Yüzünüzü Çocuklara Dönün – Hatice Göz

Çocuklar, toplumun parçası olan bireylerdir. Kendi kararları, tercih ve yönelimleri, zevkleri vardır. Onların, yaş itibariyle daha küçük olmaları, çocukları güçsüz ya da edilgen yapmaz. Aksine, çocukluk çağı, her insanın geçirdiği özel, potansiyeli olan ve görece uzun da bir dönemdir. Ancak her insanın çocukluğu geçiriyor oluşu, bütün çocukları aynı kılmaz. Çocukluk homojen bir yapı değildir. Evrensel bir çocuk yoktur. Her çocuk farklıdır, her çocuk özeldir, kendine özgüdür. Tıpkı her insan gibi.

Çocuklar da içinde yaşadıkları toplumda meydana gelen olaylardan etkilenirler. Savaşlar, ekonomik kriz, yoksulluk, deprem vb olaylar yetişkinleri olduğu kadar çocukları da etkiler. Buralardan etkilenme oranı ve çocukluğunun ne kadar süreceği ise içine doğduğu sınıfsal konuma göre değişir. İşçi sınıfından bir aileye doğmuş bir çocuk çok hızlı büyüyüp çalışmak zorunda kalırken; varlıklı bir ailenin çocuğu uzun yıllar çocukluğu yaşar. Ama her biçimde, hangi sınıftan olursa olsun, çocuklar sadece çocuk oldukları için ezilir, yok sayılır, edilgenleştirilir ve birey olarak görülmezler.

Çarpık çocuk algısının yansıması olan bu bakış, çocukla yetişkin arasındaki hiyerarşik ilişkiyi derinleştirir. Oysa çocukların da, sadece çocuk oldukları özel bir dönemde olup kimi desteklere ihtiyaç duydukları için korunması gereken hakları vardır. Çocuklar ancak, hakları korunduğu, onlara saygı duyulduğu ve birey olarak kabul edildikleri zaman mutlu ve özgür bir çocukluk geçirebilirler.

Çocuğun hakkı çocuğa

20 Kasım, Çocuk Hakları Günü.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi 31 yıldır yürürlükte. Dünyada en fazla devlet tarafından imzalanan sözleşme. Sözleşme, tüm dünyada 18 yaşın altındaki her bireyi çocuk olarak tanımlıyor. Bu bir yandan şöyle önemli bir şeyi açığa çıkarıyor: Çocuklar söz konusu olduğunda, en genel çerçevede ortak paydada buluşulabiliyor. Öbür yandan bu sözleşme ön açıcı niteliği ve temel dayanak olması noktasında oldukça kıymetli; çocuk hakları savunusunda yaslanılacak nitelikte bir sözleşme.

Bütün maddelerini tek tek tartışmak zor ama öne çıkarmamız gereken dört temel ilkesi şöyle: Çocuğu etkileyen tüm faaliyetlerde “çocuğun yüksek yararı” gözetilir. Dil, din, ırk, cinsel kimlik gibi değişkenlerden dolayı çocuklar arasında “ayrım” yapılamaz. Sözleşmeye taraf devletler her çocuğun temel “yaşama hakkı”na sahip olduğunu kabul eder ve çocuğun hayatta kalması ve “gelişme”si için mümkün olan azami çabayı gösterir. Ve son olarak, sözleşme, her çocuğun kendini ifade etme, fikrini belirtme ve katılma hakkını tanır.

Bu temel ilkelerin yanında, çocuğun istismar ve şiddetten korunması, çatışma ortamlarında güvende olmaları, eğitim ve sağlık hakları, kültürel ve sosyal aktivitelerde bulunma hakkı gibi hakları da tanır ve bunların hayata geçirilip geliştirilmesi noktasında devletleri yükümlü kılar ama yaptırım uygulayamaz.

Ancak elbette bu sözleşme tek başına yeterli değil. Bugün, dünyadaki ekonomik kriz, afetler ve savaşlardan en fazla etkilenen nüfusu çocuklar oluşturuyor. Var olan ekonomik sistem ve devletlerin, çocuk algı ve politikaları, çocuk haklarının korunmasında en önemli engel olarak karşımızda duruyor.

Türkiye, çocuk haklarının korunması noktasında karnesi oldukça kötü bir ülke. Bırakılım çocuk haklarının dillendirilip, uygulanmasını; çocuklar için yaşam giderek daha da zorlaşıyor ülkede. Çocuk karşı fiziksel ya da psikolojik şiddetten istismara, çocuk işçiliğinden çocuk evliliklerine… Türkiye, çocuklar için neredeyse bir “cehennem” dersek abartmış olmayız. Ayrıca Türkiye’nin, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ana dil, azınlık ve etnik köken tanımlamaları geçen 17, 29 ve 30. maddelere çekince koyduğunun da altını çizmek gerekir.

