Bir Çıkış Var: “Tiyatroyu Yeniden Yaratmak”

Merhaba Dostlar;

İki seneyi aşkın süredir pandemi sebebiyle kapalı kalan salonlarımız, toplumun sürü bağışıklığı ile tedavi sürecine girmesiyle birlikte geçtiğimiz sonbahar perdelerini yeniden açtılar. Seyircilerine ulaşamadıkları için birçok tiyatro grubu ise perdelerini belki de bir daha sahneye germemek üzere yırtıp attılar. Yırtıp atılan perdelerin arasında kalan oyuncular ise tecimsel kaygılarını gidermek üzere başka iş kollarında çalışmaya başladılar. Tiyatro salonu sahipleri ise ödeyemedikleri elektrik faturalarıyla uğraşıyorlar.

Bu süreç içerisinde devletle ilişki içine girmeye çalışan birçok ortak kuruluş ise devletin verdiği sözleri yerine getirirken ne kadar yalancı olduğu ile karşı karşıya kaldılar. Devletin özel tiyatrolara yardım ödenekleri ise geçtiğimiz senelere göre oldukça absürttü. Bu absürtlüğe Beckett mi daha çok imrenmiştir? Yoksa Ionesco “ben böyle bir hikayeyi nasıl kaçırdım?” diye mi hayıflanmıştır, orasını bilemiyoruz. Sanat alanının bağlı olduğu bakanlığın turizmle ilişkisi; yardım ödeneklerinin, üreten tiyatro grupları yerine, içinde gıda ve turizm faaliyeti yer alan şirketlere gitmesinin esas nedeni olabilir mi?

Son zamanlarda Dario Fo’dan ilham alan Moda Sahnesi, salonlarının elektrik faturası için “Ödenmeyecek, Ödemiyoruz!” diyebildi. Güzel bir karşı duruşun başlangıcına neden olabilecek bu olay, birçok sahneye örnek olmalıdır. Tiyatro alanındaki bazı platformlar ve kooperatifler de bu sayede kuruluşlarının salt maddi beklenti olmadığını göstermelidir. Tabii ki buradaki alt metin, birçok dramaturgu şaşırtacaktır, elektrik faturasından çok karşı duruşun altını çizmektedir. Tiyatrolar için kurulan ortak platformların tiyatro adına kolektif bilinç yaratmasını beklerken, çok şey mi bekliyoruz acaba?

Pandemi öncesinde de tiyatrolarımızın durumu çok parlak değildi. “Prodüksiyon tiyatrosu” denilen ve bazı prodüktörlerle organizatörlerin tekelleştiği bir tiyatro bilincine sahiptik. Dizi oyuncularının fotoğraflarının yer aldığı afişleriyle, politik tutumunu “apolitik” oyunlar üzerinden var eden, televizyon dizi senaryolarının sahnede en fazla seksen dakikaya sıkıştırıldığı “sit-com” oyunlar izliyorduk. Unutmadan tüm ev dekorları aynı kalıptan çıkmış gibiydi ve bir evin içerisine panolara çizilmiş ev dekorlarından misafir oluyorduk. Elbette tüm coğrafyanın tiyatro bilincini bu kalıba sokmamız abesle iştigal olur, fakat köşe başını tutan prodüktörler ve organizatörler bu oyunları istiyordu, bazı tiyatro grupları da bu oyunları oynamaktan geri durmuyordu. Bu kalıba girmeyen tiyatrolar ise ya salon bulamayarak ya da başka birilerini devreye sokamayarak seyirciye ulaşmakta güçlük çekiyordu.

Yaşamın tüm alanları iktidar tarafından sarılırken ve çoğu sanatçı için yaşadığımız coğrafya nefes alınamaz hale gelmişken; bu olanları anlatmak yerine, hiçbir şey olmuyor -muş gibi yapmayı seçtik. Çünkü Aristoteles’ten bu yana tragedya ıslahçı olmalıydı. Devlet de bu oyunlara ödenek verirdi veya bu oyunları repertuarına alırdı. Islah etmenin bir yolu da sanki her şey yolundaymış gibiyi oynamaktı. İzlemesi ve oynaması tehlike içeren oyunlar artık devlet eliyle değil, yapımcılar eliyle sansüre uğruyordu. Tiyatro, bu düzen içerisinde zorlu bir sınavdan geçiyor. Yer bulamıyor, sansüre uğruyor, ekonomik kısıtlarla ölüme terk ediliyor.

Tüm bu pesimistliğin içerisinden bizleri çıkartabilecek olan ise yine tiyatrodur. Brecht, Berliner Ensemble’yi kurarken Almanya ikinci paylaşım savaşından yeni çıkmıştı. Tüm yıkıntıların arasından yeniden yaratma işi tiyatroya özgüdür. Epik tiyatro, ikinci paylaşım savaşı sonrası sınıfın kolektif bilinci üzerine yeni bir tiyatro kuramı olarak, tiyatroyu yeniden yaratmıştır. Şimdiki dönemi anlatma görevi de yine tiyatroya düşmektedir. Yeniden yaratmak ve yeniden anlatmak zorundayız.

Pandemi, ekonomik kriz, salonsuzluk, iktidarın yandaş sanatçı anlayışı ve yapımcılar bize yeni bir yol gösteriyor: Tiyatroyu yeniden yaratmak!

Sahnenin tozuyla ciğerlerini doldurmaya hazır olan, iki kalası kendilerini var etmenin yolu olarak gördükleri heveslerine ekleyen, özgür düşünce biçimini kolektif akılla yoğuran ve tiyatroyu özgür toplumun yaratıcı düşüncesi olarak gören; yazarından sahne amirine, dekorcusundan makyajcısına, yönetmeninden oyuncusuna yani tüm tiyatro emekçilerine bu yolda büyük bir görev düşüyor. Bu görevleri yerine getirmenin arzusu ve bilinciyle Toplumsal Özgürlük Kültür ve Sanat Meclisi olarak TALEPLERİMİZ:

  • Elektrik, su, doğalgaz faturası gibi tiyatro salonlarındaki tüm fatura giderlerimiz için; AVM’lerde, Holdinglerde ve Organize Sanayi Bölgesindeki fatura indirimlerinin uygulanmasını,
  • Yerellerdeki salon sıkıntılarının giderilmesini ve belediyelerin salonlarının tüm tiyatro grupları için eşit ve özgür şekilde açık olmasını,
  • Tiyatro gruplarının dekor, kostüm, makyaj vb. teatral giderlerinin devlet tarafından ayarlanan bir fondan karşılanmasını,
  • Yıllardır tiyatro ve diğer sanat alanlarında uygulanan doğrudan ve dolaylı sansürün kaldırılmasını ve sanat eserlerinin yaratılırken hiçbir endişeye kapılmadan özgürce yaratım ortamının sağlanmasını,
  • Savaşa, diyanete ve saraya ayrılan bütçe yerine halkın bütçesinin oluşturulması ve bu bütçenin içerisinde sanata dair bütçe oluşturulmasını,
  • Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın içerisinde sürekli üvey evlat muamelesi gören Sanat alanının kendine ait bir bakanlığa kavuşmasını TALEP EDİYORUZ.

Bu yolun tüm zorluklarıyla 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlu değil, mücadele dolu olsun!

                                                                  TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK KÜLTÜR VE SANAT MECLİSİ