TÖP: İnşa Edilmekte Olan Faşist Rejim Halk Nezdinde Kabul Görmüyor

İktidar koalisyonu, faşist bir rejimin inşası için üst üste adımlar atıyor. Kurgulanan rejimin inşa çalışmalarında tüm devlet kurumlarını dönüştürerek buraları teslim alma süreci yürütülüyor. Bu süreç büyük ölçüde tamamlanmış olsa da rejime uygun yeni kurumlar henüz inşa edilebilmiş değil. Devletin en önemli kurumlarından biri olan Anayasa Mahkemesi ile ilgili tartışmalar bu çerçevede yürütülüyor.

Süleyman Soylu’nun Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı hedef alan açıklamalarından sonra Devlet Bahçeli’nin “Anayasa Mahkemesi yeni hükümet sistemine uygun şekilde yeniden yapılandırılmalıdır” açıklaması ve Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi ile ilgili düzenlemenin parlamentonun işi olduğunu söylemesi, bu adımı atma konusunda iktidar koalisyonu içinde birbirini tamamlayan bir tutum olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Yakın zamanda Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu davasıyla ilgili verdiği kararın İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tanınmaması ve sonrasında ceza mahkemesi hâkimi ile ilgili herhangi bir yasal işlem yapılmaması, fiili olarak Anayasa Mahkemesi’nin ilga edilmesi demek.

Yeni rejimin fiili olarak her şeye yetkili hâkimleri ve savcıları dönemini yaşıyoruz. Bu hâkim ve savcılar, iktidar tarafından siyaseten verilen kararların uygulayıcıları olarak öne çıkıyorlar.
Bu süreçte Anayasa Mahkemesi üyesinin attığı “Işıklar yanıyor” tweeti sonrası ortaya atılan darbe tartışmaları, aslında iktidar koalisyonunun Anayasa Mahkemesine yönelik yaptığı darbeyi görünmez kılan bir durum yarattı.

Gelinen noktada iktidar koalisyonunun, büyük ölçüde kendisiyle uyumlu hale getirdiği Anayasa Mahkemesi’ni bile hedef tahtasına oturtacak kadar sıkıştığını görebiliyoruz. İktidar koalisyonuna içini boşalttığı kurumlar, kendi çıkardığı yasalar bile dar geliyor. İnşa edilen rejim o kadar hassas dengeler üzerinden ilerliyor ki ufak bir pürüz bile problem yaratabiliyor.

İşçi sınıfı mücadeleye devam ediyor

İnşa edilen yeni rejimin emek düşmanı karakteri her fırsatta gözler önüne serilirken, derinleşen ekonomik kriz koşullarında işçi sınıfı açlığa, yoksulluğa, sefalete ve hatta ölüme mahkûm ediliyor. Türk Lirası’nın dolar karşısındaki değer kaybı sürdükçe, maaşlarını TL ile alanların daha da yoksullaşmasına, alım gücünün giderek düşmesine yol açıyor. Zengin ve yoksul arasındaki uçurum da hızla derinleşiyor. İktidar koalisyonu ise kendi yarattığı bu tabloya “askıda ekmek” ya da “keyif çayı fırlatmak” ile cevap veriyor.

İşçi sınıfı tüm bunların içinde kendisine dayatılan zor politikalarına rağmen direnmeye devam ediyor.

Soma ve Ermenek maden işçileri Bağımsız Maden-İş öncülüğünde ’’Kölelik değil eşitlik istiyoruz!’’ diyerek 12 Ekim’de Ankara’ya yürüyüşe geçtiği sırada Ermenekli işçiler jandarma saldırısıyla, Somalı işçiler ise abluka ile karşılaşmıştı. İş güvenliğinin sağlanması ve ödenmeyen alacaklarının ödenmesi için 2 aydır direnişte olan maden işçileri, son olarak talepleri 26 Ekim’e kadar karşılanmazsa Ankara’ya yürüyüşe geçeceklerini duyurdu.

Adana ve Mersin’de Türk İş’e bağlı Petrol-İş’in, Toplu İş Sözleşmesi süreci tıkandığı için 14 Eylül’de Soda Sanayi A.Ş.’de aldığı grev kararı Erdoğan tarafından “Genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğü” gerekçesi ile ertelendi.

İktidar koalisyonu, sermayenin krizden çıkışı için ihtiyaç duyduğu sömürüyü derinleştirme konusunda elindeki tüm gücü kullanıyor.

Dörtlü fotoğraf, açık bir gözdağı

İktidarın yönetemediği pandemi süreci, uzun süredir devam eden ekonomik kriz, işçi, kadın, ekoloji düşmanı politikalar, işsizlik, iflas eden işletmeler gibi onlarca başlığın halk nezdinde yarattığı öfke ve güvensizlik faşist bir rejim inşası için gerekli olan hegemonyanın kurulmasını oldukça güçleştiriyor.

Azerbaycan – Ermenistan savaşında alınan rol, Kuzey Kıbrıs’ta Maraş’ın kısmen açılması gibi dış politika hamleleriyle ülke içinde yaratılmak istenen faşist konsolidasyon belli oranda başarılı olsa da derinleşen kriz koşulları bu durumu sekteye uğratıyor.

İktidar, toplum üzerinde tesis edemediği hegemonyanın yarattığı boşluğu; gerginliği sürekli tırmandırarak ve çıplak güç uygulayarak doldurmaya çalışıyor. Rejimin üzerinde durduğu hassas dengeler içinde iktidarın geri adım atması çok zor.

Bu aşamada emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Albay Korkut Eken, organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ve eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın birlikte verdiği fotoğraf; halk için 90’lı yılların cinayetlerini hatırlatacak bir gözdağı niteliği taşırken aynı zamanda kendi içlerine de bir mesajdı.

Her eyleme pandemi gerekçe gösterilerek müdahale edildiği halde cihatçıların eylem ve etkinliklerinin serbest bırakılması da yeni rejimin nasıl bir temele oturtulmak istendiğinin açık bir göstergesi.

Toplumsal muhalefet, pasif direniş, sol odak

Toplumsal muhalefet, iktidarın dayattığı yeni rejime onay vermediğini sosyal medyada, sokak röportajlarında, çekilen videolarda, devlet yetkililerine gösterilen tepkilerde her an hatırlatıyor. İktidar partisinin gençlik kollarının hazırladığı videoya karşı verilen tepkiler halkın hiçbir şeyi unutmadığını, aksine, hesap sormak için fırsat kolladığını işaret ediyor. Halk öfkesini yalnızca sosyal medyada da göstermiyor. Bulduğu her fırsatta sokağı da kullanıp, sesini burada da yükseltiyor. Bu öfke henüz örgütsüz ve cılız da olsa, birikiyor.

Toplumsal kesimlerden yükselen bu öfke örgütlendiği takdirde yepyeni olanakların kapısını aralayacaktır.

Bu bağlamda yeni dönemin en yakıcı gerekliliği, toplumsal muhalefetin örgütlülüğünü sağlayabilecek, halkın taleplerinin sözcülüğünü üstlenebilecek güçlü bir sol odaktır.