Hic Rhodus Hic Salta!* – Oğuzhan Kayserilioğlu

İçinde yaşayanların ayakta kalıp normal günlük düzenini sürdürmeye çalıştığı, ama her taraftan çıkıp gelen farklı gerilimler tarafından sürekli zorlandığı, başların dönüp nefes alış verişlerin gittikçe hızlandığı olağanüstü koşullarda yaşıyoruz.

Faklı odaklardan yola çıkan ve farklı ihtiyaçların sözcüsü olan politik güçler, bir kırılma olasılığı tarafından zorlanan hareketli ve değişken güç dengelerinde tutunarak inisiyatif kazanmaya çalışıyor.

Kaotik ortamın sürekli hareket halindeki karmaşık git-gelleri; evet, herkesi zorluyor ama aynı zamanda her güce kendisini geliştirebileceği olağanüstü fırsatlar da sunuyor. Güç, yaratıcı zeka, dayanıklılık ya da hamlecilik gibi kimi tutumlara diğer güçlerden daha fazla sahip olanlar, rakiplerinden daha fazla inisiyatif kazanıyorlar.

Böylesi yoğunlaşmış dönemler, içindeki siyasal ve toplumsal güçlere, tarihin akışını kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir yöne doğru “bükme” imkanını veriyor.

Nitekim, “Kader” Anadolu coğrafyasındaki bütün toplumsal güçlerin ve onların siyasal temsilcilerinin kapısını çalıyor ve “İşte sahne” diyor, “çıkın oynayın, oyunun sonrasında neler olacağı şimdi ve burada/2019’dan önce belli olacak, hata yapmayın ve beklemeyin, kaybedersiniz!”

Gelin görün ki, sahne uçurumlarla ve mayınlarla dolu, üstelik zemin sürekli sarsılıyor!

Bırakın sürekli, hızlı ve doğru hamleler yapabilmeyi, sıradan sayılabilecek basit hamlelerin bile normalde olduğundan çok zor yapılabildiği, hatta ayakta kalmanın marifet sayıldığı zamanlardayız.

Gerilimin hayatın bütün alanlarına yayılıp çeşitli biçimlere bürünerek çoğalması ve sertleşmesi, karmaşanın artması, nereden geldiği belli olmayan ani akışların önüne geleni sürükleyip götürme yönündeki zorlamaları, yükselip-alçalan ve o arada aniden yön değiştiren siyasal dalgalanmalar, toplumsal ve siyasal yaşamın akış hızının yüksek risk içeren bir noktaya ulaşmış olması gibi güncel gerçeklikler, en ufak bir inisiyatif alışa bile çok sayıda risk ve bedel yüklüyor.

Siyaset sahnesindeki bütün güçler, sarsılıp zorlanıyor.

Sadece iddialı ya da istekli olmak yetmiyor; güçlü, kararlı, esnek ve kapsayıcı, cüretli ama soğukkanlı olunmalı. Her an yenileri çıkıp gelen ve önündeki her gücü yıkıp tasfiye etmeyi hedefleyen zorlamalara karşı, sürekli hareket halinde var olarak yaratıcı hamlelerle cevap üretmek ve bir biçimde ayakta kalıp yola devam edebilmek gerekiyor.

Ortam; dağılma, geri durma, korkuya kapılıp kaçma ya da gereksizce ileri çıkma yönündeki panikçi eğilimleri doğurup besliyor. Her türden zayıflık ya da yetmezlik, anında yenilgili bedeller ödetiyor. Yakınanlar, ağlayıp sızlananlar, oflayıp-puflayanlar hemen sahnenin dışına itiliyorlar.

Tarihin şimdiki momenti, bütün toplumsal güçleri, şayet ayakta kalmak ya da hatta yaşayabilmek istiyorlarsa, kendi ihtiyaçlarını esas alan özel türden bir “özneleşme” yaşamaya zorluyor.

