Şirketleşen sendikalar ve patronları – Emrah Arıkuşu

Sendikalar ilk olarak 19. yüzyılda işçilerin birleşik mücadele örgütleri olarak ortaya çıktılar.

Bu ortaya çıkış sürecinde birlikte hareket etme, ortak çıkarları savunma, dayanışma ve kardeşlik temel sloganlar oldu.

İşçilerin mücadele ederek sermaye sınıfına zorla kabul ettirdiği sendikalar bugün de işçilerin en önemli araçlarından birisi.  İşçileri sermaye sınıfının saldırılarından korumak, işçilerin haklarını genişletmek ve bu hakların anayasal güvence altına alınmasını sağlamak sendikaların temel işlevidir. Ancak sermaye her şeyin içini boşalttığı gibi sendikaların da içini boşaltarak kendi güdümüne sokmayı beceriyor. Buna çanak tutan sendikacılar da günden güne artıyor.

Patron sendikacılığından sendika “patron”luğuna

Son zamanlarda sendikacıların işbirlikçiliğin de ötesinde davranışlarını daha yakından görür olduk. Sendikacılar mücadeleleri ile değil maaşlarıyla ve lüks harcamalarıyla anılıyor. İşbirlikçi, gangster ve sarı sendikacılıkta ulaşılan seviye sendika patronluğuna vardı.

Memur-Sen Konfederasyonu Başkanvekili ve Sağlık Sendikası Genel Başkanı Semih Durmuş 17 bin 340 lira olan maaşını 26 bin 94 liraya yükseltti. Ayrıca kendisine 800 bin liraya Audi A6 makam aracı da aldı.  Ayrıca 6 yönetim kurulu üyesine 230 bin liraya 6 adet Passat marka araç satın alındı.

Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Özçelik-İş Sendikası Başkanı Yunus Değirmenci ise 1,8 milyon lira değerinde süper lüks makam aracı aldı. Maaşının ise adeta bir şirketin CEO’su gibi 30 ile 50 bin lira arasında olduğu belirtiliyor.

Başka sendikalarda da durumun bundan farklı olmadığını biliyoruz.

Patronlardan farksız, yüksek kazanç, lüks ve şatafat içinde yaşayan bir sendikacılar güruhu oluşmuş durumda. Patronlarla oturup kalktıkça ve kaynaştıkça işçiliklerini unutarak kendileri de patronlaştılar. Patronlar işyerlerinde işçileri sömürürken bu sendikacılar güruhu da sendikalarda işçilerin kanını emiyor.

Devletin fideliğinde sendikacılık

Bu durumun siyasal anlamı ise sermaye iktidarının devlet aygıtı üzerinden sendikalara müdahalesi ile anlaşılabilir. Bu müdahale özellikle devlet eliyle üye sayıları semirtilen, şişirilen HAK-İŞ, TÜRK-İŞ ile doğrudan yapılmakta. Üye sayısı demek aidat almak ve şirketlerde olduğu gibi kazanç demek.

Bu durum sadece dışarıdan müdahale ile açıklanamaz. İşçi mücadelesinin ufkunun ekonomik temelde sendikal mücadeleye indirgenmiş olması, sermayeye ve sermaye devletine karşı bir mücadele şekillenmiyor olması, sınıfın öncülerinin yetişerek sendikalarda yer almaması sendikaların ve sendikacıların bu hallerinin esas nedenidir.

İşçiler ne yapabilir?

Sendikacılar işlerine karışan ve hesap soran birileri olmadığı sürece bu anlayıştan vazgeçmeyeceklerdir. İşçilerin masaya yumruğu vurması ve sendikalarına sahip çıkmaları, denetimi ve yönetimi ele alması gerekiyor.

Ayrıca sendikaların dışında da bir mücadele anlayışına sahip olmak sermayeyi karşısına alacak şekilde kapitalist düzeni yıkmak için mücadele ederek farklı mücadele araçlarını kullanmak işçilerin önünü açacaktır.

Son zamanda yaşanan direnişler de bunun en iyi göstergesidir.