TÖP Kent ve Ekoloji Meclisi : 2021 Yılında Ekoloji Mücadelesini Büyütelim!

2020 yılı yoksullar için kaygı, hastalık ve ölüm gerçekliği içinde yaşanırken, sermaye güçlerinin talan politikaları açısından hiçbir şey değişmedi. Pandeminin şiddeti, doğayla kurduğumuz ilişkiyi tekrardan düşünmeyi gerektirdi. Öyle ki hastalığı; doğanın insanlıktan intikamı olarak değerlendiren bir yaklaşım gelişti. Ancak açıktır ki hastalık, insanların tek tek kötülüğü ile ilgili değil, kapitalizmin işleyiş kurallarının bir sonucu.

Virüs, kapitalizmin doğadan hızlı meta çekme, üretimi her gün daha da hızlandırma, metaların, hizmetlerin ve insanların hızlı yer değiştirmesini dayatması nedeniyle ortaya çıktı ve yine bu nedenle de izole edilemedi. Hastalığın ortaya çıkmasının ve yayılmasının sorumlusu olan sermaye, aşı sürecini de fırsata çevirmeyi ihmal etmedi. Güvenilir aşıya ulaşamayan yoksullar her gün hayatlarını kaybetmeye devam ediyor. Bunun yanında felaket kapitalizmi felaketin kendisini de bir birikim alanı olarak gördü ve aşıyı metalaştırarak satmaya başladı.

Bizler başka bir gerçekliği daha hatırlatmak istiyoruz; ekolojik yıkım öylesine büyük bir hızla ilerliyor ki, Covid-19 pandemisi yaşayacağımız sorunların sadece bir fragmanı. İklim krizi nedeniyle milyonlarca yoksul göç ediyor, hava kirliliği ve sağlıksız beslenmeye bağlı olarak hastalık ve ölümler artıyor, canlı türleri bu hızlı değişime adapte olamayarak yok oluyor. Yoksul halkların günlük yaşam mücadelesi ile zenginler arasındaki uçurum büyüyor. Kapitalizmin “refah toplumu” illüzyonu yok oluyor.

Aslında çok daha önce başlayan ancak 2000’li yılların başından itibaren “küresel ısınmaya bağlı küresel iklim değişikliği” gündemiyle hayatlarımıza giren atmosfer sıcaklığının artışı, kritik eşikleri geçti. Artık gezgenin çok ciddi bir iklim sorunu var. Aşırı iklim olayları her yıl katlanarak çoğalıyor. Büyüyen iklim krizinin etkilerinden kaçıp saklanabileceğimiz bir yer yok.

Peki kapitalist devletler ve uluslararası sermaye güçlerinin temsilcileri bu konuda ne düşünüyor?

Paris İklim Zirvesi’yle birlikte atmosferin ısınma seviyesinin 1,5 derece sınırında tutulması yönünde bir eğilim belirlenmişti. Sıcaklığın durdurulabilmesi için, sermayenin üretim ve tüketim kapasitesinde çok büyük kısıtlamalara gidilmesi gerekiyordu. Daha fazla üretmek için daha fazla kaynağa ihtiyaç duyan kapitalizm, bu kısıtlamalara uymak yerine, yapısı gereği saldırılarını arttırdı.

Ekolojik yıkımın sonuçları emekçileri, yoksulları vuruyor

Anketler ve sokaktan gelen sesler gösteriyor ki halk iklim krizini Covid-19’dan daha büyük bir tehlike olarak görüyor. Aşırı iklim olayları başta olmak üzere, hava kirliliği, kuraklık vb. etkileri doğrudan yaşayarak deneyimliyor.

Fosil kaynakların toprak altından çıkarılması ve işlenmesi, endüstriyel hayvancılık faaliyetleri, asfalt ve betonla kaplanan kentler vb. nedenlerle gezegen üzerindeki tüm yaşam tehdit atlında.

Sağlıklı, nitelikli gıdaya olan erişim her geçen gün zorlaşıyor. Kent ve kır alanları beton ve asfalt ile kaplandıkça, halkın huzursuzluğu artıyor. İklim uzmanları 2021 yılının önceki yıllardan daha sıcak geçeceğini şimdiden söylüyorlar. Kuraklığa bağlı olarak su kaynaklarının azalması gibi ciddi sorunlar ile karşı karşıyayız. Türkiye ekolojik yıkımın etkilerinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor.

Felaket kapitalizmi

Neoliberalizmin tarih sahnesine çıkmasıyla beraber kapitalizm, doğal afetlerin toplumda yaşattığı şok etkisini kullanmayı öğrendi. 1999 İzmit depreminden sonra geçirilen talan yasalarının ve icat edilen yeni vergilerin, yeni maden sahalarının açılmasıyla aynı anda çıkarılan orman yangınlarının, pandeminin fırsata çevrilerek halka dayatılan ölüm koşullarının tanığıyız. Sermaye kendi aktörleri eliyle yarattığı ya da doğal felaketlerin açtığı boşlukta hızlı hareket ederek muazzam bir birikim oluşturuyor; halkların ve doğal yaşamın çıkarına değil kendi birikim düzeninin sürmesine uygun hamleler yapıyor.

Oysa dünya sonsuz bir yer değil. Sonsuz mekân, sonsuz orman, sonsuz su, sonsuz maden, sonsuz havamız yok. Uzun süreçlerin ve çeşitli doğal döngülerin sonucunda ortaya çıkmış olan kaynaklar sınırlı. Ve bu kaynakların sermaye tarafından kullanılma biçimi, gezegen üzerindeki tüm yaşamı tehdit ediyor. Sermayenin üretim ve tüketim çılgınlığı uğruna, yoksul halklar yıkımın etkilerinden zarar görüyor.

Ekolojik topluma giden yol

Doğal yaşam alanlarının korunduğu, ekolojik hassasiyetlere dayalı bir toplumsal yaşama olan isteğin somutlaştığını görüyoruz. Bu somutlaşma ülkenin ve dünyanın birçok noktasında doğanın savunulmasıyla kendisini gösteriyor. Yağma ve rant düzenine karşı tüm canlıların yaşamını gözeten ekolojik bir toplumun adımlarını şimdiden atmaya başlamalıyız. Ekolojik yıkım ile sınıf çelişkileri iç içe geçmiştir. Ekolojik yıkımı onu yaratanlar değil, halk durdurabilir. Gelin birlikte Kent ve Ekoloji Meclislerinde örgütlenerek bu büyük yıkımı durduracak adımları atalım.

TÖP Kent ve Ekoloji Meclisi