Halkın vazgeçilmez hakları

Anadolu’da, burjuva devrimi yarım kaldığı için bireyselleşme süreci çarpılmış, üstelik padişah-kul ilişkisinin derin tarihsel köklerinden güç alarak sürekli yeniden üretilen geleneksel biat kültürünün etkisi altında bir halk yaşıyor. Büyük çoğunluğuyla “kendisi” olmayı bilmeyen ya da bir biçimde yakaladığı “kendisi” olmaktan korkup dönüp yeniden “efendisine” sığınan veya özgürleşmenin bedelini ödemekten hemen “yorulup” pineklediği köşesine çekiliveren geniş yığınlar özgürleşeceği bir özneleşme sürecinde nasıl yer alacak?

İşte, tam da içinde yaşadığımız güncelliğin sarsıntıları, Anadolu halkını geçmişin köleleştirici bağlarından kopuşarak özgür irade sahibi olmaya ve kendi ihtiyaçlarına ölesiye sahip çıkmaya zorluyor. Bir adım gerisi uçurum, ayakta kalıp yaşayabilmek için özgürlüğe doğru hamle yapmaktan başka yol yok!

Geçmişin tortusu olarak taşınan ama günümüzde taşıyıcılarını güçsüzleştirerek yok oluşa sürükleyen toplumsal zaaflar, şimdiki somut gerçeklik tarafından sertçe sarsılıyor ve aşılmaları yönünde zorlanıyor. Anadolu’da yaşayan halk güçleri, şimdi ve burada, bireysel ve toplumsal düzeyde “kendisi” olmaya- kendisinin ve ihtiyaçlarının bilincine varıp savunmaya mecbur! Yoksa, her şeylerini kaybedecekleri bir kaosa doğru sürüklenecekler!

Peki, Gezi’de zaten tam da böyle bir yol açılmamış mıydı?

Halen de üstünde hareket edilen bu “Yol”, 7 Haziran’da devam etti, referandum sürecinde sürdü, herkes biliyor. Bu duraklar ya da aşamalar, birbirlerini doğurup güçlendiriyor. Öyle anlaşılıyor ki, tarihsel olarak ortak bir içerikle yüklüler ve yolda yürüdükçe söz konusu tarihsel içerik canlanıp ete kemiğe kavuşuyor, herkesçe görülebilecek bir güce kavuşuyor.

Şimdi ama, söz konusu tarihsel “Yolun” günümüzün koşullarında da sürebilmesi için, önünde biriken güncel engelleri aşmaya yetecek güçte ve cüretli bir hamleye ihtiyacı var.

İlkin, halk güçlerinin üstünde bilinçli ya da bilinçsizce hareket ettiği “Yolun” bir halkçı özgürleşme süreci olarak netleşebilmesi için, başka güçlerin hedeflerinden kopuşması ve cüret ederek kendi ihtiyaçlarını esas alan bir hedefi ufkuna yerleştirmesi gerekiyor.

İkincisi, “Yol” sadece “saldırılara karşı direniş” zemininde hareket ederse, sıkışıp yönsüz kalarak tıkanacak! Şimdi, “Yolun” içeriği tarafından belirlenen hedefinin herkesçe görülebilecek biçimde netçe aydınlatılıp parlatılması gerekiyor.

Peki, günümüzde tarihsel bir önem kazanan “hedef”, kendisini nasıl var edecek?

Hedef, bütün halk güçlerinin ortaklaşabileceği ve kazanma umudu taşıyabileceği bir içerik taşımalı.

Hedef, keyfi olarak ya da “akıl ve söz oyunlarıyla” yapılacak bir siyasal seçim değil, somut-tarihsel toplumsal ilişkilerin içinden belirlenerek çıkıp gelen bir gerçeklik olarak kendisini var etmelidir.

Hedef, yolda yüründükçe kendisini güçlendirip açığa çıkararak var eden bir somut-tarihsel toplumsal gerçeklikle/içerikle yüklü olmalı.

