TÖP: Ölen hep biziz, buna mecbur değiliz!

Deprem değil yoksulluk öldürüyor. Depremler dünyanın her yerinde oluyor, lakin hep yoksullar ölüyor. Son Elazığ depreminde yine olan yoksullara oldu. Yönetenler, her zamanki taktiklerini ortaya atıyorlar: Deprem kaçınılmaz bir doğa olayı, yapacak bir şey yok.
Durumun öyle olmadığını çok iyi biliyoruz.

Yönetenlerin gizlemeye çalıştıkları bir şey var. O da deprem öncesi sorumlulukları. Kamu kaynakları son Kızılay skandalında da gördüğümüz gibi depremlere önlem almak için değil, paraları vakıflarına peşkeş çekmek için kullanıyorlar. Büyük yoksul kesimler, her türlü kaynaktan mahrum, kriz koşullarıyla mücadele etmeye çalışırken, onlar servetlerine servet katıyorlar.

Biliyoruz ki deprem tek başına öldürmez. Depremler yoksulluk ve imkânsızlıklarla birleştiği zaman ölümcül hale geliyor. Elazığ ve Malatya’da yaşadığımız şey nitekim bu oldu.

Yıllardır bizlerden toplanan deprem vergilerinin depreme karşı önlem olarak kullanmak zorunda olmadıklarını yüzsüzce çıkıp anlatıyorlar. Halkın kaynakları ve iyi niyetli dayanışma duygularıyla yaptığı yardımlarla oluşturulan Kızılay bütçesinin felaketlere karşı değil, vurguncuların rantçıların cebine gittiğini bizzat kendileri söylediler. Ve üstelik söylediklerine göre bunu defalarca yapmışlar.


Yalnızca deprem öldürmüyor

Fabrikada, atölyede, madende, inşaatta…

Her gün en az iki işçi patronlarının servetlerine servet katmak için, yüksek çalışma saatleri ve düşük ücretler koşullarında çalışırken iş cinayetlerine kurban gidiyor.
Ve intiharlar… Yoksullar, çaresiz kaldıkları ve çıkışsız hissettikleri kriz koşullarında, yaşam koşullarının dayanılmazlığı karşısında intihara sürükleniyorlar. Neoliberal kapitalist dünya büyük bir nüfusa yoksulluk ve ölüm dışında bir şey vaat etmiyor. Kapitalist dünya yarattığı yoksul yığınları kaderleriyle baş başa bırakıyor. Büyük miktarda bir nüfus artık kamu üyesi ya da hak sahibi olarak değil, nüfus fazlası, “sosyal atık” olarak görülüyor. Bu “sosyal atıklar” sermayenin üretim, rekabet, ucuz işgücü gibi süreçlerinde bir yere sahip olmadıkları yatırım yapılacak ya da kamusal kaynak aktarılacak kişiler değiller onlara göre.
Bizleri yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılayacak kapasitede olmadığımıza ve kişisel yetersizliklerimizden dolayı yoksul kaldığımıza inandırmaya çalışıyorlar.

Onların vurgun ve talan düzenlerinin hiçbir suçu yok. Bizlerin sırtından elde ettikleri milyonları çıkıp TV kanallarında açıkça nasıl iç ettiklerini açıklamaktan çekinmeyecek kadar pervasızlaşmışlar. Ve güçlerini sessizliğimizden alıyorlar.
Deprem, iş cinayeti, intiharlar… Milyonlarca işçiye, emekçiye, yoksula reva gördükleri “son” bu. Bizlere “ölüm” veya “yaşarken ölüm” dışında bir şey vaat etmeyen bu düzene mecbur değiliz.
Kaynakların biz milyonların yaşamlarını iyileştirecek, bizlere asgari düzeyde insanca bir yaşam sunacak şekilde kullanıldığı, bu kaynakların şeffaf bir şekilde halk güçleri tarafından yönetildikleri bir siyasal düzen için mücadelemizi yükseltelim. Demokratik cumhuriyet bunu sağlayacak olan düzenin adıdır. Demokratik cumhuriyet için mücadeleye.