunca demokrasinin en büyük düşmanı olarak kullanıldı. Halkın meşru demokratik kalkışmaları seyfiye sınıfı tarafından askeri darbelerle bastırıldı. 

Seyfiye sınıfı, kendi kontrolünde inşa ettiği bu özel finans kapital devleti, AKP iktidarı ile birlikte el değiştirdi.

İktidara yerleşmesiyle birlikte AKP, kendisine biçilen misyonu uygulamaya koyuldu. Onun misyonu yıkılan Sovyetler Birliğiyle birlikte sona eren soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan tek kutuplu neoliberal dünyaya uygun bir rejim inşa etmekti. Artık Sovyet tehlikesi yoktu. Ve dolayısıyla sermayenin iktidarı TSK ile paylaşmasının bir anlamı yoktu. Üst üste operasyonlarla, TSK’nin yarattığı rejimin tüm uzantıları değişikliğe uğratıldı. Askeri vesayetle savaş adı altında, devlet, sermaye için dikensiz gül bahçesine çevrildi. 

Rejim restorasyona uğratılırken onun antidemokratik yapısı korunmakla kalmadı, aynı zamanda güçlendirildi de. AKP sermayesi, Kemalist devrimin iktidar ortağı olan tefeci bezirgânların finans kapitalle kaynaşmasından doğan özel bir İslamcı sınıfa dayanıyordu. Bu sınıf özellikle Menderes ve Özal iktidarlarıyla sermaye birikimini arttırarak burjuvalaşmış, ancak tefeci bezirgânlığa has gericilik özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. 

Kısacası despot Kemalist devlet yapısı AKP’nin restorasyonuyla herhangi bir niteliksel değişime uğramadı. Aksine özgürlük alanlarını git gide kısıtlaması ve bunu anayasal bir zemine kondurmak istemesi eski rejimin devamcısı olduğunu birçok kez kanıtladı. 

Demokratik Cumhuriyet ve Halk Meclisleri

Yukarıdaki tarihsel gelişimi özetlememizin sebebi şudur: “Ulu Devlet”, “Kutsal Devlet”, “Devlet-i Ali” Kemalist nitelikte olsun, AKP’nin inşa ettiği rejimde olsun, otoriter bir güç olarak yukarıdan toplumu ezmiş, halk kitlelerini adeta “gütmüş”, “birey”in ortaya çıkmasını hep engellemiş ve “sivil toplum”un oluşmasına bilinçli bir şekilde izin vermemiştir.

Kemalist burjuva devrimiyle başlayan ve günümüz AKP devletine kadar devam eden süreçte teknik yaratıcılıktan uzak, ithalat-ihracat vurgunu, yolsuzluk ve hırsızlık yoluyla sermaye birikimi yaratmaya programlı, üretimi zahmet olarak gören bol devlet kredisi ve para spekülasyonlarıyla şişirilmiş bir finans kapital yaratılmıştır. Siyasal alanda ise son derece güdük bir demokrasi.

Halkın kendi çabasıyla kurduğu tüm demokratik kurumlar, devlet sınıflarının halka üstten bakan ve halka güvenmeyen anlayışıyla bastırıldı. Ya da tefeci bezirgân sınıf karakterine sahip burjuvazi tarafından henüz oluşmadan budandı. 

Kurtuluş Savaşı’nda halkın kendi çabasıyla kurduğu Kuvay-ı Milliye önemli başarılar elde ederken, dağılan Osmanlı’nın sağlam kalan kurumlarından ordu, inisiyatifi sonradan ele alarak halkın inisiyatifini kırmıştır.

Kurtuluş Savaşında halkın inisiyatifini çalan zihniyet, 2013 Gezi Parkı’nda halkın meşru ayaklanmasını zor kullanarak bastırmaya kalkan zihniyetti. O, aynı zamanda Kürt isyanını savaşla ezmek isteyen zihniyetti. Mustafa Suphi ve yoldaşlarını öldüren devletin gizli suç örgütü 1990’lı yıllarda beyaz Toros’larda belirmişti.  Bugüne kadarki birçok kanlı olayı organize eden ve halka karşı provokasyon üretme konusunda uzmanlaşmış bir devlet mekanizması söz konusu.

Bütün bu süreçlerin sonucunda oluşan devlete alternatif olarak önerimiz demokratik cumhuriyettir. 

Demokratik cumhuriyetin yapı taşı meclislerdir. Bu meclisler halkın söz, yetki ve kararının organı ve halk iktidarının doğrudan aracıdır. Halkın yaşamını doğrudan ilgilendiren tüm konularda karar alma yetkisi meclislerdedir. Meclisler her türlü atamanın ve üstten gelen yönetim dayatmasının karşısında örgütlenir. Devlete ve her türlü devletçi mekanizmaya meydan okur. Devlet iktidarına karşı halkın iktidarını dayatır ve devletin iktidar alanını daraltır. 

Halk meclisleri, gerekli olduğu koşullarda özsavunma, işçi ücretleri, çalışma saatleri, barınma, ulaşım gibi acil ve herkesi ilgilendiren sorunların çözümünü talep eden asgari bir program formüle etmeye çalışır. Bunu yaparken geniş halk kitlelerinin katılımı hedeflenir. Böylece politika yapma yoluyla halk bunca yıllık despot devletin yarattığı bilinç ve irade tahribatını bertaraf edilmeye çalışılır. Tabandan gelen gerçek demokrasi tesis edilir.