Hedef, geçmişte “strateji tartışmalarının” konusuyken ve toplumsal gerçekliğin içinde gizli olan bir “olasılık” olarak tespit edilip gösterilirken, şimdi özellikle Gezi ve sonrasında yürünen “Yolda” somut-tarihsel bir “olgusallaşma” sürecini yaşayarak kendisini var edip güçlendiren bir özel toplumsal gerçekliktir.

O, eskiden toplumsal gerçekliğin içinde var olan bir potansiyel enerjinin-bir olasılığın, şimdi yaşadığımız kaotik ortamın zorlamalarıyla kinetik enerjiye dönüşüp olgusallaşması olarak kendisini gerçekleştirecektir.

Yol ayrımı

Önümüzde bir yol ayrımı duruyor; herkesin görebileceği netlikteki bir tarihsel kavşağın hemen önündeyiz. O kavşak, önünde bekleyenlere farklı olasılıklar/yollar sunuyor. Hangi yola girileceğine şimdi karar verilecek

Halk güçleri, hemen önümüzde duran ve egemen tarafından içine girmeye zorlandığımız kaos olasılığının/yolunun yakıcı alevleri içinde yok olmayıp ayakta kalabilmek için, “efendiye sığınma” veya “şefaat dilenme” ya da “ihsan buyrulup lütfedilerek uygun görülenle yetinme” alışkanlıklarından kopuşmak zorunda.

Evet, tarihin şimdiki anında ayakta kalabilmek için, başka güçlerin kendi ihtiyaçları üzerinden belirlediği hedeflerden kopuşmak gerekiyor.

Şimdi, kendi ihtiyaçlarının belirlediği kendi hedefine doğru hamle yapmayı, başka bir güce dayanmadan “kendisi” olarak yalnız başına durmayı göze almayla başlayan bir inşa süreci içinde, özgür bir kuş gibi zirvelere doğru yükselmeyi göze almak gerekiyor. Kavşaktaki kaos yoluna değil, halkçı-özgürlükçü ve demokratik olasılığa/yola girilmeli.

Başka güçlerin etkisi altında kalıp onların peşine takılanlar ya da “kendisi” olmakta ikirciklenenler, ezilip kaybedecekler! Kaotik zamanlar içindeki güçlere ikircik geçirme, kolaya kaçma, durumu idare etme gibi ucuz ve zavallı tutumları yasaklıyor. Tabii ki, şayet ayakta kalıp özgürce yaşamak istiyorlarsa!

Şimdi, bütün toplumsal güçlerin, hemen hiç vakit geçirmeden kendi ihtiyaçlarını tavizsizce dillendirmeleri ve peşine düşmelerinin tam zamanıdır.

Nasıl mı?

Despotik siyasal düzenin baskısı altında ezilen etnik ve inanç kimliklerinin, günümüzde saldırganlığını vahşilik düzeyine sıçratan erkek egemenliğine karşı kadınların, sermayenin neoliberal çapulculuğuyla bütün sosyal hakları ellerinden alınan, daha ucuza daha fazla ve daha yoğun çalışmaya zorlanan işçilerin ve işsizlerin, gerici eğitimle bilinçleri köleleştirilerek teslim alınmaya çalışılan gençlerin, yaşama hakkına saldıran ekolojik yıkım politikalarına karşı herkesin, kendi güncel ihtiyaçlarını kararlı ve cüretli hamlelerle savunması gerekiyor.

Her semt, her işyeri, okullar, köyler, hatta evler direniş ocağına dönüştürülebilir. Ağır saldırı altında olan ve tümüyle yok olacağı bir kaos ortamına doğru sürüklenen halkın, yaşama hakkını ve güncel ihtiyaçlarını savunması meşru ve zorunludur.