Bütün bunların içerisinde çocukların haklarının olduğunu dillendirmek, bunlara dair farkındalığı arttırıp korunmalarını sağlamak önemli. Çocukların uğradığı hak ihlallerine karşı ses çıkarmak, yetişkinler olarak sürekli “burada çocuğun yararı ne” diye düşünmek de bir o kadar önemli. Çocukların haklarının hepsini bütünlüklü olarak ele almak ve toplumsal bir dönüşümün içerisinde çocuk haklarının da hayat bulmasını sağlamak gerekiyor. Bütünlüklü bir çocuk politikası, çocukların haklarını korurken aynı zamanda onların özgür ve eşit biçimde çocukluklarını yaşamalarını da sağlayacaktır.

Çünkü çocuğun hakkı çocuğundur. Yüzümüzü çocuklara döndüğümüz ölçüde bu mümkün olacaktır.

Eğitim Çocuklardan Uzak

Pandeminin geldiği durum oldukça kaygı verici. Salgın yönetilemiyor.

Gelinen noktada okullar Eylül ayı sonu itibariyle kademe kademe açıldı. Açıldı açılmasına ama eğitime erişim ne düzeyde, nitelikli bir eğitim ortamı sağlanabiliyor mu, çocuklar uzaktan eğitime, EBA’ya hangi oranda ulaşabiliyorlar gibi soruların hiçbirinin yanıtı yok. Bakanlık en başından beri süreci alandaki sendikalar ve uzmanlardan ayrı yürütüyor. Şeffaf bilgiler verilmiyor, açıklamalar oldukça yüzeysel, plansızlık hâkim ve sanki her şey sorunsuz ilerliyormuş gibi bir algı yaratılıyor.

Oysa pandemi koşullarında eğitim, hiç de olumlu bir tablo sunmuyor.

Sorumluluk velilere yükleniyor

Bakanlığın yüz yüze eğitimle ilgili yaptığı açıklamalarda önemli bir nokta var: Okula gönderip göndermeme “tercihi”nin veliye bırakılması. Bu kabul edilebilir değil. Çünkü çocuğun eğitimi tercihe bırakılamayacak bir haktır. Devletin yapması gereken, tüm önlemleri alıp tüm çocukların eğitime eşit erişimini sağlamaktır. Aynı şekildi, çocuğun okulda virüs kapması durumunda da sorumluluk veliye bırakılıyor. Bakanlık, kendi almadığı, yürütemediği sürecin olumsuz sonuçlarını veliye yüklüyor.

Çocukların büyük bir kısmı, eğitimden kopuyor. Eğitim birimlerine ya da EBA’ya hiç girmeyen, bağlantı kurulmayan milyonlarca çocuk var. EBA’ya bağlanacak teknik donanıma, internet ya da bilgisayara ulaşamayan milyonlarca çocuk var. Öbür taraftan, EBA ya da canlı derslere bağlanan çocuklar da nitelikli, eleştirel, bilimsel bir eğitim alıyor değiller. Çocuklara idam sahnelerinin izletildiği yayınlar herkesin hatırındadır!

İşçi sınıfı ailelerinin çocukları eğitimden hızlıca kopup, çalışmaya başlamak zorunda kalırken orta ve üst sınıf ailelerin çocukları özel okullar ve derslerle eksiklerini kapatabiliyorlar. Ama işe bakın ki MEB bütün bu çocukları aynı sınava tabi tutuyor!

Pandemi ile birlikte eğitime erişimdeki uçurum derinleşti. Çocuk işçiliği gittikçe artıyor; artık okula da gidemeyen çocuklar, daha uzun süreler, daha ucuza çalıştırılıyorlar. Pandemi sürecinin başından bu yana çocuk istismarı ve çocuğa karşı şiddet artmış durumda. Okulların uygun koşullarda açılmadığı ve pandeminin çocuklar üzerindeki etkisini en aza indirecek politikalar üretilmediği sürece durumun daha da kötüye gideceği açık.

Devletin ve bakanlığın asli görevi, çocuğun okula gelişini tercihe bırakmak değil; çocuğun her koşulda eğitime katılmasını sağlamaktır. Bu noktada atılmayan, eksik ya da hatalı her adım çocukların zararınadır.

Çocuğun eğitim ve sağlık hakkı birlikte düşünülüp hayata geçirilmelidir. Bunun için öncelikle eğitime yeterli bütçe ayrılmalı ve bütünlüklü bir çocuk politikası oluşturularak çocukların eşit ve özgürce çocukluklarını yaşamaları sağlanmalıdır.

Veli Dayanışmaları’nda Birleşelim

Bu eğitim sistemine mecbur değiliz.

Mahallenizdeki Veli Dayanışması’na katılın, sorunlara dair alternatifleri birlikte üretelim.

Sadece eğitim değil, çocukların bütün haklarının gözetileceği bu dayanışma ağlarında sağlıktan, psikolojiye pek çok alanda pratik adımları birlikte atabiliriz.

Birlikte değiştirebilir, başkasını inşa edebiliriz.