Halk Meclislerinin Pedagojisi

Halk meclisleri, devletin mahallelerdeki, köylerdeki, belediyelerdeki, her türlü kamusal alandaki iktidarını sınırlayacaklardır. Böylesi bir demokratik sistem kitlelere kalıcı bir disiplin ve yapı sağlayacak, meclisler kitleler açısından siyasal olarak çok önemli birer okul olacaklardır. Gramsci’nin İtalyan İşçi Konseyleri için yaptığı tespiti bugün halk meclislerine genelleyebiliriz: “Böyle bir demokrasi sistemi (…) en son bireyine kadar kitleleri kucaklayacak ve kitlelerin kendisini eğer bozguna uğrayıp tutsak edilmek istemiyorsa sağlam bir birliğe gerek duyan savaş alanındaki bir ordu gibi düşünmeye alıştıracaktır.”

Evet, meclisler, halkın devletin dehşet verici gücü karşısında yaşadığı özgüven kaybının panzehiri olacaktır. Meclisin en ilerici bileşenlerinin sürekli olarak yapacağı ikna, propaganda ve ajitasyon çalışmaları olsun, yaşam alanlarına yönelik miting ve gösteriler olsun, kitlelerin psikolojisinde köklü bir dönüşüm gerçekleştirebilir. Zamanla kitleler, iktidara talip olacak özgüveni kendilerinde bulabilecek, iktidarı devletin elinden söküp alabilecek hale gelecektir. 

Halk Meclisleri, sınıflı toplumun birey üzerinde yarattığı tahribatların giderilmesinin aracıdır. Öyle ki zaman içerisinde ortak ve birleşik bir ruh biçimlenebilir, duygular evrenselleşebilir, despotik devletin ve her türlü kapitalist-emperyalist saldırının karşısında halkların kader ve direniş birliği inşa edilebilir, toplumsal disiplin oluşturulabilir. Biliyoruz ki demokratik devrim temelde bir örgütlenme ve disiplin sorunudur. Bu açıdan meclisler bu sorunu çözücü bir görev üstlenebilir. 

Halk meclislerinin amacı bu iktidarı ele geçirmek ve devletin iktidarının karşısına halkın iktidarını tesis etmektir.  Halk meclislerinin en ileri bileşenleri, temelde iktidara eleştirel bakmak zorundadır. Mevcut iktidarın antitezi olmak için özel bir çaba sarf etmeli, iktidarın gerçekliğinin kendilerine egemen olmasına izin vermemelidirler. Bu bileşenler -yani sosyalistler- mevcut gerçekliğe egemen olmalı, meclislerde egemen iktidar anlayışının filizlenmesine izin vermemelidirler. Her türlü kariyerizm, rekabetçilik ve iktidar dayatmasına karşı uyanık olunmalı, “halkın çıkarları” perspektifinden uzaklaşılmamalıdır. 

Halk meclisleri, demokratik devletin küçük modelidir. Orada çeşitli sınıfların temsiliyeti olabilir. Dolayısıyla meclisler içerisinde sınıf savaşımı kaçınılmazdır. Meclis içerisindeki sosyalistlerin görevi, kimi zaman gizil, kimi zaman açık olarak yaşanan bu sınıf savaşımını başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin lehine çevirmektir.

Halk meclislerini etkisizleştirmek için burjuva düşüncenin çeşitli biçimleri liberal unsurlar tarafından meclise taşınacak, halkın devrimci öfkesine ket vurulmak istenecektir. Sosyalistler olarak bu unsurlarla kendimizden çok halkın hesaplaşmasını sağlamamız gerekir. Halkı kendi çıkarlarını savunacak düzeye getirmek halk meclislerinin en önemli pedagojik yönüdür. 

Sonuç

Devrim ve sosyalizm yolunda yürüdüğümüz uzun yolda günümüzde geldiğimiz nokta son derece karmaşık. Siyasal atmosferi son derece bulanık ve git gide derinleşen bir kaos söz konusu. Bu kaotik ortam bir yandan bölgede cereyan eden ve Türkiye’ye de sıçrayan hegemonya mücadelesinden kaynaklanıyor. Öte yandan emperyalizmin hegemonya krizine içeride rejimin krizi eşlik ediyor. Rejim yüz yıldır çözmediği demokrasi sorunu tarafından zorlanıyor. Türkiye’nin çarpık kapitalizminin yarattığı işsizlik ve ucuz işgücünün yanı sıra, kimlikleri inkâr edilen Kürtlerin ayaklanması ve inançları yok sayılan Alevilerin homurdanmaları, siyasal İslam’la yaşam koşulları daha da kötüleşen kadınlar ve ekolojik tahribata karşı örgütlenen halk kitleleri rejimi zorluyor. 

Bütün bu karmaşa içerisinde Türkiye sosyalist hareketi protesto politikasının ötesine geçememekte. Protesto politikası ve savunmacı pozisyon toplumsal yenilik politikasının yerine geçemez. Cüretkâr adımlar atarak küçük politika mekanizmaları yaratmanın ve adım adım halkçı bir iktidar yaratmanın gerekliliği ortada. Gezi isyanı, devletin acımasız politikaları altında ezilen halk kesimlerinin yeni arayışlarda olduğunun en büyük kanıtıydı. Güçsüzleştirilmiş, ezilmiş ve politika yapma yeteneği törpülenmiş halk yığınlarının yeniden güçlenmesi, yığından disiplinli yapılara dönüşmesi, zembereği boşanmış neoliberal devletin iktidarını sınırlayacak araçlar kurması için halk meclisleri önemli bir araçtır. 

Bugün üzerimize çöken karanlık alternatifsizlikten kaynaklanıyor. Halk kitleleri üzerindeki inançsızlığın üstesinden alternatif siyaset modelleriyle gelinebilir. Kısa vadede halk meclisleri, uzun vadede demokratik cumhuriyeti önümüze koyarak karanlığı yırtabiliriz. Bir adım ileri!