İşte, sürecin bir yönünde, birey düzeyinden, sınıfsal var oluşa ve etnik, inanç ve cinsel kimliğini özgürce yaşama hakkına dek, her toplumsal düzeyde yürütülecek mücadeleler üzerinden bilinçli ve özgün özneleşmeler sağlanabilmelidir. Kendini önemseyen, kendi hakkına ve ihtiyaçlarına sahip çıkan bütün halk güçleri, günümüzün kaotik ortamından mümkün olan en yüksek kazançlarla çıkabilmenin altın anahtarını eline geçirmiş olacaktır.

Aynı sürecin bakışımlı ilerleyen diğer yanında ise, ortaklaşmış bir halkçı, demokratik ve özgürlükçü özneleşmenin bilinçlice inşa edilmesi gerekiyor.

Evet, farklı ihtiyaçlar için hayatın her alanını mücadele mekânına dönüştüren halk güçlerinin, mücadeleyi zenginleştiren ve toplumsal yaşamın tümüne yayan farklılıklarının bir dağılışa yol açmaması için, aynı zamanda ortak bir hedefte buluşabilmesi gerekiyor.

İşte, o momentte, keyfi bir seçim değil ama bir somut-tarihsel gerçeklik/belirlenim olarak kendisini var eden hedef, herkesin güncel ve ortaklaşmış ihtiyaçlarının anayasal güvencesini sağlayacak olan bir demokratik cumhuriyetin inşasıdır!

Demokratik cumhuriyetin inşa süreci, en temel insani ihtiyaçlara odaklanan farklı halk güçlerinin güncel mücadelelerinde somutlaşan özneleşme çabalarıyla ve ortaklaşan halk güçlerinin özgürlükçü- demokratik hamlesiyle kendisini gerçekleştirecektir. Süreç, tarihsel derinliğe sahip işçi sınıfının bağımsız-devrimci özneleşmesiyle adeta bir sarmaşık gibi iç içe geçebildiği oranda halkın özgürleşme sürecini ilerletebilecek ve emekten yana sonuçlar alabilecektir. Demokratik cumhuriyetin sosyal bir içeriğe kavuşması da, ancak böylesi bir sürecin içinde slogan olmaktan çıkarak somut bir gerçekliğe dönüşebilir.

06.09.2017

* “Hic Rhodus Hic Salta”, Latince bir deyim: “Şimdi zamanın geldi” ya da “İşte Hendek İşte Deve” veya “Halep Oradaysa Arşın Burada” anlamında kullanılır.

Marx, “Hic Rhadus Hic Salta” deyimini, Kapital’de ve “Luis Bonaparte’ın 18. Brumaieri” broşüründe kullanır.

Madem adı geçti, “…18. Brumiere..” den iki paragraf aktaralım:

İlk alıntı, geçmişte egemenlerin hegemonik ideolojilerinden epeyce etkilenerek oluşturdukları “bulanık” bilinci günümüzde hala sürdürerek, şimdiki tarihsel yol ayrımında bile ısrarla sermaye ve devletin farklı fraksiyonlarının etki alanında konumlanıp halk güçlerinin kafasını bulandıran “ulusalcı” ve “liberal” sol güçlerin kulağına küpe olsun!

“19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını, geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. 19. yüzyılın devrimi, geçmişin bütün hurafelerinden kendisini sıyırmadan, kendisiyle harekete geçemez. Daha önceki devrimlerin kendi öz içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinmeleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise, kendi öz içeriğine ulaşmak için ölüleri, kendi ölülerini gömmeye terk etmek zorundadır. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”

İkinci alıntı ise, “hepimizin” kulağına küpe olsun!

“… Proletarya devrimleri, … … durmadan kendi kendilerini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar, yeni baştan başlamak üzere, daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler, kendi ilk girişimlerinin kararsızlıkları ile, zaafları ile ve zavallılığı ile alay ederler, hasımlarını, salt, topraktan yeniden güç almasına ve yeniden korkunç bir güçle karşılarına dikilmesine meydan vermek için yere serermiş gibi görünürler, kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında boyuna, daima yeniden gerilerler, ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar:

Hic Rhodus, hic salta!

Gül burada, burada raks etmelisin!”