Deprem öldürmez kapitalizm öldürür – Zeki Öztürk

Tarih sahnesine, insanları şehirlerde kitleler hâlinde yaşamaya başlatarak çıkan medeniyet; bazen düşe kalka bazen sıçraya sıçraya İ.S. 2019 yılına kadar gelebildi. Afetler ve özellikle depremler, bu zamana kadar şehirleri sayısız kere test etti, yeniden inşa edilmesini sağladı.

Kapitalizm ise medeniyete hâkim olduğu kabaca son 200 yılda depremi bir tür yeniden-ilkel birikim fırsatı olarak değerlendiriyor. Proletaryanın birikmiş emeğiyle yükselen kentleri, inşaatçılar ve devlet sınıfları normal zamanlarda olduğu gibi, depremlerle de yıkıp yeniden inşa etmek için fırsat kolluyor.

Sermaye ve kentler

Neoliberal çağda kentleri kabaca, sanayisizleştirilmiş toplu konut ve finans alanları olarak tanımlayabiliriz. Sanayi işçileri her gün servislerle kent dışındaki organize sanayi bölgelerine alınır, kentten soyut bir alanda emek güçleri sömürülür ve bir sonraki güne dinlenmek üzere geri bırakılır. Kentler, büyük bir inşaat, finans ve hizmet mekânı olarak tasarlanır.

Bu mekânda yaşamaya çalışan proletaryanın en büyük gider kalemlerinden biri ödediği kira ya da ev kredisidir. Evi kendisine ait olan işçiler sınıf içinde şanslı bir grubu oluşturur.

İnşaat burjuvazisi açısından ise konut talebini sürekli tutmak hayati önem arz eder. Zira konut talebinin nüfus artış hızından çok daha yüksek olması gerekir ki kâr oranları düşmesin. Sermaye açısından bu noktada iki sorun vardır:

  1. Barınma ihtiyacı, örneğin gıda ihtiyacı gibi sürekli satın alınmaz. İhtiyaç, bir kere giderildi mi uzun süre için yeterlidir.
  2. Mekân, sonsuz değildir.

Burjuvazi, bu iki sorunu, talep arttırma çalışmalarının yanında mekân arttırarak (enine ve dikine) çözmeye çalışmakta. Şehirler m² hesabıyla yayılırken, m³ hesabıyla da büyümekte. Ama tabi ki bunun da bir sınırı var ve biz bu sınırı çoktan aştık. Ekolojik kriz, kent hakkı sorunları gibi tartışmalar başka yazıların konusu.

Allah’ın lütfu: Deprem

Depremler, savaşlar gibi şehirleri yıkar. Çok sayıda hasarlı bina da kullanılamaz hâle gelir. Yani üzerine enine ve dikine inşaat yapılacak alanlar açılır. Bu alanlarda konutların yanında yollar, okullar, hastaneler yeniden yapılır. Yıllarca sürecek bu inşaatlar için halktan vergiler toplanır, para birkaç müteahhidin eline sayılır. Evleri yıkılanlar başlarını sokabilecekleri yeni evlere geçmek için onlarca yıl sürecek kredilere katlanmak zorunda kalırlar.

1999 depremlerinden sonra Düzce-İstanbul hattındaki yeniden inşa süreci; sermaye için muazzam bir kâr alanına dönüşürken, sermaye parantezi dışında kalanlar için ise daha az ücret için daha çok çalışma ve güvencesizlik getirdi. Şimdiki büyük inşaat burjuvazisinin temellerinin 1999 depremlerinden sonra atılması bir tesadüf değil.

Peki devlet, bütün bu “şehir savaşı”nın neresinde konumlanıyor?

Vurgunlarla birikiminin devamını garanti altına almaya çalışan Türkiye Burjuvazisi için devlet, inşaat sektöründe bir kasıtlı körlük taktiği uygulamakta. Burnumuzun dibindeki akaryakıt istasyonlarının ruhsat süreçleri, yoksul halkı kentsel dönüşümle kent dışına itme, imar afları gibi uygulamalar devletin kendi kurallarına uymamasıyla hayata geçiriliyor. İstanbul/Kartal’da çöken binanın son 3 katı imar affıyla yasallaşmıştı. Ve sadece İstanbul’da bu binaya benzer an az 100.000 binanın olduğu tahmin ediliyor.

Peki ya arama-kurtarma faaliyetleri? AFAD’ın kaç müdahaleci personeli var?

Depremden hemen sonra gerçekleşecek olan yangınlara, patlamalara, tecavüzlere, çocuk kaçırmalarına, organ mafyasına karşı kim ne yapıyor?

Son depremden sonra geleneksel medyada gördüğümüz tek şey tekil olarak üzerimize düşen görevler:

Deprem çantası hazırlamak, eşyalarımızı sabitlemek, panik yapmamak. İstediğimiz kadar deprem çantası hazırlayalım, dibimizdeki akaryakıt istasyonunun patlamayacağını garanti edebiliyor muyuz?

Deprem öncesi ve sonrası ne yapmalı sorusunun cevabını ararken, sadece tek tek bireylere düşen görevlerin öne çıkarılması ancak devletin, belediyelerin ve inşaat burjuvazisinin sorumluluklarının üzerinin örtülmesini kolaylaştıracaktır.

Neler yapabiliriz?

Felaket kapitalizminin mantıksal döngüsünü ve tarihsel olarak dünya ölçeğinde yaşanan felaketleri kapitalizmin fırsata çevirme pratiklerini düşününce, devlet ve sermaye ikilisinden depreme çare olmasını beklemek abesle iştigal olacaktır.

O yüzden çareyi kendimizde ve halkın örgütlü ağlarında aramak gerek.

İlk elden her mahallede acil önlem ve eylem planları gündemiyle örgütlenerek, yerel yönetimlerden semtlere, mahallelere has taleplerde bulunabilir.

Binalarımızın sağlamlılığını kontrol ettirmek, afet istasyonları kurdurmak, toplanma alanlarını genişletmek, riskli yapılar (benzin istasyonu, kimyasal madde depoları vb.) varsa mahalleden uzaklaştırmak gibi başlangıç adımları atılabilir.

Daha uzun vadede ise mahalle örgütlenmeleri, depremden hemen sonrası için güvenlik alma, acil ihtiyaçların karşılanması, arama kurtarma eğitimleri alma gibi daha aktif süreçlerin içine girebilir.