TÖP: Boğaziçi Direnişi ve Belediye Grevleri Halk Güçleri İçin Önemli Deneyimlerdir

Boğaziçi direnişinin yarattığı hava henüz sönmedi, belediye grevleri de yeni tamamlandı ve onun da etkisi sürecektir. Boğaziçi direnişi sonrası yükselen halkçı demokratik hareket, belki doğrudan bağlantısı olmasa da, yarattığı cesaret ve oturduğu hat itibariyle belediye grevlerine sirayet etti.
Hem Boğaziçi direnişi hem de belediye grevleri için kötümser yorumlar yapılabilir. Bu yorumların çoğu da haklılık barındırıyordur. Neticede her an yeniden yükselme potansiyeli barındırsa da Boğaziçi direnişinin ivmesi bugünlerde düştü ve herhangi bir kazanım elde edemedi. Belediye grevlerinde da herhangi bir somut kazanım elde edilemedi, grevler restorasyona göz kırpan sendikal bürokrasinin çıkarlarına kurban edildi.
Öte yandan her iki direniş için de birtakım iyimser yorumlar yapılabilir ve yapılmalıdır da. İnşa halindeki faşizm karşısında halkçı demokratik bir dokunun varlığını ısrarla vurgulayanlar açısından direnişler sürpriz olmadı. Aynı zamanda bu direnişler bazı deneyimler biriktirdi. Bu deneyimler, gelecekteki mücadelelere aktarılarak içerileceklerdir. Herhangi bir maddi kazanım olmasa da bu deneyim kazanımları, halk güçlerinin heybesinde daha ilerisi için birer başvuru kaynağı olarak yer alacaktır. Kitleler sokakta öğrendiler ve bu en değerli öğrenme şekliydi.
Boğaziçi’nin sadece iktidarı karşısına alan söylemi değil, restorasyoncu cepheyi de karşısına alan pozisyonu, dikkate değer bir çıkış olarak tarihe kaydedildi. Diğer yandan belediye grevleri, bizzat restorasyoncu cephede yer alan CHP’nin tüm kirli propaganda yöntemlerine, şiddeti devreye sokan ve grevin içeriğini çarptıran söylemlerine karşı büyüdü ve son derece büyük bir meşruiyetle bu pozisyonu savundu.
Halk güçlerinin bu bağımsız duruşu son zamanların en büyük kazanımı olarak kabul edilmeli, desteklenmeli ve buraya yapılan vurgular güçlendirilmelidir. Ne Erbakan anmalarında edinilen pozisyonların ne parlamentarizm tartışmalarına sıkışan tartışmaların derde deva olmayacağını bizzat halk güçleri gösteriyor.
Şimdi önümüzde tercihler var. Bu zemine yerleşerek, halk güçlerinin meşru taleplerinin siyasal organizasyonlarını yaratacak mıyız yoksa cesaret bularak yayılma niyetinde olan restorasyoncu güçlerin havasına teslim mi olacağız?
Bizim tercihimiz ilk seçenektir.
İktidar yokuş aşağı giderken son derece çaresiz bir şekilde birtakım reformlara sarılıyor. Aslında ortada çok da reform yok, sadece günü kurtarmak adına ortaya önerilen “İnsan Hakları Eylem Planı” var. Planda elbette hiçbir şey yok ve doğrusu iktidarın kendi önerdiği ve aslında hiçbir şey vaat etmeyen planı uygulayacak esnekliğe sahip olmadığını herkes biliyor.
HDP’nin kapatılmasından tutun da Gare operasyonu sonrası siyasal güçleri, toplumsal özneleri arkalarına yedekleme girişimlerindeki başarısızlığa değin iktidarı elinde tutan koalisyonun başarısız olduğunu görüyor ve deneyimliyoruz. Öyleyse halkçı demokratik bir yürüyüşü gözüne kestiren güçlerin aklında şu soru yok mudur: Şimdi değilse ne zaman?
Öte yandan halk güçleri ile restorasyoncu güçlerin karşı karşıya gelişlerindeki açı farkını da geniş bir kitle deneyimledi ve bu karşı karşıya geliş yalnızca halkçı demokratik bir zemini önemseyenlerin gündemidir.
Biz, en az iktidarı karşısına almak kadar değerli olan bu karşı karşıya gelişin siyasal sözcülüğünün inşasından yanayız ve bu inşada birlikte hareket edecek tüm bileşenlerle hareket etme konusundaki çağrımızı yineliyoruz. Halkçı demokratik bir bileşim, halkçı güçlerin toparlanmalarını ve bir zeminde konumlanarak ileriye doğru yürümelerini sağlayabilir. Hızlı karar vermek ve bu kararları hayata geçirmek konusunda fazla zamanımızın olmadığı bir dönem açıldı. Bu fırsatı kaçırmayalım.